Küreselleşme yalnız zihnimizi ve yüreğimizi değil, şehirlerimizi iğfal ederek, yerlilik dediğimiz olgunun kaybolmasına neden oldu. Dünya ile bütünleşme adına, kendimize ait ne varsa hepsini terk ettik.
Kültür ve medeniyetimiz ile bağımızı sağlam kuramadığımızdan, başka bağlar/kökler aradık. Batı ile bütünleşirken, kendimize yabancılaştık, şeklimiz, şemailimiz, şehrimizi değiştirdik…
Yerliliğimizi yani şehirliliği/hemşeriliği kaybettik…
Bu anlamda yalnızca zihnimiz ve duygularımız değil, şehirlerimiz de mimari ve kültürel açıdan değişti, asliyesini kaybetti…
Eskiden Anadolu’nun şehirlerinin kendilerine mahsus hasletleri vardı ve bu hasletler sayesinde şehirlerimizi tanırdık… İnsanlarımız ya konuşmaları/ağız ya da şehirlerine mahsus başka özellikleriyle Urfalı, Antepli, Konyalı, Kayserili olurdu… Şehirlerimiz arasındaki bu farklılıklar bizim zenginliğimizdi aynı zamanda…
Karadeniz ağzıyla anlatılan bir fıkra, Urfa ağzıyla söylenen bir türkü kültürel hayatımızın unutulmaz renkleriydi.
Küreselleşme dediğimiz olgu, ülkeler ve şehirlerarasındaki duvarları kaldırdığı gibi kültürler ve insanları birbirine benzeterek dünyayı tek tipe indirgedi…
Küreselleşme gerçekte batı medeniyetinin emperyal/sömürücü ve entegrist/dayatmacı zihniyetinden başka bir şey değildir…
Ülkeleri/şehirleri ve insanları kendine benzeterek (hâkim güç olduğundan zayıflar kendisini taklit ettiğinin farkındadır) kendisi dışındaki kültür ve medeniyetleri hadım etmektedir…
Farklılığın olmadığı yerde kısırlık vardır… Hadım edilmiş kişilikler problemli olduğu gibi hadım ve iğdiş edilmiş kültür ve medeniyetler de sorunludur.
Şehirlerimiz ait oldukları medeniyetlerden kopartılması demek gerçekte hadım edilmesi demektir…
Dostoyevski “Bir şehrin yerlisi olmak, gidecek yeri olmaktır” diye yazar bir romanında. Yani insanın kendine ait olduğu bir mekânın varlığını işaret eder… Eğer aidiyetiniz varsa, gidecek yeriniz vardır, aidiyetiniz yoksa gidecek yeriniz de yoktur… İnsanın mensubu olduğu şehir, onun duygu ve düşüncelerini besleyen şehirdir…
Firuzan bir konuşmasında İlk öğretmenim annem ikinci öğretmenim şehrimdir” derken işte bu yerlilik olgusuna işaret ediyordu…
Modern hayat ve batılı yaşam tarzı, dayatılan küreselleşme, duygu ve düşüncemizde tahribatlar yapmakla yetinmeyip, aynı şekilde şehirlerimizde de tahribatlar yaptı.
Coğrafyamızın iklim ve bitki örtüsü ile kültür ve inancımıza göre kurduğumuz binlerce yıllık şehirlerimizi, Hıristiyan batının zihniyet anlayışı doğrultusunda tahrip ederek, modern hapishaneler diye tanımlayabileceğimiz apartmanlar diktik.
Şehirlerimizin kuruluş mantığını bir yana bırakıp, yeni anlayış ve estetik beğeniler adına Hıristiyan mantığını sembolize eden şehir planları uyguladık. Apartmanı mahalleye, parkları meydanlara, heykel ve iş merkezlerini cami ve mabetlere tercih ettik.
Şehirlerimizin ortak işaret taşı cami iken, heykel ve iş merkezleri oldu…
Taş ve ahşap mimarilerimizin yerini betonarme binalar aldı… Artık bütün şehirlerimiz yalnız sosyal ve kültürel açıdan değil, mimari açıdan da birbirine benzediler…
Her şehir aynı mantık, aynı duygu ve aynı estetik üzerine inşa edildi… Ne şehir ve insanların birbirinden ne farkı ne de yaşam ve davranış biçimi kaldı… İncil’deki “Bize benzemeyen bizden değildir” ayetini düstur olarak alan batılılar, bizleri kendilerine benzetmeye çalıştı.
Bizde benzemek için her yolu denedik…
Bugün gezdiğimiz zaman bize farklı gelecek ancak birkaç kadim şehir kaldı. İnsanlarımız ise, aynı kültür ve sosyal yaşamın içinde birbirine benzedi… Artık ne bir Urfalılık olgusu kaldı ne bir Karadenizlilik…
Hatta İstanbul’u dahi bitirdik… Artık İstanbul beyefendisinden kimse söz etmiyor… Bundan otuz yıl önce Anadolu’da şehirlilik/köylülük bir sınıf iken, şimdi konuşması, yaşamı ve davranışıyla birbirine benzeyen ama alt kimliklerini üst kimlik diye dayatan sınıflar çıktı…
Şehirlilik bilincini kaybeden şehirler, kimliğini de kaybeder. Bu yüzden yerliliğimiz ve şehir bilincimizi kaybetmemek için şehirlerimizi tanımalı ve içselleştirmeliyiz. Kültür ve medeniyetlerin tohumlarının atıldığı şehirlerimizi sahiplenerek ancak varlığımızı ve geleceğimizi kuruyabiliriz.
Son yıllarda şehirler üzerine yazılan kitaplar ve dizilere konu olan şehirler, aslında bir anlamda modernizme kafa tutan ve direnen şehirlerdir.
Küreselleşmenin içinde kaybolup yitmektense, gelenekle sağlam bağları koruyarak var olmanın mücadelesini vermektedirler.
Şehirlilik ancak şehirlere sahip çıkmak ve içselleştirmekle korunur…
Öyleyse şehirlerimize sahip çıkararak şehirlilik olgumuzu yaşatalım.
Çünkü Küreselleşmeye yani kimliksizleşme ve kişiliksizleştirmeye ancak böyle karşı koyabiliriz…
Mehmet KURTOĞLU
Kaynak ve Tamamı : www.hicbisey.com