YÜK
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde ‘Yük’ sözü sekiz ayrı açıklamayla karşılık buluyor.
- Araba, hayvan vb.nin taşıdığı şeylerin hepsi.
- Bir şeyin ağırlığı.
- Araba, hayvan vb.nin taşıyabildiği miktar
- Eşya
- Birinin üzerine almak zorunda kaldığı ağır görev
- Yüz bin kuruşluk mal veya tutar.
- Doğacak bebek.
- Yüklük.
Yük sözünün ilk geçtiği bilinen en eski kaynak Orhun Yazıtlarıdır. Yazıtlarda on ayrı yerde ‘Başlığığ yükündürmiş, başlığığ yükündürtümüz, … başlığığ yükündürtüm, yükünti’ şeklinde geçer. İbarelerde görüldüğü gibi fiziki anlamda bugünkü eğilme sözüyle eş anlamlı, diğer yandan aynı cümle içinde bir deyim özelliği yüklenerek soyutlamaya gidilmiştir.
Köl Tegin doğu yüzü ikinci satırda geçen Başlığığ yükündürmiş, tizligig sökürmiş/ Başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüş cümlesinde görüldüğü gibi, gücün ağırlığı altında kalan düşmanın boyun eğmesi “yükündürmek” olarak adlandırılmıştır.
Bugün kullandığımız “başlıya baş eğdirmek, dizliye diz çöktürmek” deyiminin en eski kaynağının Orhun Yazıtları olduğu zaten bilinmektedir.
Yük sözü Tdk Türkçe sözlüğünde de eksik açıklamaya rağmen, yazıtlardaki temel anlama sadakatini sürdürmektedir.
(Daha önce bir çok yazıda belirttiğim gibi, özellikle dinî terminolojinin Farsça ve Arapça sözlere “boğulması” Türk düşüncesi, edebiyatı, sanatı, siyaseti ve bilim terimleri dizgesinde bir yandan dilin zenginleşmesine katkıda bulunsa da diğer yandan dil kullanımı aracılığıyla ulaşabileceğimiz bir zamanlar ulaştığımız) özgün farkındalıktan mahrum kalmamıza yol açmıştır.
Yük kelimesi her şeyden önce Türkçenin en önemli kök sözlerindendir. Bazı lehçelerde ve metinlerde yüğ– haliyle de geçen yük; ‘yoğunlaşma, kabarma, eğilme, bükülme, birikme, yukarı çıkma-yükselme anlamında, büyüme, uzama, katılaşma vb. bildiren anlamların zengin köklerindendir.
Günümüz Türkçesindeki kullanıma geçmeden önce, klasik edebiyatımızdan bazı örnekleri titizlikle ele almak yolumuzu aydınlatacaktır. Çünkü güncel dili düşünce boyutunda derin bir farkındalıkla anlayıp işleyebilmek, kullandığımız sözlerin oturduğu köklü zemini yoklayıp kavrayabilmekten geçer. Bu yaklaşım araç kullanırken dikiz aynasına bakmaya da benzer, sağlıklı yol alabilmenin temel kurallarından biri de budur.
Yük sözünün Türkçe metinlerdeki kullanım alanını incelemeye başladığımızda, en azından Orhun Yazıtlarından itibaren her geçen gün ne kadar zenginleştiğini, farklı kullanım alanlarındaki en ağır yükleri nasıl bir yetkinlikle taşıdığını hayranlıkla görebiliyoruz.
Yunus’un Yükü
Bu yoklık yolına bugün bize yoldaş olan kimdür
İlümüze gönilelüm sorun kardaş olan kimdür
Ne kalduk işbu iklîmde agır yüklerün altında
Bu yükleri bu yapları döküp hâldaş olan kimdür
…
‘Âşık ‘ışkun yükin çeker yücelerden yüce çıkar
Görür dost yüzine bakar gönül ma’şûkına bağlar
…
Cân odur kim Hak’a ire ayak odur yola gire
Er oldur alçakda tura yüksekden bakan göz degül
…
Yûnus bu sözleri çatar sanki balı yaga katar
Halka metâ‘ların satar yüki güherdüz tuz degül
Sevgili Yunus yukardaki örneklerde görüldüğü gibi, yük sözünü zengin bir anlatım içeriğiyle kullanmaktadır.
Yunus yükü kimi zaman bir tüccar metaı bağlamında olumlu-olumsuz bir eğretilemeye tâbi tutarken, diğer yandan manevî birikiminin sorumluluk getiren ağırlığı anlamında kullanmıştır.
Yunus yükü taşırken yükselmenin ancak bu ağırlığın farkında olarak gerçekleşebileceğinin yüksek bilincindedir. Fakat diğer yandan ‘yüksekten bakan göz’ deyişinde olduğu gibi, irtifa kazandıran Kut’lu yükün büyüklenmeye de neden olabileceğini görür ve Türkçenin maharetiyle yüksekliğin can alıcı tehlikesine dikkat çeker.
