Modern hayatta her şeyin bir kullanım süresi vardır. Örneğin teknolojik araçlar modellerine göre tercih edilir, bir cihazın ömrü birkaç yıl sürür, sürmez… Cep telefonu, bilgisayar hatta televizyonun kullanım süresi bir üst modele göre şekillenir.
Modern hayat yalnız eşyayı değil, insanı da tüketiyor. Dostluk, kadın erkek ilişkileri hatta evlilikler bu hızlı tüketimden payını alıyor. Boşanmaların çoğalması geleneğin tükenişini gösteriyor. İnsani ilişkilerdeki görüşmeler dahi belli saatler arasında veya belli günlerde, tatillerde gerçekleşiyor. Zaman insanı esir almıştır. Oysa zamanı insan yaratmıştır. Saatleri ayarlayarak hayatına sokan insan gerçekte kendine bir süre biçmiştir. İnsanların değil birbirine, kendine ayıracağı zamanı dahi yoktur. Bu hızlı yaşam temposundan en çok yine insanın kendisi muzdariptir.
Böylesine sıkışık bir zaman ortamında beş yüz, bin sahifeyi bulan eski klasik romanları okumak artık mümkün değildir. En iyi okuyucu iki yüz üç sahifelik eserleri görünce ürküyor. Evlerinde kimse sekiz on ciltlik ansiklopedi, hadis veya tefsir kitabı bulundurmuyor.
Bütün bunlar zaman olgusunun ortaya çıkardığı önemli noktalardır. Modern insanın bakış, düşünüş ve yaşam tarzını da artık hızlı akan zaman, dijital çağ belirliyor. Örneğin bütün bunlara rağmen İslam dünyasında halen tek bir adamın, şeyhin, üstadın yazdığı kitapları okuyup abilik, müritlik müessesini devam ettiren cemaatler, belli sayıda tesbih çekmek için toplanan tarikatlar, bir araya gelip toplu zikir/ayin yapan müritler yaşıyor. Toplumun/dünyanın gidişatından ve gerçekliğinden kopuk bu insanlar modernizm öncesi alışkanlıkları devam ettirmektedirler. Öyle sanıyorum ki modern dünyanın çocuklarında bunların bir karşılığı yoktur. Bunlar soyu tükenmekte olan gelenekçi toplumların son temsilcileridir. Hakikatten kopuk, 20. yüzyıl kalıntısı alışkanlıklardır. Yaşı kemale ermişlerin müzmin davranışlarıdır.
Dünyanın bu hızlı gidişatına, zaman mefhumunun önem kazanmasına, modernizmin geleneği buldozer gibi ezip geçmesine rağmen, İslam dünyasının bu alışkanlığını devam ettirmesi, uçurumdan düşen adamın haline benzemektedir. Uçuruma düşen adamın bilinçsizce tutunduğu dal gibi bir takım tarikat veya cemaate tutunmayı kurtuluş sanmaktadırlar. Belli bir dönemin ruhu çerçevesinde yazılmış, ama miadını doldurmuş kitap, fikir ve inançların etrafında toplanılması ancak nostaljik bir durum olarak yorumlanabilir
Teknoljinin insanı mabetten uzaklaştıran gücü karşısında Tanrıya sığınmak yerine, Tanrının gücünü/varlığını teknolojiye yüklemek gerekir. Betondan, taştan, tuğladan mabetler yerine teknolojik mabetler inşa edilmelidir. Kilise bunu henüz televizyon icat edildiğinde keşfetmiş, beyaz kutunun içine kiliseyi yerleştirmiştir.
Sinemayı keşfetmiş filmlere Tanrı inancını yerleştirmiştir. Bilgisayar oyunlarını keşfetmiş iyi ile kötünün mücadelesini Tanrı krallığını oyunlara koymuştur.
İslam toplumu ise geç kaldığı modern dünyaya karşı geleneksel dünyayı kutsamaya devam etmektedir. Mucize ve kerametin kendinde olduğunu görmeyenler başkalarından mucize ve keramet beklemekte, kurtuluş aramaktadırlar.
Modernizmden ürküp kaçmak yerine onun ruhunu keşfedip hem modern, hem geleneği yaşatmak gerekir. Zira Avrupa modernizm ile geleneği birlikte yaşatmaktadır.
Mehmet KURTOĞLU