Akıl hastalarının içine şeytan girmiş denilerek Avrupa’da cadı avıyla yakalanıp yakıldığı, bulaşıcı hastalığa yakalanmış birinin ise toplum için tehdit kabul edilip hunharca katledildiği bir dönemde Osmanlı şifahanelerinde onlara şefkatle yaklaşılıyor, sağlıklarına kavuşmaları için o zamana kadar emsali görülmemiş yöntemlerle muamele ediliyordu.
Darüşşifa kelimesi Arapça Dar ( Kapı, ev, yer vb…) ve Şifa ( İyileşme, tedavi vb..) kelimelerinin kaynaşması ile elde edilmiştir. Şifa kapısı, şifa yurdu, şifa bulunan yer anlamlarında kullanılmaktadır. Darüşşifalar Türk-İslam sentezi içinde hayat bulmuş yapılardır
İslam dünyasında ilkhastane707 yılında Emevi Halifesi Velid Abdülmelik tarafından kuruldu ve Abbasi Halifesi, Bağdat’ın kurucusu Mansur’un dönemin de (765 yılında )geliştirildi. 10. yüzyılda İslam hastaneleri en parlak devrini yaşadı.
Anadolu Selçukluları döneminde de darüşşifa hizmeti devam etti. Anadolu’nun her büyük şehrinde en az bir darüşşifa yapıldı. Osmanlılar, Selçuklular dönemindeki darüşşifaları kullandılar ve gerektiği zaman ilaveler yaptırdılar.
Gerek İslam medeniyeti döneminde, gerek Anadolu’da Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde inşa edilen darüşşifaların mimarisi, birbiriyle aynı özellikleri taşıyor. Darüşşifada hastalar için bir hamam, ilaçların hazırlandığı bir oda ve ilaçların saklandığı bir ambar bulunuyordu
DARÜŞŞİFALARDA İŞLEYİŞ VE TEDAVİ
Darüşşifalar, kimsesiz, muhtaç hastalara hizmet vermek için genellikle padişahlar, onların hanımları, kızları veya varlıklı kimseler tarafından vakıf eserleri olarak yaptırıldı.Tedavinin parasız olarak yapıldığı darüşşifalarda, hastalar kapıcı tarafından karşılandıktan sonra yıkanabilecek durumdaysa hamamda yıkanarak muayeneye hazır hale getiriliyordu.
Bütün öğrencilerin ve hekimlerin katıldığı muayenenin ardından hastanın ilaçları ve tüketeceği gıdalar belirleniyordu. Ağır hastalara çok az yemek verilir, İyileşmeye başlayan hastaya ise iştah açıcı ya da ne isterse o verilirdi.
Hekimler hastalarını günde iki kez ziyaret ediyor, psikolojilerini dikkate alarak tüm hizmetlerini güler yüzle, hoşgörüyle yapıyorlardı.
Nabızla hastalık teşhisi koymak önemli bir yöntemdi. Hemen hemen tüm hastalıkları bu yolla anlayabilen hekimler mevcuttu.
İlk yöntem vücuttan zararlı maddeleri atmaktı. Hastaya ilaç verilmeden önce bedenin temizlenmesi önemli bir kuraldı. Bunun için hastaya müshil ilacı verilir, hastadan kan alınır, kanı temizlensin diye kupa çekilir, hacamat yapılırdı.
Tedavi başladığında hastaya hastalığına uygun merhem, macun, tiryak, şerbet verilmekte su sesi, kuş sesi, renk, koku ve müzikle birlikte tedavi desteklenmekteydi. Dışarıdaki hastalar için haftada iki gün bedava ilaç dağıtılırdı.
Darüşşifalarda bir bölüm akıl hastalarına ayrılabiliyordu. Buraya kimsesiz ve ruh sağlığı yerinde olmayan hastalar alınmaktaydı. Onlar için birkaç oda açılırdı. Daha ilerki dönemler de Şifahaneler akıl hastalıklarına iyi geldiği düşünüldüğü için bütün hastalara açık olan bir yapıdan sadece akıl hastalarına yönelik tımarhaneler olarak da hizmet vermiştir.
Osmanlı hekimlerine göre delilik bir hastalıktır ve tedavi edilebilirdir bu nedenle akıl hastalarını ferahlatan, rahatlatan uyku veren şerbetler yapılırdı. Bunların yanı sıra işin psikolojik boyutu olarak hastalar renk, koku, su sesi, kuş sesi ve en önemlisi de müzikle tedavi ediliyordu.
Hekimler hastalar için özel olarak formül hazırlar bunun dışında ateşlenmelerde, baş ağrılarında, mide ağrısı ve kusmalarda kullanılan belirli formüller vardı.
