Önce şöyle bir soru ile başlayalım, Osmanlı’ya Matbaa makinesi geç mi geldi veya Osmanlı döneminde bizim kullandığımız harflerle yapılan baskı mı bize Avrupa’dan çok sonraları geldi olmalıdır.
Osmanlı’ya matbaa hizmetleri Ortadoks ve Rum cemeatlarının kendi dillerin de, kendi alfabelerin de dini ve diğer konularda ki baskıları ile matbaanın ilk kullanım tarihini esas almak üzere Avrupa’nın bir çok ülkesinden önce gelmiştir, önce bunun adını doğru okuyalım.
Bizde Matbaanın (bazı kesimlerin sözü ile geç gelmesinin) Arap harfleri ile Türkçe basımı yapılan eserler de kullanılmasına engel olarak iki sebep ortaya atılır. Bunlardan bir tanesi Hocaların matbaaya karşı olduklarından ötürü olmaz fetvası,diğeri ise Hattatların mesleklerinin ellerinden alınması karşı oluşları ve dolayısı ile hattatların “İstemezük” diyerek karşı duruşları olduğu söylenmektedir.
Şimdi bir bakalım engel mi olunmuş, yoksa destek mi ?
Birincisi Hocaların karşı çıkışlarının sebebi İslami ilimlerin geniş kitleler tarafından okununca ve bilinince kendi otoritelerinin kaybolacağı için karşı oldukları söyleniyor. Peki bu söylenen din adamları ,daha az sayıda el yazması da olsa dini kitapların ve eserlerin elle çoğaltılmasına neden karşı çıkmıyor da, binlerce kişinin okumasına ve Matbaa ile çoğaltılmasına neden karşı çıksın.
Oysa ki tam tersi olmuş ulema ve din adamları matbaa ile basım işine taraf olmuş ve destek olmuşlardır ,nasıl olduğuna isterseniz birlikte bakalım.
Osmanlı’da Matbaa da basıma geçildiğin de İlk kitap olarak, İbrahim Müteferrika tarafından yazılan ve basılan VAN KULU eserinin önsöz tanıtım kısmına şeyhülislam dahil ulemalar ve kadılar olmak üzere on bir(11) din yetkilisi ön söz yazarak, baskılı kitabı teşvik eden (takriz) metinler yazmışlardır.
Yani Matbaaya karşı olduğu söylenen din adamları idi sözü, koca bir yalan ve İslam’a atılan iftiradır. Hatta matbaaya karşı olabileceklere karşı, Ön söz yazarak Ulema ve Alimler Makam ve ünvanları vasıtası ile kendilerini siper etmişlerdir.
Gelelim bir İtalyan gözlemci olduğu söylenen sahtekarın sözüne, bu sözü yıllarca uyu uyu yat uyu olarak bizlere dinlettiler ve ezberlettiler. Neydi bu söz, o sıralar İstanbul’da hattatlık ile geçimini sağlayan 90.000 kişi yaşıyormuş ve tabi bu yüzden padişahta bu kadar insanın işini kaybetmesini göze alamadığından ve hattatların tepkisinden çekindiğinden buna olur verememiş.
Peki bir küçük hesaplama yapalım istersiniz.
Eğer her hattatın ailesi ile beraber 4 kişi saysak 90.000 X 4 = 360.000 kişi eder mi eder.
Peki o tarihler de İstanbul’un sizce nüfusu kaç, isterseniz ben söyleyeyim 450.000 (1) .
Evet bu 90.000 hattat, bu kitapları kime satıyor da geçimini sağlıyordu, Çünkü eğer bu sayıya inanır isek, çünkü hemen hemen nufüsün tamamına yakını hattat ve aileleri olması gerekiyor. Koskoca payitahtta başka mesleklerde hiç kimse yaşamıyor mu, yani İstanbul sadece Hattatların yaşadığı bir yerleşim yeri ve şehri olması gerekmiyor mu?
Gelelim Matbaanın icadı ve Osmanlı’ya gelişine
Matbaa,1450’de Yeni Zelenda’da ortağı Fust ile birlikte Almanya’nın Mainz şehrinde metal harflerle basım tekniğini bulmuş ve uygulanmaya başlanmıştır. Gutenberg’in üretimi, özellikle de 1455’te bastığı İncil, yüksek kalitesi ve ucuz fiyatıyla kısa sürede başarılı olmuş, yeni buluş Avrupa’dan başlayarak tüm dünyada yaygınlaşmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk matbaası daha 1493 yılında, İbrahim Müteferrika’dan 234 yıl önce, İspanyol göçmeni David ve Samuel İbn Nahmias Kardeşler tarafından kuruldu. İlk kitap, Yakup ben Asher’in Arba’ah Turim eseri 13 Aralık 1493’te basıldı.( Matbaanın Osmanlı’ya ilk geliş tarihi)
İtalik hurufatı, sayfa düzeni, folyo işaretleme tekniği, metin başının büyük harfle belirtilmesi gibi yenilikleri matbaa sanatına kazandıranlar da İtalya yolu ile İstanbul’a gelip yerleşen Sonsino ailesidir.
Tarihler ve isimler esas alındığın da Matbaanın kullanımı Osmanlı topraklarında Avrupa ile aynı zaman (15. Yüzyıl)da gelmiştir. Gayri Müslümlerin işlettikleri matbaaları vardı ve bu Matbaalarda kendi dillerin de kitaplar basıyorlardı, Türkler ise matbu değil el yazmalarını tercih ediyorlardı. Matbaanın neden tercih edilmemesinin sebebini de aşağı da izah edeceğiz.
