İsrail kendi tabiiyetinde bulunan Müslüman, Hıristiyan, Dürzü ve diğer toplulukları tamamen yok sayan hatta köleleştiren bir yasayı parlamentodan! Demokratik! Bir anlayışla kanunlaştırdı!. Nereden yaklaşılırsa elde kalacak kadar hezeyanlarla dolu bir tasarının yasalaşması, kanunlaştırılması, parlamentodan geçirilmesi, demokratik!, modern!, Medeni devlet gibi kavramlarına, hakaret etmek şeklinde kabul edilmelidir.
YAHUDİ ULUS DEVLET YASASI
19 Temmuz 2018 Perşembe günü İsrail parlamentosunda ırkçılık ve faşistliğin bile sınıfta kaldığı bir yasa kabul edildi. Kabul edilen Yahudi Ulus Devlet Yasası, 55 oya karşılık 62 evet oyuyla parlamentodan geçti. Sert tartışmaların yaşandığı İsrail parlamentosunda, yasaya karşı çıkanlar tasarının sayfalarını yırtarak durumu protesto etti. Evet oyu kullananlar ise Netanyahu ile birlikte hatıra fotoğrafı çektirdi.
Bu yasanın neler getirdiği, asıl ilgilenilmesi gereken konudur. Yahudilerin dışında kalan diğer etnik ve dini kimliklerin yok sayıldığı bu yasaya dünyadan yeterli tepki gelmemesi ise, egemen güçlerin çifte standart ve iki yüzlülüğünü bir daha göstermiştir. Tamamen insanlığa, vicdana, fıtrata ve ahlaka aykırı bir siyaset izleyen egemen güçlerden başka bir şeyler beklemek te doğru değildir. Ancak egemen güçlerin bu iki yüzlülüğüne rağmen, demokrasi, din vicdan hürriyeti ve insan hakları bayraktarlığını yaparak sancağı kimseye kaptırmamaları ise ayrıca değerlendirilmesi gereken bir durumdur.
İsrail Bölgenin Tek Demokrat! Ülkesidir
İsrail, sürekli olarak kendisini bölgenin tek demokrat ülkesi şeklinde takdim ede dursun, çıkardığı yasayı sessiz sedasız uygulamaya koyarak Yahudilerin dışında kalan herkesin hakkını gasp edecek olmasını konuşup tartışmaması ise; ne kadar demokrat olduklarını ayrıca göstermektedir. Zaten bir asırdan uzun bir süredir bölgede uyguladığı işgal, katliam, tehcir, toprakların gasp edilmesi, korsan bir devletin varlığı düşünüldüğünde, demokrat olsa ne olur? Olmazsa ne olur? Sorusunu kendimize sormamızı gerektirir.
Filistinlilerin gasp edilmiş haklarına, talan edilmiş topraklarına ve katledilmişliklerine birde yerinden yurdundan sürülenler eklenmelidir. Bir cümleyle izah edilmeye çalışılan zulüm bir asırdan fazla bir süredir her an devam etmektedir. Yani Filistinli beş nesildir bu zulme maruz kalmıştır. Ve hala bu zulme maruz kalmaya devam etmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken konulardan belki de en önemlisi israil’in ustaca yürüttüğü iki yüzlü politikadır. Hem barış diyeceksin, hem katledeceksin. Hem insan hakları diyeceksin hem de savaşta bile uygulanmaması gereken mezalimi uygulayacaksın. Hem demokrasi diyeceksin, hem de senin gibi düşünmeyenlerin haklarını yasalarla! Çiğneyeceksin. Aynen bu noktada, iki devletli çözüm gazellerini hatırlamak ve hatırlatmakta fayda var. İsrailli yetkililer barış anlaşmaları süresince dillerinden iki devletli çözümü düşürmezken, filistin’e uyguladıkları muamelenin iki devletli çözümle uzaktan yakından bir ilgisi bulunmamaktadır.
