Ordumuzun silah ihtiyacının yerli ve millî imkânlarla karşılamak amacıyla; dönemin önemli sanayicilerinden biri olan Nuri Killigil, ilk yerli savunma sanayi tesisini kurmak için 1938 yılında harekete geçti. Zeytinburnu ‘nda farklı amaçlı kullanılan bir şirketi satın alıp bir madeni eşya fabrikasına dönüştürdü. Burada tabanca, gaz maskesi ve mermi üretmeye başladı. Killigil, bir süre sonra fabrikasını genişleterek Sütlüce’ye taşıdı. Burada daha önce üretilen ürünlere; havan, havan mermisini ve piyade tüfeği mermisini ekleyerek ürün çeşitliliğini artırdı. Türkiye’nin geleceği bakımından hayati öneme sahip bu tesisin kurulması elbette küresel güçlerin işine gelmiyordu. Kısa bir süre sonra devreye girerek, fabrikada silah ve mühimmat üretimine derhal son verilmesini istediler. Killigil cesur bir vatanseverdi. Baskı ve tehditlere pabuç bırakmadı, silah ve mühimmat üretimine devam etti. Bu kararı, hem kendisinin hem de fabrikasının sonunu getirecek sürecin de başlangıcı olmuştu. 2 Mart 1949’da İstanbul büyük bir patlamayla sarsıldı. Patlayan sadece bir kahramanın hayalleri değildi! Patlayan, bir milletin geleceğiydi!
Küreselcileri rahatsız eden bu silah sanayisi havaya uçurulmuştu. Üstelik yıkılan enkazın altında kahraman Nuri Killigil’de vardı. Fabrikadan ve Nuri Killigil’den geriye sadece külleri kalmıştı! Yapılan soruşturma, tahmin edileceği üzere formaliteden öteye gidemedi ve olayın üstü kapatıldı. Patlamanın siyasi bir sabotaj olduğu rivayetleri ortaya atıldı. TBMM’de bazı milletvekilleri hükümete soru önergesi vererek, fabrikanın nasıl ve kimler tarafında havaya uçurulduğunun açıklanmasını istemiştir. Dönemin Başbakanı, yapılan kapalı celsede kürsüye gelerek olayla ilgili açıklamalarda bulunur. Ne hikmetse anlattıkları, “devlet sırrı” gerekçesiyle günümüze kadar gizli tutulmuştur. Konuşma açıklanmadığı gibi, fabrikanın havaya uçurulması da aydınlatılamamıştır.
Merhum Killigil’e yapılanlar bundan ibaret değildi. Hayallerinden vazgeçmemesinin bedelini hayatıyla ödemesine rağmen, onu katledenler cenazesini de rahat bırakmamışlardır. Nuri Paşa’nın cesedi, defnedildikten bir süre sonra Haliç’te suyun yüzeyine çıkmış. Ailesi yeniden cenaze töreni yapmak istemiş, ancak o dönemin İstanbul Müftüsü: “Sadece bir ceset parçası için cenaze namazı kılınamayacağı” yolunda verdiği bir fetva ile cenazenin kılınmasına karşı çıkmiştır. Merhum Nuri Paşa’nın cenazesi, aile efradı tarafından apar topar törensiz bir şekilde 24 Mart 1947’de Edirnekapı’daki şehitliğe defnedilmiştir. Araştırmacı Atilla Oral, Nuri Paşa’nın mezarının yerini yıllar sonra tespit etti. Ve 67 yıllık gecikme ile de olsa cenaze namazı kılınabildi.
Atilla Oral; 15 yıllık çalışmasının sonucu olarak ortaya çıkan “Nuri Killigil” adlı eserinde, konu ile ilgili şu tespiti yapmaktadır: “Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulmuş ilk silah fabrikalarındandır. Arap-İsrail Savaşı’nda Arap orduları için silah ve cephane üretti. Filistin halkının hak ve özgürlük mücadelesini, Filistinlilere silah ve cephane göndermek suretiyle destekledi. Ancak bu faaliyetler ABD ve İsrail’in o dönemdeki menfaatlerine hiç uygun değildi… En sonunda Nuri Paşa ve fabrikasına sabotaj yapıldı, patlamada Nuri Paşa’yla birlikte fabrikada çalışan 28 kişi hayatını kaybetti. Fabrikanın havaya uçurulmasının ardından Türkiye Cumhuriyeti dışarıdan silah ve mühimmat satın almaya başladı…”
Azerbaycan’ı; İngiliz ve Rus destekli Ermeni işgalcilerin elinden kurtaran, Kafkas İslam Ordusu Komutanı Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa’ya ait silah fabrikasının enkaza çevrilmesi sonrası meydana gelen bazı gelişmeler bize, patlamanın basit bir siyasi suikasten ibaret olmadığı izlenimi vermektedir. Fabrikanın havaya uçurulmasının ardından; Türkiye’nin dışarıdan silah ve mühimmat satın almaya başlaması, Türk Savunma Sanayi’sinin yıllarca âtıl durumda bırakılması ve bu menfur olaydan kısa bir süre sonra İsrail Devleti’nin tanınması arasında bir ilişki olduğu ortadadır.
İlk yerli otomobilimiz “Devrim ve ilk yerli uçağımız “Vecihi Hürkuş”un başına gelenler, Nuri Killigil’in başına gelenden ayrı düşlünülmemelidir. Her biri aynı güçlerin, Türkiye’ye biçtikleri rolün bir sonucuydu!
Küt-ül Amare zaferi gibi Nuri Killigil’de yeni nesillerden gizlendi. Peki ne için? Kim için?
Uluslararası Yazarlar ve Gazeteciler Cemiyeti
Kurucular Kurulu üyesidir.Cemiyette bir süre yönetim kurulu üyeliği ve Genel Sekreterlik görevini de yürütmüştür.