Evet, Osmanlı’nın matbaayı geç kullandığı iddiası geçmişte ve günümüzde, ciddi boyutlara varan İslam ve Osmanlı düşmanlarının çıkardığı bir iddiadır. Araştırıldığında matbaanın yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı sırada, batının bütün devletlerinin genelinin kültür durumunun, Osmanlı halkının kültür durumuyla kıyas kabul etmeyecek kadar düşük olduğu görülür. Osmanlılar ve İslam ülkelerinde Refah ve zenginlik söz konusu olduğu dönemde Avrupa karanlık dönemini yaşıyor. Kiliselerin ve derebeylerin halkı sömürdüğü, Afarozlar ile yönetimlere ayar verdiği yılları yaşıyorlardı.
Osmanlı’da okuma-yazma oranı ve evlerde kitap bulundurma oranı yine batı ile kıyas edilemez durumda idi. Bizde Hak dini Kur’an dili olan Arapça harfler ile el yazması dini ve diğer branşlar da kitaplar, Medreseler de ilim ile ALLAH’ı bulmanın tedrisatını yapıyorlardı.
Şimdilik gelelim Matbaanın ilk ne zaman Osmanlıya geldiğine, bilinen en kati bilgi, İstanbul’un alınış tarihinden sonra matbaacılığın, bu sanatla ilgilenen Museviler tarafından yurda getirilmiş olmasıdır. İlk matbaa ise Museviler tarafından Il. Bayezid zamanında açılmıştır. Padişahtan alınan izin fermanı ile kitaplar 1488’de basılmaya başlanmıştır. Hatta bu basılmış eserlerin kapağında “Sultan II. Bayezid Han’ın gölgesinde basılmıştır” ibaresinin olması, bazı kaynaklardaki, matbaaya Osmanlı padişahlarının cephe aldıklarına dair ileri sürülen fikirlerini çürütmektedir.
Ayrıca Yine koca bir yalan olan, II. Bayezid’in “Kim matbaa ile uğraşırsa idam ederim” şeklindeki bir buyruğu olduğu iddia edilmektedir. Bunun aksine II. Bayezid döneminde Yahudiler İstanbul’da ilk matbaayı kurmuş ve bu matbaada 18 tane kitap basılmıştır. Matbaacılık faaliyetleri I. Selim zamanında da sürmüş ve bu dönemde ise toplam 33 kitap basılmıştır.
Tekrar söylemeye gerek var mı bilmiyoruz, YİNE DE SÖYLEYELİM. Matbaanın geç kaldığı iddia edilen zaman dilimin de,İLMİ kitapların ve DİN dışındaki kitapların basımın da bir geç kalma söz konusu değildir. Dini eserlerin basımında ise matbaacılığın gelişiminden sonra basılmaya geçilmiştir. Çünkü Matbaacılığın ilk zamanlarında baskılarda ciddi yazılım ve baskı hataları oluşmaktaydı. Çok uzun bir dönem Kitapların arka sayfalarında yanlış basılan kelimelerin listesi ve karşısında düzeltilmiş halı vardı. Böyle bir baskı sistemin de Ayet ve Hadislerde yapılacak yanlıştan kim sorumlu olacaktı.
Şimdi yine de Matbaa Osmanlıya geç geldi çünkü Osmanlı din adamları engel oldu demeye devam edenler olacak ise kısa bir araştırma zahmetinden sonra bu bilgilere ulaşacaklarını haber verelim. Yine de söylenmeye devam edenler olursa bu onların bileceği bir iştir.
Allah (c.c) İslam dini mensuplarına “oku” emri ile ilk ayetini göndermiş iken, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) “ilim Çin’de dahi olsa gidip alınız “ buyurarak yön göstermiş iken Kimse bu dinin ve Müslümanların ilme karşı olduğunu idida edemez etse de, bizim değil onların bileceği iştir.
Bu Millet İslam’ın emrinde ilelebet İnsanlığın selameti için mücadeleye devam edecektir. Bu Millet Dünyanın en asil Milletidir, İslam tartışmasız Allah indindeki tek dindir ve bizim HİÇ BİR ŞEKİLDE medeniyetimizin ve uygarlığımızın “birilerinin” tasdikine korumasına ihtiyacı yoktur vessalam.
Mustafa Hakki SEZGİN/ Türkiye Postası Gazetesi /Genel Yayın Yönetmeni
Kaynak: Derin Tarih, Dünya Bülteni, Tarih Atlası, Mustafa Armağan
NOT 1 : DÜNDEN BUGÜNE İSTANBUL’UN NÜFUSU 1478-1950
İktisat tarihçisi Ömer Lutfi Barkan’a göre 1478 sayımında nüfusu 97.956 olan İstanbul’un nüfusu 1520-1535 arasında 80.000 hane ile 400.000’e yükselerek dünyanın en büyük kenti haline gelmiştir. İstanbul nüfusunun Paris nüfusunun iki, Venedik nüfusunun ise beş katı olduğunu belirten ünlü nüfus bilimci A.F. Weber de İstanbul’un 16. yüzyıl boyunca “Dünya Kenti ” olduğunu doğrulamakta, ancak 17 yüzyılda Paris’ten sonra ikinciliğe düştüğünü yazmaktadır. 19. yüzyılda birinciliği Londra alacak İstanbul ancak beşinci sırada bulunacaktır.