Nasıl bir barıştır ki işgali meşrulaştırma kılıflarına aralıksız devam edilmektedir. Nasıl bir barıştır ki, işgal ettiği bunca toprak yetmiyormuş gibi halen “yerleşim yerleri” kılıfı adı altında yeni topraklar gasp ediliyor. Nasıl bir barıştır ki, iki devletli çözüm diye israil’in Oslo görüşmelerinde imzalamasına rağmen, nehrin batısında iki devlet olamayacağını ayan beyan, ulu orta yerlerde en yetkili kişiler dile getirebiliyor. Bu durumu dile getirenler devletin en üst kademelerinde bulununca, bu devlet yetkililerine siz Oslo’da neyin altına imza attınız sorusunu gerekli kılmaktadır. Ancak mevcut haliyle İsrail attığı imzanın gereğini yerine getirmek noktasında kendisini yükümlü görmezken, Filistinli atmadığı imzanın bedeline mahkum edilmektedir. Böylesi adaletsizce ve saldırgan, haksız hukuksuz uygulamalara imza atan mevcut dünya düzeninin himaye ettiği israil’den insanlığın veya kendilerinden başkasının faydasına bir karar veya bir adım beklemek kesinlikle yanlıştır. Hatta her daim insanlığın zararına adım atmamasını beklemek başlı başına bir yanlış olarak görülmelidir. Bu açıdan değerlendirdiğimizde, israilin attığı adımları doğru bir zemin üzere konumlandırarak yorumlama veya anlamak imkanına sahip olabiliriz.
Yahudi Ulus Devleti yasa tasarısı konusunun evhamdan veya israil’in geçmişteki uygulamalarından muhtemel çıkarsamalarla kötü bir adım olabilirmi? Şeklinde bir tereddüt veya düşünceye yer bırakmaksızın, en zalim toplumların, ilkel kabilelerin bile aklına gelmeyecek seviyede bariz zalimane kararlar almış olması manidardır. Aslında İsrail, bu konuda insanların vicdani duygularının uyanmasını sağlayacak adımlar atmaktadır. Kanaatimizce israil’in bu kadar zulmüne rağmen hala uyanamayan vicdanlar daha büyük bir vebalin içindeler.
İsrail kendi tabiiyetinde bulunan Müslüman, Hristiyan, Dürzü ve diğer toplulukları tamamen yok sayan hatta köleleştiren bir yasayı parlamentodan! Demokratik! Bir anlayışla kanunlaştırdı!. Nereden yaklaşılırsa elde kalacak kadar hezeyanlarla dolu bir tasarının yasalaşması, kanunlaştırılması, parlamentodan geçirilmesi, demokratik!, modern!, Medeni devlet gibi kavramlarına, hakaret etmek şeklinde kabul edilmelidir. Bu kavramların modern dünyada taşıdıkları anlamın ayrıca sorgulanması gereklidir. Bu kavramlardan hiç birisi ile yan yana gelemeyecek bir içeriğe sahip bir tasarıya, halen bu kavramların kullanılabilmesinin iki yüzlülük seviyesini anlayabilmek için ayrıca cehd etmek veya buna dair eğitim görmek gerekir kanaatindeyiz.
Yasa tasarısını kısa başlıklar altında değerlendirerek yasa tasarısındaki bazı maddelere değinip konuyu toparlamaya çalışacağız.
Arapça resmi dil olmaktan çıkacak ve ülkenin tek resmi dili İbranice olacak:
İki milyondan fazla Müslüman vatandaşa sahip olan İsrail, bu vatandaşlarının ana dillerini yok saymayı kanunlaştırmıştır. Hatta tek resmi dil olarak İbranice dayatılmaktadır. İsrail halkının çoğunluğu Müslüman ve Hıristiyan’lardan oluşan yaklaşık nüfusun yarısı Arapça konuşmaktadır. Tüm bunların ana dil hakları yok sayılmaktadır. Dini argümanlar konusu da başka bir sıkıntı. Müslümanlara yakın zamanda defalarca ezan yasağı uygulamaya çalışan İsrail, arapça ezan konusunda farklı uygulamalara başvurmak için bu yasayı atlama taşı olarak kullanabilir. Zaten israil durduk yerde ezanı yasaklama kararları almaktadır. Belki İbranice bilmeyen bir Müslümanın ibrani mahkemelerde kendisini savunmaya zorlanmasına yol açacaktır. Mesela bir Arap olan Filistinlinin arapça dini kaynaklarına erişim konusu sıkıntılı bir hale gelebilecektir. Ana kaynaklarımız kuran ve hadis ilimleri başta olmak üzere, diğer ilimler veya tarih bilgisi belki arapça kaynaklardan tedarik edilemeyecek, dolayısıyla muharref Yahudi bakış açısına uygun bir tarih öğretisi dayatılacaktır.
