Allah kısmet ederse 2021 yılında üç dört kitabım yayınlanacak. Bunlardan “Edebiyat Okumaları” çalışmamı yayınevine gönderdim. İki şiir dosyam ile “Kılıç ve Kalemin Gölgesinde Kahramanlar” kitabım ise hazır 2021’in ilk aylarında yayınlanacak. Dostlarım kitaplarımı soruyordu, boş durmadığınızı bilmelerini istedim. “Kılıç ve Kalemin Gölgesinde Kahramanlar” kitabımın giriş kısmını burada paylaşıyorum. Umarım beğenirsiniz.
Cemil Meriç, “tarihi deliler ve dehalar yapar” diye yazar. Gerçekten üzerinde yaşadığımız dünyaya baktığımızda tarihi her zaman deliler ve dâhilerin yaptığını görürüz. İnsanlığı uçuruma götüren de bunlardır, huzura kavuşturan da. Çünkü dünyada bütün hareketler tek bir kişinin ayağa kalkmasıyla başlamıştır. Gandi’nin pasif direnişi çıplak ayaklarını sağlam yere basmasıyla başlamıştır. Büyük İskender’in askeri ve siyasi dehası oturduğu coğrafyaya sığmamasına neden olmuştur. Cengiz’in Avrupa kapılarına dayandığında yaptığı bütün anlaşmaları at sırtında imzaladığı söylenir. Fatih, karadan gemileri yüzdürürken büyük bir delilik yapıyordu anlamayanlar için. Şeyh Şamil’i çeyrek asır Ruslarla savaştıran ruh, gelecek endişesi taşıtmayan ruhtur! Ömer Muhtar, İtalyanlara karşı verdiği mücadele de çöl aslanı sıfatını alırken de durduğu yeri biliyordu idama giderken de. İdam edilirken “Ağlamayın ben cellâtlarımdan daha uzun yaşayacağım” diye haykırıyordu. Tarih, işte bu kişilerin ayağa kalkmasıyla yapılmıştır. Bu isimler ait oldukları medeniyetin siyasi/askeri dehaları olarak medeniyetlerinin işaret taşlarıdırlar.
Bir de edebiyat ve felsefede deliler ve dehalar vardır. Bunlar da ait oldukları medeniyet tasavvurundan faydalanarak yeni şeyler ortaya koymuş, zihinleri ve yürekleri sarsmışlardır. Örneğin Sokrates baldıran zehiri dolu kâseyi içerken kendisini ölüme götürenlerle alay ediyor, tarihe not düşülen bir savunmanın/aklı kullanmanın yolunu gösteriyordu. “Ben bir at sineğiyim” derken herkesin rahatını kaçırıyordu. Çünkü o rahat kaçırmak için yaşıyordu. İnsanları dürtmüyor bilakis tokatlıyordu. Dostoyevski, içindeki coşkun çığlıkları bastırmak için tavan aralarında kalem ve kâğıda sığınarak tapacak bir tanrı arıyordu. Hatta icap ederse bir tanrı icat etmekten bahsediyordu. Çünkü ona göre tanrısız bir dünya kaostu. Nietzsche bir elinde kırbaç bir elinde sorguladığı İncil ile İsa öldü derken, kendini İsa yerine koyarak dünyayı kurtarmak ve üst insan yaratmak peşindeydi. İsa’yı inkâr ediyordu ki gerçek tanrıyı bulabilsin! Kadına olan aşkı ve zaafını erkeklik güdüsüyle saklıyor, bu yüzden elinde kırbaçla kadına yaklaşıyordu. Ezilmiş ruhunu kırbaca dayanarak ayakta tutuyordu. O kadının günümüzde olduğu gibi öldürmüyor, terbiye etmek istiyordu. Kırbaç terbiye etmenin ve cezalandırmanın sembolüdür çünkü…
İbn Arabi Afrika’dan Anadolu’ya gelirken yalnız bedeniyle yolculuk etmiyor aynı zamanda ruhen de yolculuk yapıyor, bir aşkınlık yaşıyordu. Zira bâtıni ve ruhi âlemde dolaşırken, bir yandan kendine derûni boyut kazandırıyor, diğer yandan eserleriyle toplumu aydınlatıyordu. Hayyam tatmin olmayan yanlarını, doyumsuz ruhunun iniltilerini sorular sorarak dindirirken, kaderi sığınacak bir liman olarak görüyordu. Sevgisi de isyanı da naz makamındaydı. Hayyam’dan birkaç yüz yıl sonra gelen Sezai Karakoç, “kaderin üzerinde bir kader vardır” mısraıyla bunu dile getiriyor, teslimiyetin yolunu gösteriyordu.
Batı medeniyetinin yetiştirdiği sanatçılar metafizikten daha çok fiziğe yaslandıkları için zaman zaman akıl tutulması yaşamış, çığlık atmışlardır. Çünkü akıl onların tanrısıdır. Akıl hem yollarını aydınlatan bir meşale hem de gelip tosladıkları bir duvardır. Yalnızca akla dayanarak kâinatı okumaya çalışmak, Mevlana’nın dediği gibi “eşeğin çamura saplanıp kalması” gibi çamura saplanıp kalmaktır. Doğu ile batıyı düşünsel ve duygusal alarak ayıran işte bu ince çizgidir. Akıl ve ruh. Duygu ve düşünce…
Batı akılla hareket etmiş felsefeyi, Doğu fizik ile metafiziği, akıl ile duyguyu sentezleyerek hikmeti keşfetmiştir. Bu yüzden bu iki dünyanın edebiyatını anlamadan çağı anlayamayız. Değişik zamanlarda kaleme aldığım bu kısa biyografiler geçmişten bugüne bir yanıyla çağlar boyu süren gelen kahramanları tanıtırken, diğer yandan bu büyük adamların içinde bulunduğu trajidiye parmak basmıştır. Bu anlamda eser; küçük biyografiler çerçevesinde bir medeniyet okumasıdır. Burada rol model olacak kahramanlar seçilmiştir. Gelecek nesillere bu rol modelleri tanıtabilirsek ne mutlu! Bu biyografiler yüreğinizde bir kıpırdama, zihninizde bir medeniyet tasavvuru oluşturabilirse amacına ulaşmış sayılır.
Mehmet KURTOĞLU
18/ARALIK /2020