Öğret bana,
nasıl unutulur düşünmek!
William Shakespeare
Bir düşünmek ki “debelenir içimde kıvrak ve küheylan”!
Kimiz biz? Niçin varız? Nasıl bir nesil inşa etmenin derdindeyiz? Bu sualin cevabını doğru verdiğimizde eğitim politikamızı da belirlemiş oluruz.
Ülkemizde eğitimin düşünsel ve felsefî arka planı görmezden geliniyor. Yönetmeliği ilâhlaştıran eğitim sistemi, göstermelik ve seremoni seansları halinde ilerliyor bizde.
“Eğitim kıvılcımla ateş yakmaktır.”
Bizler ateşin derdinde değiliz, göz boyamanın yollarını arıyoruz. Kusursuz yıllık planlar, ayrıntılı dönem başı ve sonu zümreleri, kalabalık müfredat programları, kurul tutanakları…
Her şey kusursuz işliyor, her şey tıkırında gidiyor, kâğıt üzerinde! Bu güllük gülistânlıkta evraklar görücüye/denetime çıkmaya âmâde.
Peki, eğitim sistemimizin arka merdiveninde ne var?
Teftiş fobisi var! Evrak fetişizmi var! Mevzûat aşkı var! Statüko takıntısı var! Prosedür tanrısı var! Ben öyle istiyorum iptilâsı var!
Bütün mesele, hiyerarşik düzlemde alttakilerin üsttekileri memnun etme gayreti… Bütün mesele dostlar alışverişte görsün.
Ne var eğitim sistemimizin arka merdiveninde?
Ardı arkası kesilmeyen seminerler, toplantılar, raporlar, değerlendirme formları, memnuniyet anketleri, nöbetler, kutlamalar, eylem planları, törenler, ritüeller var.
“Silahlar gördüm namlusu akla çevrilmiş”
Kendi ekseninde dönen nöbetler, koridor bekçiliğidir!
Kafa ütülemenin ötesine gitmeyen seminerler, bakanlığın “yetersiz öğretmen sendromunu” aşma saplantısı!
Vakit hırsızı ŞÖK’ler, öğrenci kulisi!
Saatler süren kurul toplantıları, ego savaşları arenası!
Hiçbir işe yaramayan sınav analizleri, öğretmeni yıldırma politikası!
İmza sirküleri, idarenin mes’uliyeti üzerinden atma belgesi!
Belirli gün ve haftalar, bir yazı, iki şiirle tekrarın geviş getirmesi!
Ülkenin öbür ucundaki okulla müşterek eğitim, ütopik sanrı!
Çâre yok, kalmamış kelimesi zihinlerin. Çâre yok, zevâle uğramış fikretmek.
“Sonra bir öğretmen, ‘Bize eğitimden bahset.’ dedi. Ve o cevap verdi:”
Eğitim, insandaki cevheri, güzelliği, düşünme yetisini ortaya çıkarmaktır. Erich Fromm’un öngörüsüyle; çocuğu/genci kendi yeteneğinin bilincine vardırmaktır. Balığı yüzebileceğine, sincabı tırmanacağına inandırmaktır.
Öğretmen; uçuşu öğretendir, çocuğa/gence kanat takan. Bu da kafes içinde mümkün değildir.
Sahada gerçekleşir eğitim. Atölyede, kütüphanede, laboratuarda, stantta, gezi- incelemede, müzede, sahnede ve duvarların ötesinde… Öğrenci ne kadar sahada iş yaparsa o denli kendini gerçekleştirir. İşi ne kadar kendisi yaparsa o denli öğrenir.
“Ne var ki, olaylar bu arzulanan formülün zıddı istikamette gelişti.”
Eğitim; özenle hazırlanan dosyalarda, dizi dizi tutanaklarda, kabarık klasörlerde, sayısız belgelerde, formlarda, upuzun raporlarda tutuklu kaldı.
Vakit sorgulama vaktidir.
“Ruh cephesinin maden işçileri” neden kifayetsiz kalıyor? Neden aslî olanı yapmaktan aciz?
Evraklar, sınavlar, analizler, kurullar, veli toplantıları, okul-ilçe- il zümreleri, sosyal kulüp çalışmaları, portfolyö dosyaları, rehberlik faaliyetleri, okul nöbetleri, pansiyon nöbetleri, öğle yemeği dağıtımı, etütler, kurslar, deprem tatbikatı, yangın tatbikatı, yüz yüze yahut çevrimiçi eğitimler, sınav gözetmenliği, salon başkanlığı, seçimlerde sandık sorumluluğu gibi ne kadar fasa fiso işler varsa ona yükleniyor.
Gerisi hep angarya!
Boş gezenin boş kalfasıdır öğretmen; bu yüzden her geçen gün yeni yeni lüzumsuz işler, öğretmenin vazife alanına tanımlanıyor. Arta kalan vaktinde ihtimamla sınıflara, derslere ve öğrenciye eğilebilecektir (!) Eğil, eğilebildiğin kadar!
Öğretmen! Kendi dışındaki şartların tutsağı.
Öğretmen! Yüzünde seremoni yorgunluğu!
Ve gözlerinde umudun kırıntıları… Prosedür mabedinin gölgesinde mumdan kayıklarla angarya denizini geçmeyi düşlemekte.
“Ben öyle bilirim ki yaşamak
berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır.”
Koca bir kayayı dik bir tepenin doruğuna yuvarlamaya mahkûm edilmiş Sisifos’un beyhude gayretidir öğretmenin çabası!
Leyla Yıldız