Bu ilaçlar merhem, macun, şerbet ve hap şeklinde olurdu fakat en önemlisi tiryaklardı. Tiryaklar bağışıklığı artırır ve zehirlenme, akrep veya yılan sokması gibi durumlarda etkiliydi.
Bunların dışında sindirime yardım eden, iştahı açan, balgamı kesen macunlar bulunuyordu. Macunlar saklanması bakımından çok daha uygundu.
Eczacıların kullandığı ilaçların bir kısmı da deri yoluyla kullanılan merhemlerdi. Ateşli yanmalara, deri hastalıklarına iyi geliyordu ve malzeme olarak bal mumu, gül yağı, zeytinyağı gibi maddeler kullanılıyordu.
Bizim hüküm sürdüğümüz coğrafyalarda ki en belirgin izlerini Anadolu Selçuklu ve onu takip eden Osmanlı Şifahaneleri’nde buluyoruz. Bu dönemlere ait darüşşifaların bilinenleri şunlardır.
İlk şifahane Nişâbur’da kurulmuştur; Ne o şifahane ne de Bağdat, Şiraz, Berdeşir, Kâşan, Ebher, Zencan, Gence, Harran’da kurulmuş olan şifahaneler günümüze ulaşamamıştır.
Selçuklular devrinde kurulan şifahaneler günümüze dek ulaşamamıştır ancak beylikler devrinde kurulan şifahanelerden bazıları ulaşabilmiştir. Bunlar:
- Kayseri, Gevher Nesibe Tıp Medresesi ve Mâristânı (1206),
- Sivas, İzzeddîn Keykâvus Dârüssıhası (1217),
- Divriği, Turan Melek Dârüşşifâsı (1228),
- Çankırı, Cemâleddin Ferruh Dârülâfiyesi (1235),
- Kastamonu, Ali bin Süleyman Mâristânı (1272),
- Tokat, Mu‘înüddîn Süleyman Dârüşşifâsı ( arası),
- Amasya, Anber bin Abdullah Dârüşşifâsı (1308/9),
- Mardin, Necmeddîn İlgazi Mâristânı ( arası)
- Konya Darüşşifası (Maristan-ı Atik) (XII. yy. sonu XIII. yy. başı),
- Konya Alâeddin Darüşşifası ( /38),
- Aksaray Darüşşifası (XIII. yy)
Öte yanda bazı kaynaklarda adı geçmekle birlikte üzerinde araştırma yapılması gereken darüşşifalar ise şunlardır:
- Silvan Darüşşifası (1176/ /85),
- Eski Malatya Darüşşifası (XIII. yy. ortası),
- Akşehir Darüşşifası (XII. yy. sonu XIII. yy başı),
- Erzincan Darüşşifası (?),
- Kastamonu Atabey Darüşşifası ( )
- Kütahya Darüşşifası (XIII. yy. ikinci çeyreği)
- Sivas Şehzadeler Darüşşifası (?)
- Harput Darüşşifası (19-21),
- Kars Darüşşifası (XII. yy)
Selçukluların mimari, şehir ve sağlık anlayışı gelecek çağlara da örnek olacak niteliktedir. Camiler, medreseler, kervansaraylar, köprüler, çeşmeler, imarethaneler, hanlar, hamamlar ve kümbetler… Selçuklularda özellikle anılması gereken yapılardan biri ise şifahaneler. Şifahane ifadesi bile başlı başına insanların iyileşmesine, şifa bulmasına yardımcı olacak anlamlı, sihirli bir kelime. Abbasiler, Tolunoğulları ve Endülüs’te olduğu gibi, Selçuklular da sağlık kurumunu darüşşifa veya darüssıhha olarak adlandırmıştır; yani orası şifayurdu, şifa evi veya şifahane olarak görülmüştür; ticarethane değil. Şifahaneleri yaşatmak ve ihya etmek için ticarethaneler, topraklar vakfedilmiştir. Tekrar söylemek gerekir ise Darüşşifalar, kimsesiz, muhtaç hastalara hizmet vermek için genellikle padişahlar, onların hanımları, kızları veya varlıklı kimseler tarafından vakıf eserleri olarak yaptırıldı. Darüşşifalar Allah rızası için yaptırılır, hiçbir hizmetten para alınmazdı. Kendi içinde bütün hizmetleri karşılayan bir birimdi ve burada görevli olan herkesin belli niteliklere sahip olması istenirdi.
Rabbim bu hizmetleri yapanlardan Razı olsun bizlere de sadaka-i cariye hükmüne geçecek eserler yapmayı nasip etsin İNŞAALLAH.
TÜRKİYE POSTASI GAZETESİ
Genel Yayın Yönetmeni
Mustafa Hakkı SEZGİN