Ülkede kendi kaderini tayin etme hakkı sadece Yahudilere aittir: Aslında bu maddelere hiçbir şekilde şerh düşmemek en uygun olanıdır. Çünkü ayan beyan maddeler ortada. Mesela bu yasadan sonra İsrail devletinin arap kökenli halkı olan dürzüler büyük protesto eylemleri gerçekleştirmişlerdir. Askerlik yapsın, vergi ödesin, ticaret yaparak israile katma değerde bulunsun, gerektiğinde canını versin ama; geleceği ile ilgili kaderini tayin etme hakkına sahip olmasın. İsrail kestirme bir söylemle Yahudi olmayan halka şunu söylemektedir; geleceğinizi ipotek altına aldık, tüm haklarınız gasp edilecek, hepinizi kendimize köle yaptık bunu da kanunlaştırarak garanti altına aldık. Bunun başka bir izahı olamaz. Aslında israilin demek istediği; sizler bu topraklarda fuzulisiniz. Firavunun yaklaşık 3300 yıl önce israiloğullarına uyguladığı köleleştirme siyasetinin aynısını İsrail sıfatıyla, modern versiyon bir firavun olarak Filistinlilere uygulamaktadır.
İsrail bir Yahudi devletidir: İsrailli yetkililer defalarca İsrail devletinin Yahudi devleti olduğunun kabulünü talep etmekteydi. Daha doğrusu dayatmaktaydı. Yahudilerin dışında kalanlara dini manada bir dayatmanın yasalaştığı ayan beyan ortada. Adeta diğer dinler yok sayılmakta, hatta Yahudiliğe mahkum edilmektedir. Roma imparatorluğunun katliamlarına iki bin yıl önce maruz kalmış olan Yahudiler, iki bin sene sonra Romalıların yaptığını demokratik ve hukuk devleti gazellerinin arkasına sığınarak yapması manidardır.
İsrail dünyadaki tüm Yahudilerin tarihi anavatanıdır: Ana vatanından altı milyondan fazla filistinliyi süreceksin, mevcut dünya düzenine göre anavatanına dönme hakkı bulunan filistinli’ye filistin’e dönmeyi hatta girmeyi yasaklayacaksın. Buna mukabil filistin’den haberi olmayan birilerine de Filistin toprağının ana vatan olduğunu kanuna bağlayacaksın. Bu gibi zorbaların yaptıklarını kanunlaştırmaları zor anlaşılabilir bir durumdur. Zaten zorbasın yaptıkların ortada, yasaya ne ihtiyacın var ki? Hem yaptığın bu yasayı yarın daha zalimane bir türünü bulduğunda daha fazla sömürmek daha fazla zulmetmek için yine değiştireceksin. Önemli olan ise, zulmü yasalaştırırsanız gelecekte bunun hesabının sorulmayacağını mı zannediyorsunuz?
Hukukta bir boşluk olduğunda Yahudi şeriatı referans alınacaktır: İsrailin ana yasasının olmadığını hatırlatarak başlamak en doğru olandır diye düşünüyorum. Ana yasası olmayan bir israilin Yahudi şeriatının kanunlaştırılması için bir hazırlık, bir altyapı olarak düşünülebilmelidir. İsrail, uzun vadeli planlar yapmakla tanınmalıdır. Sultan Abdulhamid döneminde Berlin elçimiz Tevfik paşanın raporu “Yahudiler filistin topraklarında bir devlet kurmak istemektedirler. Ancak kuracakları devlet için filistin toprakları ile yetinmeyeceklerdir.” 14 Mayıs 1948’de israilin kuruluşunu ilan eden David Ben Gorion, “Kudüssüz İsrail, mabedsiz kudüs kabul edilemez” demiştir. 1967’de kudüs İsrail tarafından işgal edildi. Şimdilerde hedef Mescidi Aksanın yerine tapınak inşa etmektir. Buradaki ifadeden anlayacağımız israil’in uzun soluklu bir programa sahip olması ve bunun hesabının yapıyor olmasıdır. İsrail’in ana yasasının olmamasını da mutlaka gelecekte muharref tevratın kanunların alt yapısında kullanılmak maksadıyla hazır tutulduğu düşünülmelidir.
