Osmanlı saraylarında ki Harem’lerle alakalı o kadar ilgisiz bilgiler var iken biz doğrusunu sizlere sunalım amma, önce söze nereden başlamak lazım ve ya neresini düzeltelim diye bir sözün tam da yeri, biz birkaç satır paylaşmaya en dikkat çekenden başlayalım.
Haremi Batının kirli ve ahlaksız gözlükleri ile bakmaya ve görmeye devam etmelerinin bilgi eksikliğinde kaynaklanmamakta farklı beklentiler ile hareket ettiklerini tarihi süreç içinde görmekteyiz.
Buyurun, Harem gerçeğinin tarihi seyrine
Antik Batı’da, evlerin arka tarafında erkeklerin dairesinden ayrı olarak Grekler’in gynaikeion, Romalılar’ın gynaeceum (kadınlara ait) dedikleri bir bölüm bulunuyordu. Eski Ahid’deki bazı ifadeler de hanım ve câriyelere ayrı bölüm veya çadırların tahsis edildiğini göstermektedir (Tekvîn, 18/10; 31/33).
Hükümdarların resmî görevleri yanında günlük hayatlarını sürdürdükleri saraylarda da kadınlara mahsus kısımlar bulunuyordu.
Yeni Assur dönemi saraylarında ise hükümdar dairesinin bir kısmını, “şa reşi” denilen hadım ağasının sorumluluğundaki harem dairesi oluşturuyordu.
Hz. Süleyman’ın sarayında da son derece büyük bir harem dairesinin olması gerekir. Zira Eski Ahid’e göre onun, her biri kral kızı olan yedi yüz karısı ve üç yüz cariyesi vardı (I. Krallar, 11/3). *
Arkeolojik çalışmalar, Ahamenîler’in Persepolis’teki (Parsa) krallık sarayında bir harem dairesi bulunduğunu göstermektedir.
İslâm Devletlerinde Harem
Araplar’da yerleşik hayat sürenler (ehl-i meder, hadarî) olsun, göçebe ve bedevîler (ehl-i veber), olsun evlerde kadın ve çocukların bulunduğu kısımla erkeğin misafirleriyle oturduğu kısım ayrıydı.
Hz. Peygamber, devlet başkanı olduğu halde eski ve çağdaşı hükümdarlar gibi saltanat sürmemiş, son derece mütevazi bir hayat yaşamıştır. Onun, siyasî otoritenin de merkezi durumunda bulunan mescidinin doğu duvarı boyunca yer alan odalar hanımlarına tahsis edilmişti; bunlar çok sade bir yapıya sahipti
Resûl-i Ekrem’in Hane-i saadetlerinin birbirinden ayrı odalardan oluştuğunu eminim herkes biliyordur, Hz. Peygamber’in hadislerinde de aile mahremiyetine büyük önem verildiği görülür; Resûlullah (s.a.v.)’ın, gizlice aile sırlarına muttali olmak isteyen kimselere karşı kullandığı ifadeler çok serttir.
Mervânîler’den Nasrüddevle’nin hareminde 500 odalığı vardı ve burada 500 hadım görev yapıyordu. Zengîler’den II. Seyfeddin Gazi küçük yaştaki hadımlar hariç diğerlerinin hareme girmesine izin vermezdi.
İslam Sultanları sefere çıktıklarında, bir ülkeye gittiklerinde veya herhangi bir maksatla başşehirden ayrıldıklarında Hz. Peygamber’in sünnetine uygun olarak haremlerini tamamen veya kısmen yanlarında götürürlerdi. Alparslan, 1071’de Bizans İmparatoru Romanos Diogenes üzerine yürüyünce haremini Tebriz’e geri göndermişti.*
LÜTFEN DİKKAT
Osmanlı Devleti’nde Harem.
Harem hayatı Osmanlı sarayında kuruluştan itibaren mevcut olmakla birlikte teşkilâtlandırılması Fâtih Sultan Mehmed zamanında gerçekleşmiş ve bu teşkilât, devlet yapısındaki genel eğilime uygun biçimde devşirme sistemiyle geliştirilmiştir. Burada, en alt kademe olan câriyelikten son mertebe olan ustalığa (hasekilik ve vâlide sultanlık hariç) yükselme birçok bakımdan Enderun teşkilâtındaki terfi sistemine benzemektedir.
Esasen Osmanlı saray teşkilâtında Harem-i Hümâyun tabiri hem haremi hem de Enderun’u içine alır. Enderun padişah, saray ve devlet hizmetinde bulunacak erkeklerin, harem ise kadınların yetiştirilmesi için bir eğitim kurumu idi.
XIX. yüzyılda II. Mahmud döneminin sonlarından itibaren harem dışa açılmaya, harem kadınları ferace ve çarşaf giyerek bazı mesire yerlerine gitmeye ve kendilerine ayrılan mekânlarda gezintiler yapmaya başlamışlardır.
Haremin, üzerinde en çok konuşulan ve çeşitli sanat eserlerine konu teşkil eden mensuplarının başında câriyeler gelir. Câriyelik pek çok yönden yanlış değerlendirilmiştir. Hukuken kadın köle statüsünde olan câriyelerin esas kaynağı savaşlarda alınan esirlerdir.
Bu câriyeler müslüman âdâb ve erkânı üzere yetiştirilir, kendilerine okuma yazma, dinî bilgiler öğretilir, yeteneklerine göre mûsiki, biçki dikiş, nakış dersleri verilir, ayrıca sofra hizmetleri öğretilirdi; acemilik denilen bu ilk dönemden sonra ilerleme gösterenler kalfa, usta seviyelerine yükselirdi.