Anlaşılıyor ki Yunus kendi zengin dünyasıyla mütenasip bir dille konuşmaktadır. Farsçanın Türk dili üzerindeki ağır baskısının olduğunu bildiğimiz bir dönemde Yunus’un tutumu hayranlık vericidir. Öyle sanıyorum ki Yunus şahit olarak duyumsadığı muhtevayı ancak katıksız bir Türkçeyle dile getirebileceğinin farkındadır. Çünkü Türk’çe düşünmekte ve inanmaktadır.
Defter-i ‘amâlümi yüklendüm itdüm ‘azm-i râh
Menzil-i maksûda Hak’dan emr ü fermân isterem
Yûnus Emrem kimseler hîç bilmedi hâlüm benüm
Hâlümi ‘arz itmege bir merd-i ‘irfân isterem
…
Aşık Paşanın Yükü
Ba‘zı insândur saña demsâz olur
Yol içinde hem-dem ü hem-râz olur
Ba‘zı hayvân gibidür dartar yüküñ
Götürür ol niçe kim artar yükün
…
Ol nebât cismüñ degül mi kim biter
Ger timâr itmez-iseñ bir dem yiter
Ol ki hayvândur senüñ nefsüñ-durur
Kim yüküñ dartar saña kuvvet virür
Aşık Paşa’da yükün hem ağırlığına hem de ağı-rlığına (değerine) dikkat çeker. Türkçeyi zenginliğine yakışır bir içerikle kullanan Paşa Garîb-nâme’deki dizelerinde insan yükünün çeşitliliğini vurgular. Ağır sözünün dayandığı ağı (sırmalı ipek kumaş, değerli mal) anlamlarına ayrıca dikkat etmek gerekiyor. Nitekim misafir ağırlamak deyimi buradaki değere atıf yapmaktadır. Yine buradan hareketle Tanrı misafiri deyiminde misafirin değerinin nereden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Demek ki nereye değiyorsak ağırlık merkezimiz oradaki değeri yüklenerek yükselecek veya o ağırlığın değerini taşıyacak kıvamdan uzak olduğu için altında kalarak düşecektir. Ve yahut gereksiz değersiz yüklerin altında yükseldiğini zannederek yine düşecektir. Nereye düşecek? Elbette niyetlendiği düşüncenin irtifasına münasip bir yere düşecektir. Anlaşılıyor ki yükselmek her hâlükârda düş-üncelerimizin irtifasından öteye geçemeyecektir.
Görüldüğü gibi Türkçe düşünmek, bize özgü çözümleme imkânlarının kapısını ardına kadar açmaktadır. Güncel dilde artık sıkça kullandığımız bilgisayarlara yeni sürüm yüklemek cümlesinde de olduğu gibi yüklemek sözü, onu yeniden değerlendirmek anlamını da kendiliğinden taşımaktadır.
Esîrî’nin Yüksekliği
Kimini zâr kimini derde giriftâr
Kiminüŋ meskenin zindān iden Ĥaķ
Kimin yüksek kimin orta kimin alçak
Kimini ħāk ile yeksān iden Ĥaķ
…
Hümāveş yüksek uçarken hevāda
Düşürdüŋ bende efkārum beni sen
Giŋiş dünyāyı dar itdüŋ başuma
Düşürdüŋ miĥnete cānum beni se
Giriftār eyledüŋ derde Esîrî
Düşürdüŋ ġurbete göŋlüm beni sen
…
Dîvân-ı Firâk-ı Esîrî’de yükseklik yine o kutlu ağı-rlık güzergâhının yükünü yüklenmiştir. Ve değerini bilmeyenleri alçak bir irtifaya dûçar olmakla uyarır.
Esîrî Fermāyed gazelinde ise tadı damağında kalmış bir yüksek duyuşa olan hasretini dile getirmektedir. Bu dizeler Türk duyuşunun (estetiğinin) Türkçeyle ulaştığı sade, anlaşılır ve yüksek ağırlığını hayranlık verici bir üslûpla günümüze taşır.
Yük Ağırlık ve Değer
Türkçe yükü kendine özgü çeşitli yaklaşımlarla değerlendirir. Yük her şeyden önce bir ağırlık nitelendirmesidir. Ağırlık sözünün kaynağı olan ağı kelimesi Kaşgarlı’da ‘sırmalı ipek kumaş’a verilen ad olarak geçer. Süreç içerisinde ilerleyerek değerli meta, hazine, servet vb anlamları da yüklenir. Buna göre ağı temelde değerli nesne demektir. Değerli olan birçok şey aynı zamanda insan için bir yük anlamına gelir.