Tevrat, bölgede yaşayan Müslüman, Hıristiyan, Dürzi ve diğer topluluklara karşı kullanılacak. Tahrif edilmiş Tevrat’ın Yahudi’den başkasına yaşam hakkı tanımadığını biliyormuyuz? Bir yahudi’ye göre Yahudi olmayan her bir kişi Goyim’dir. Goyimler dünyaya Yahudilere hizmet etmek için gelmişlerdir. Yahudi ırkının üstünlüğü ve seçilmiş bir halk oldukları, Yahudilerin inanç temeline dayanmaktadır. Bu inanç üzerine inşa edilecek bir kanun, diğer var olan yapıların veya inanç mensuplarının haklarının gasp edilmesinin adeta bir garantisidir. Kanunlaştırılarak yasallaştırılmış zulmün, hukuka! ve kanuna! Uydurulmuş şeklidir.
Dünyadaki tüm Yahudilerin İsrail’e dönme hakkı vardır: Mevcut dünya düzeni kuzunun kurt’a emanet edildiği bir düzen olarak görülmelidir. Hatta daha ötesi bir durum söz konusu. Günümüz dünya düzeni için; Sadi Şirazi’nin eserinde bulunan, “taşları bağlamışlar, itleri serbest bırakmışlar” sözü yakışır kanaatindeyiz.
Filistin topraklarına asıl dönme hakkına sahip olan tehcir ettirilen Filistinlilerdir. Mülteci kamplarında gayrı insani şartlarda yaşamaya mahkum edilmiş olan Filistin’lilere kendi yurtlarına, topraklarına, şehirlerine, evlerine dönme hakkı tanınmamaktadır. Ancak her bir yahudiye filistin topraklarına dönme hakkı! kanunlaştırılmıştır. Zulmün daimiliği tarih boyunca vuku bulmuş değildir. Zulmün burada da payidar olacağı düşünülmemelidir. Nitekim ünlü Selçuklu veziri Nizamulmülkün siyasetname eserine başlarken naklettiği veciz söz manidar ve yol gösterici mahiyettedir. “Küfr ile belki amma zulm ile payidar kalmaz memleket.”
Bu maddenin altında israilin Yahudileri filistin topraklarına getirmek hususundaki başarısızlığı görülmelidir. Yaklaşık iki asırdır yoğun bir şekilde çalışmalarına rağmen dünya Yahudi nüfusunun yarısı filistin topraklarına getirilememiştir. Müslümanlar olarak hiçbir din mensubu ile sorunumuz bulunmamaktadır. Diğer din mensuplarının belki de en huzurlu dönemleri bizim egemenliğimizde yaşadıkları zaman periyotlarıdır. Burada da sıkıntı Yahudilerle ilgili değildir. Zira 638 tarihli islami fetihten beri bu topraklarda Yahudiler yaşamaktadırlar. Hatta bu topraklara girişlerine biz Müslümanlar izin vermişiz. Bizim sorunumuz Siyonizm ve Siyonist zihniyetledir ki, mevcut İsrail devleti Siyonist bir devlettir.
Her an ve her zaman için Yahudilerin bu topraklara girişlerinin hakkının yasal kazanılmış daimi bir hak! Şekline sokulması İsrail için hayati önem arz eder. Durumun kanunlaştırılması Yahudilerin bu topraklara dönüşlerinin yasal bir hakka bağlanarak dünya Yahudilerinin bilinç altına bir anavatan duygusu ve hissi yerleştirilmeye, aidiyet bağı oluşturulmaya çalışılmıştır. Yahudilerin bu topraklarda sayıca fazla bulunması İsrail devletinin gücü ve güvenliği açısından hayati önem arz eder. Şeyh Edebali’nin güzel sözünü hatırlamakta fayda var. “milleti yaşat ki devlet yaşasın.” Halkı olmayan bir devletin geleceği olabilir mi? Evet israil Yahudi devleti diye ilan ediledursun ama Yahudiler burada toplanamamış olsun. Başarısızlıklarını yasal kazanılmış haklarla gelecekte başarıya döndürme hevesinde olan İsraillilerin heveslerinin kursaklarında kalacağı belki de tek gerçektir.
Yahudilerin dini günleri resmi tatil olacak: Resmi tatil Yahudilerin dini günlerinde mümkün olacak. Müslüman ve hıristiyanların dini günleri hatta ibadet zamanları resmen yok sayılmaktadır. Utanç üstüne utanç şeklinde değerlendirilmesi gereken konular konuşmak ve yazmaktan haya edilirken, israilin bunları yasalaştırması israilin seviyesinin göstergesidir. Aslında çok yadırgamamalı çünkü İsrail kendisine yakışanı yapmaktadır. Veya israilden başka ne beklenir ki?
