Geleneği Tamir Etmeden Geleceği İnşa Etmek Mümkün mü?
Modernitenin çelik tabanlı, hoyrat ayağı mahalli, milli, yerli, tabii her şeyin, özetle geleneğin üzerine bastı ezdi ve geçti.
Ülkemizde tarihi doku ve buna paralel olarak tabii doku, moderniteyle birlikte işlemeye başlayan süreçte akıl almaz şekilde yara aldı.
Vandalizm bütün zamanlar içinde -muhtemelen hiçbir yer ve dönemde- ülkemizdeki kadar acımasız, zâlimane bir sonuç üretmemiştir. Öyle ki kendini tahrip tarzındaki bu tür vandalizmin belki de bizdeki gibi bir örneği de yoktur.
Evet, kendi geçmişini, tarihten gelen her türlü değeri ve buna bağlı olarak kimliğini tahrip eden bir garip vandalizm. Milli hafızayı ve kimliği erozyona uğratıp yok oluşa çanak tutan bir aymazlık.
Şimdi çevreci sızlanmalarla bu terminatörün ayak izine damlayan, hamasi duyguların beslediği, pasif muhafazakârlık ruhundan kopup gelen gözyaşları, bu tarih ve tabiat çöllerini yeşertemeyecektir. Zaten bu pasif muhafazakâr korumacı zihniyet, “yok etmeyin, zamana bırakın” anlayışındaki sinsi ve kurnaz yok edicidir.
Turizmi besleyen ana damarlar tarihi ve tabii varlıklardır.
Hangi niyet ve istikamette yapılırsa yapılsın seyahat; insanın kendi alışılmış ortamının dışına taşma ve farklı olanı algılama cehdi ile öteleri yoklama idmanıdır. Her seyahat, geçmişte veya halde farklı güzelliklerin keşfi üzerinden kendi iç zenginliğini arttırarak, içsel derinliklerini de keşfetme fırsatı sağlayacaktır.
Diyebilirim ki seyyahlara bu farklı ortamlarda entelektüel bir yetkinlikle el uzatanlardan olmak gerektir…
İçinde yaşadığımız şehrin hakkını vermek isteyenler, öncelikle ve özellikle kendi şahsi, tarihi, tabii çevrelerinden başlayarak diğer insanlık birikimlerini de kapsayan bir envanteri zihin raflarına yerleştirmelidirler.
Bunun için felsefe ve onun alt şubeleri olan sosyoloji, psikoloji ile tarih ve geniş bir sanat kültürü üzerinden sanat tarihi birikimi edinmenin arzu, merak ve ihtirasına sahip olmak gerek.
Yine diyebilirim ki şehir gönüllüleri, gönüllü rehberleri gibi- az önce sözünü ettiğim- seyahat ortamında yaşanabilen idmanda, insanlara “koçluk”, “antrenörlük” yapan insanlardır.
Yani entelektüel vasfı ile temsil ettiği değerlerin, asabiyetinin vicdanı; ülkesinin, kültür ve medeniyetinin vicdanı olan bir insan. Ülkesinin dışa, ötekine açılan penceresidir.
Konumuzun bağlamında meseleyi çözümlemek istersek, turizmin esas sermayesi olan bu yerli ve geleneksel değerler hızla tükeniş sürecini yaşadığına göre, söz konusu sektörün geleceği öyle pek ümit verici görülmemektedir.
Peki, ümidin tesisi için nasıl bir yol izlemeliyiz? Öyle görülüyor ki geleneği tamir ve ihya etmeden geleceği inşa etmek mümkün olmayacak.
İşin maddi planında önümüze konan geçici, yasak savan projeler meseleye hâl çareleri olarak görülmemektedir. Kaldı ki bu zavallı teşebbüsler de insanlık mirası bağlamında bize dışımızdan adeta dikte ettirilen projelerin yozlaştırılıp içi boşaltılmış şekilleridir. Zararı, yanlışı, belirlediğimiz noktada düzeltme bilinci ile tamir ve ihya etme kararlılığı için zaman henüz geç değildir.
Kaybettiğimiz kendine güven duygumuzu temin edecek olan dinamikleri harekete geçirmemiz, belki de işin temel çözümüdür. Birkaç asırdır sözünü ettiğim problematiğin sebep ve -gariptir- çözümü aynı merciin sorumluluğu noktasında belirginleşmiştir. Yönetici ve siyasi iradenin.
Geçmişte yönetici ve siyasi iradenin payı, bütününe yakın bir kısmı itibariyle sorumluluğun ana damarını teşkil ediyordu. Ancak şimdi durum farklıdır. Ekonomi artık siyasetin lokomotifi durumunda olduğuna göre, sorumluluk alanı da alabildiğine genişlemiştir.
Ekonominin temel dinamiği sermaye ve teşebbüstür. Gerçek ya da itibari her türlü sermaye imkân ve fırsatı üzerinden üretim sağlama alanıdır, elbette ki ekonomi. Sözü uzatmadan sadede gelecek olursak, sermaye turizm sektöründe, zannımca oldukça dar bir alanı kapsamaktadır. Eski ifadesiyle seyir, iaşe ve ibate yani taşıma, beslenme ve konaklama alanlarından ibaret görülmektedir.
Sektör müteşebbisi, bu kapsamlı yükün sadece destek unsurlarına taliptir. Ancak sermayenin temel dinamikleri olan insan, tarih ve tabiat gibi, aslî unsurları göz ardı edilmektedir. Bu aslî alanların tamirine, ihyasına katkı sağlama endişesi duyulmamaktadır.
Söz konusu alanların yükü; tamamıyla kamunun ve bu alandan nemalanmayan vicdan ehli gönüllülerin, zayıf omuzlarına terk edilmektedir. Bu da, kamuya ait bir sermayeyi fütursuzca kullanmasından dolayı diğer sektörlerle arasında haksız bir rekabete dayanan, iş ahlakı ve adalete aykırı bir sektör profili olarak belirginleşen, ekonomi problematiğidir aslında.
Sektör; ana sermaye olarak vasıflandırdığım -ve tükeneceğini bir türlü göremediği- bu milli hazineye duyarlık, akıl ve ciddiyetle sahip çıkmalıdır.
Tarihi ve tabii çevrenin tamir ve ihyası için destek vermeli, potansiyel turizm kadrolarının –tanıtım, rehberlik ve hizmet alanlarında- yetişmesi için akademik anlamda kaynak ayırmalıdır.
Yatım sermayesinde birinci sıraya bu katkı sermayesini koymalı ve bunu bir taahhüde dönüştürüp, işletmesinin tesis süreci ile paralel ve projeli olarak uygulama zeminine taşımalıdır.
Belki bu geleneği tamir ve ihya gayretleri, kimlikli ve haysiyetli bir gelecek inşa etmenin yolunu açabilir.
Bekir Sıddık SOYSAL
Çok yararlı bi yazı olmuş hocam teşekkür ederim .Sizin yazılarınızı beğenerek okuyorum elinize sağlık.
Ne zamandır web sitelerim için aradığım içeriği sonunda buldum. Bu kadar detaylı ve net açıklama için teşekkürler.