Yükün ağırlığındaki değer lâyıkıyla anlaşılmadığı zaman omuzlara bir ızdırap olarak çökebilir. Kıymeti anlaşıldığında ise taşıyanı yükselten bir ağıya dönüşür. Yükselmek ise birçok değerli yükümlülüğü beraberinde getirir. İşte tam da burada Türkçenin içinde yürüyen muhteşem düşünce üslûbu yüksekten başı dönenleri yükünmeye (secde) davet eder. Nihayet namaz kelimesinin Türkçe karşılığı ‘yükünç’tür. Yükseldiği irtifada kerâmeti nefsinde arayanlar küçük dağlar yaratma hevesine kapılıp bu çağrıdan yüksüneceklerdir. Pir Sultan’ın ‘katı yüksek uçarsın, selamsız sabahsız gelip geçersin’ dediği yer burası olsa gerektir.
Türkçemizde bugün tek kelimeyle ifadesi daralmış yükseklik nitelendirmesi için iki kök anlamdan yola çıkılır. Birincisi kö- sesine yüklenmiş asıl yücelik ifadesidir ki, bu kökten türeyen sözler her zaman kutlu bir güzelliğin tanıklığını ifade eder. Bu nedenle Ali güzel, Muhammed Görklü ve ve Tanrı Kök’tür. Ayrıca kadınlar, çocuklar, tabiat her zaman güzeldir. “Görüntü” sözündeki sanallığa dikkat çeken anlamı bir kenara not ederek devam edersek, Türkçe kö– sesinden türeyen sözlere her zaman olumlu anlamlar yüklemiştir. (Hatırlatmak isterim, Türkçenin Kökleri yazısında bu konuyu ayrıntılarıyla ele almıştık.) http://www.keyfiyetmahfili.com/2019/04/turkcenin-kokleri-i/
Oysa yük- sözünü kök anlam olarak kabul ettiğimizde ki öyledir zâten, bu köke yüklenen anlamlarda çoğu kez bir gizli muhalefet şerhiyle karşılaşırız. Çünkü Türkçe, özgün varlık anlayışımıza sadakatle yürür ve “nesnel” yükseklik karşısında her zaman mesafeli bir tutum sergiler. Yükümlülüğün de bu anlayıştan doğduğunu açık bir şekilde gözlemleyebiliyoruz. Dikkat edilirse yükümlülük bir kabullenmeyle gerçekleşir, bu nedenle yüklenilen ağırlığın değeri yükümlülüğünün sınırlarını da belirler. Diğer bir ifadeyle yüklenmek kendi ağırlığınca sorumlulukları da beraberinde getirir.
Görüldüğü gibi sırf Türkçe sözlere yüklenen anlamlar üzerinden yürüyerek tutarlı bir düşünce seyrini yakalayabiliyoruz. Dilimizin bu yönünü her türden edebiyatı bir kenara koyarak ayrıca değerlendirebilmeliyiz.
…
Bir de gam yükü var ki Niyazi Mısrî yükün değerli ve değersiz olanını derin bir farkındalıkla duyanlardandır
Gam yükün âşık olan dâim çeke gelmiş dürür,
Doymayan dost derdine aşka giriftâr olmasun.
…
Cism-ü cânın ko yükün yinilde gör,
Râh-ı aşka gidemez merkeb feres.
Şeyhülislam Yahya’da yüksekten uçmanın tehlikesine dikkatlerimizi çeker.
Yüksekde uçardı katı şeh-bâz-ı dil âhir
Dâm-ı ser-i gîsû-yı perîşânuna düşdi
…
Çocukluğumuzdan beri hepimizin bildiği bir türküye dikkat çekmek istiyorum.
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
…
Bu türkü beni de çoğu zaman anlam veremediğim bir hüzne sevk etmiştir. Tâ ki Türkçenin yüküyle tanışana kadar. ‘Yüksek tepelere ev kurmakta neyin nesidir’ diye düşünürdüm. Şimdi anlıyorum ki beni hüzünlendiren şey, o güzel türküde üstüne basa basa durulan kibir ve büyüklenmeye yapılan can yakıcı atıfmış. Bu acıklı türkü, değersiz bir büyüklenmeyle hor görülen bir mazlumun feryâdıymış meğer. Dilimizin yüksekliğiyle karşılaşınca beni tedirgin eden duygunun olanca acısıyla baş başa kalıverdim.
Benliğini, sözde yüksek kalelerin muhkem sanılan mevzilerine konuşlandıran mütekebbirlerin, kendilerini nasıl bir mahkûmiyete kaptırdıklarını Türkçenin yüksekliğinde can alıcı bir uyarı levhası gibi görüveriyoruz. Dilimizin görkemli yapısı içinde o türküyü kendi nefsimize yeniden muhatap alalım…
‘diller toplumların kutsal kitaplarıdır’ diyen mütefekkirimiz karşısından saygıyla eğilmekten kendimi alamıyorum.
Yüksek yüksek tepelere ev kurmayalım erenler.
MACİT ŞAYİN
ARAŞTIRMACI YAZAR