İsrail’in başkenti Kudüs’tür: Dünya hukuku batı Şeria toraklarının önemli bir kısmını işgal edilmiş topraklar şeklinde tanımlamaktadır. Gerçekte ortada bir işgal var. Bu işgal herkes tarafından bilinmektedir. İşgalin başkentimi olur? Sorusu belki de en önemli sorudur. Dünya hukukunu tanımayan veya kendi işine yarayan kısmını alan bir topluluk, yarın bu hukuk ve kanunların aynısıyla daha beter bir duruma düşebileceğinin hesabını iyi yapmalıdır. Tarih boyunca toplumlar, milletler yükseliş ve çöküşler yaşamışlardır. İslam dünyası günümüzdeki sıkıntılardan daha büyüğünü atlatmıştır. Er veya geç bu sıkıntılar atlatılacaktır. Bu sefer mazlum Müslüman milletler hesap veren değil hesap soran konumda olacaktır. Bize düşmanlık yapan toplumların bu konuda önemli bir şansı var. Çünkü biz Müslümanlar diğer toplumların bizlere yaşattığı zulme karşılık, güçlü ve egemen olunca adaletten sapma hakkına sahip değiliz. Adaletle olmak kaydıyla zalimlerden hesap sorulacaktır.
Yahudi yerleşimlerinin inşasına devam edilmesi ulusal bir çıkardır: Yahudiler için inşa edilen şehircikler için, yerleşim yerleri şeklinde, çok masumane bir tabir kullanılmaktadır.
Asıl ismi, gasp, işgal veya talan olan bu uygulama masumlaştırılmış ifadelerle zihinlerimize servis edilmektedir. Yerleşim yerleri diye ifade edilen bu yerler, israil’in Filistin topraklarıdır şeklinde imzalayıp kabul ettiği alanlarda inşa edilmektedir. Yani İsrail için yeter ki gasp etmiş olsun, attığı imzanın veya verdiği sözün bir kıymeti harbiyesi bulunmamaktadır. Bu yerler tamamen Filistinlilere ait topraklar üzerinde inşa edilmektedir. Ve İsrail vatandaşı Yahudi nüfusunun yaklaşık yüzde onu “yerleşim yerlerinde” gasp edilmiş topraklarda yaşamaktadır.
Dünyanın yasadışı kabul ettiği yerleşim yerlerinin yasalaştırılması, İsrail’in haleti ruhiyetinin iyi bir göstergesidir. Her konuyu ve her durumu kendi ekseni etrafında döndüren bir topluluğun geleceği parlak değildir. Nitekim bu coğrafyada azınlık olmaları gibi bir dezavantaja sahip olmaları da kendileri açısından daha da negatif bir durum oluşturmaktadır. Hakkını toprağını gasp ettiğiniz bir halkı çıkardığınız sahte, uydurma, zorba ve zalimane sözde bir yasayla durdurmanız bastırmanız bugün için belki, ancak yarın için imkansızdır.
Bu zulüm ile ilgili ayıp kime ait?
Egemen güçler İsrail’in tüm hukuksuz uygulamalarına sessiz kalmaktadır. Bu çifte standardı uygulayan ve destekleyenlerin ayıbı küçümsenmemelidir. Ancak bu zalimlerin zulmü ve zorbalığına karşı durmayan Müslümanların vebalinin zalimlerin vebalinden fazla olma ihtimali de göz ardı edilmemelidir.
İsrail öyle bir hazırlık yapıyor ki, mutlaka zulmü daha ileri safhalara taşıyacaktır. Ve bu zulüm insanlığın karşı çıkacağı bir noktaya doğru ilerleyecektir. İsrail’in Zulümleri ortaya çıktıkça, zihniyetleri anlaşıldıkça, tüm insanlığın aleyhine bir düşünceye sahip oldukları görülecek ve anlaşılacaktır. Bu tutumun yakın vadede İsrail’in başına iş açacağı kanaatindeyim. Zulüm ile abad olunmaz. Bize düşen geçici olan bu zulme karşı duruşumuz, amelimiz ve tavrımızdır. Doğru bir tavır tercih etmeyerek hesabını veremeyeceğimiz bir amele sahip olmaktansa, mazlumun yanında zalimin karşısında durarak sahih bir amele sahip olmak tercihimiz olmalıdır.
Musa Biçkioğlu
12.08.2018 Mekke