Haremde yüzlerce câriye olmakla birlikte bunların büyük bir kısmı hizmetçi idi; padişah câriyelerin içinden sadece birkaç tanesiyle ilgilenir, diğerlerini ne bilir ne de görürdü. Harem hususunda yapılan araştırmalar, bu konudaki Osmanlı uygulamasının genel olarak İslâm hukukunun belirlediği sınırlar içinde cereyan ettiğini göstermektedir. Nitekim haremde hizmetçi statüsünde bulunan câriyelerin büyük çoğunluğu teşkil ettiği, eş statüsündeki câriyelerle padişahların onları âzat ettikten sonra veya etmeden nikâh akdi yaptıkları, evlendikleri hür hanımlarla bunlar arasında herhangi bir hukukî fark bulunmadığı ortaya çıkmıştır (Akgündüz, s. 260-262).
Ünlü tarihçi Prof. İlber Ortaylı bir yazısın da, Harem ile ilgili “Çok kişinin sandığının aksine, Harem, Osmanlı’ya has bir kurum değildir, Üniversaldir”
“Saray adabına dikkat edilmesi gerekir, okuma-yazma, yeterince dini bilgi, dikiş-nakış, sofra hizmeti, musiki ve raks öğretilirdi. İçlerinde hattat olanlar hatta Hürrem Sultan gibi şaire olanlar da vardı. Zeki kız çocuklarıydı. Harem, ahmak bir insanın yaşayabileceği ve yükseleceği yer değildi” ifadesini kullandı.
LÜTFEN BURAYA DA DİKKAT
Haremde yetiştirilen kızlar kendileri gibi devşirme olarak dört bir yandan gelen Enderunlulara ve imparatorluk görevlilerine eş olacaktı. Yetişmeleri bunun içindi.
Herkesin padişahla beraber olması zaten mümkün değildi.
Şurası biliniyor; harem kadınları içinde herkes padişahın gözdesi ve hasekisi olmadığı gibi çırak çıkarılarak yani evlendirilerek de gitmemiştir. Bazıları istekleriyle orada kalmıştır. Bunlar valide sultanın hazinedar ustası başta olmak üzere, Harem’deki memur kadınlardır.
Oryantalistler Doğu haremini çıplak kadın vücutlarıyla resmederek anlatmaları kesinlikle kendi kirli hayal dünyaları ile ilgilidir. Harem, Osmanlı’da padişahın ailesi anlamına geliyordu ve onu düşünürken bile kendi sapkın hayallerini resmetmişlerdir.
Kendi kadınlarını resmediyorlar
Türk tarihçiler, oryantalist ressamların çoğunun Doğu’yu görmeden harem tasviri yapmasını eleştiriyor. Müslüman ülkelere seyahat yapanlar da hareme giremedikleri için azınlıklardan duydukları hikayeleri ya da onların yaşamlarını resmetmeyi tercih etmişlerdir.
Fatima Mernissi; Picasso, İngres, Delacroix ve Matisse başta olmak üzere bütün oryantalistlerin aslında kendi hayal dünyalarındaki kadını resmettiklerini iddia ediyor.
Bu resimlerde kadın itaatkar, şehvetli ve erkeğe hizmetten başka görevi olmayan yaratıklar olarak tasvir ediliyor. Nitekim oryantalist ressamların harem kadını diye çizdikleri resimlerde, kadınların bu özelliklerini fazlasıyla görmek mümkün.
Rana Kabbani de oryantalist resmi anlatırken “Avrupalıların Kadınlar da görmek istediği şeyleri çizdiklerini vurguluyor” demiştir.
Sözün sonunda siz ne yazarsanız yazın yaşayın, art niyetli batılı yazarlar ve Batı karşısında yenilmiş hissinin sahip olduğu ezik yerli şahsiyetler daima gösterilene ve görmek istediklerine inanacak yazmaya çizmeye devam edeceklerdir.
**Doğu’nun kültürü, tarihi, dini, dili, bilimi ve zenginliği Batılıların her zaman dikkatini çekmiştir. Bu bağlamda Doğu olarak adlandırılan toplumların yaşam tarzlarının, kişiliklerinin anlatıldığı bilgilerin toplamının incelenmesi için oryantalizm çalışmaları akademik bir disiplin olarak ortaya çıkmıştır.
Akademik çalışmalar, Arapçadan tercümeler, Doğu’ya yapılan seyahatler ile edinilen bilgiler ile tanımladıkları Doğu’yu resimlerde, yazılarda ve son dönem de ise film ve televizyon dizilerinde yansıtmaya başlamışlardır.
Özellikle Hollywood yapımı pek çok oryantalist öğeler taşıyan film ve dizilerde Doğulu toplumların despotik bir yönetime sahip olduğu ve Doğulu toplumlar mistik, zenginlik, şehvet ve hazinelerle kaplı yerler olarak gösterilmiştir.
Ayrıca bu film ve dizilerde Doğulu kişinin kişisel özellikleri arasında barbar, cahil, soyguncu, bozguncu, saldırgan, ezici, haydut, yağmacı gibi olumsuz özellikler taşırken Batılı kişilere tam tersi bir profil çizilmiştir.
Bu bağlamda Doğulu toplumların yönetilmeye muhtaç görüntüsü bu yerlerin işgali ve sömürülmesini meşrulaştırmak istenmiştir.
Günümüzde film ve dizilerdeki oryantalist yansımalara ait yöntemin değişmesine rağmen işlenen konulardaki oryantalist söylem değişmeden devam etmektedir.**
*KAYNAK: TDV İslâm Ansiklopedisi – İslam Ansiklopedisi
** www.dergipark.org Doç. Dr. İsmail HİRA, Emine YILDIRIM / Türk Televizyon Dizilerinde Oryantalist Yansımalar