“Gül, ey saf çelişki,
nice göz kapağının altında
hiç kimsenin uykusu olmamanın
sevinci.”
Rainer Maria Rilke
Hangi kadın?
Düşünen mi düşürülen mi?
Kadının düşünen kimliğini yok saymak modernizmin en büyük iptilâsıdır.
Modernite… Gelenekten kopuş. Yepyeni bir duyuş ve düşünüş tarzı… Giddens’a göre; on yedinci yüzyılda Avrupa’da başlayan modernlik, neredeyse bütün dünyayı te’sîri altına alan, toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimleridir. Geleneksel yaşam biçimiyle epistemolojik bir kopuş sunucunda oluşan modernite ile değerler yeniden tanımlandı. Yeni bir siyasal düzen, iktisadi yapı, tefekkür sistemi, yeni bir bilim ve ahlak anlayışı ortaya koyan modernizm; düşünen, sorgulayan değil seyredilen kadın tipolojisi inşa etti.
Kapitalist sistemlerde, kadının düşünen kimliği bertaraf edilerek onun cinsî cazibesi ön plana çıkarılır. Okuyan, düşünen, analiz eden, kafa yoran, fikir üreten kimliğinden uzaklaştırılır kadınlar.
Modernizmin ekonomisi diye de tanımlanabilen kapitalizm için en âlî değer “kapital”dir. Parayı en yüksek mertebeye koyan kaptalizm, kapital’e ulaşmak için kadını fare kapanındaki peynir gibi kullandı.
“en ıssız duyguların ucunda karakollar
asmaların altı tuzak ve tuzak caddelerde
külçeler yüklüyüz, çıkmak istiyoruz yokuşu”
Antik Yunan’ın kadını “varoluşu itibari ile bayağı” diye niteleyen felsefesi malum. Bilhassa Aristoteles’in kadınların zihinsel eksikliğine ilişkin görüşleri zamanla genel geçer anlayışa dönüşmüş ve akıl, erkeklere özgü bir meleke halini almıştır. Ortaçağda büyücü, cadı, şeytan sıfatlarıyla anılan binlerce kadın, İngiltere’de Kraliçe Elizabeth ve I. James devrinde “Şeytanlarla el birliği yapmışlardır.” diye canlı canlı yakılmıştır. Bu düşünce modern çağda kılık değiştirerek var olmaya devam ediyor.
Modern şeytan kapitalizm, sömürü aracı gördü kadını. Hem reklam objesidir kadın hem ürünlerini pazarlayacağı hedef kitlesi. Faydacı ve çıkarcıdır kapitalizm. Güzellik ve estetik düşkünlüğünden dolayı kadını kozmetik, giyim, mücevher sektörü için çantada keklik telakki eder.
İslâm kadını köleleştiriyor, eve hapsediyor diye âvâz âvâz bağıran modernizm, onu esaretinden kurtarmak adına İslamî gelenekten kopardı ve ayaklarından zincirledi. Zincirlendi ayaklarından kadınlar, zincirlendi.
Kadın, çılgınca ilerleyen tüketim piyasasına zincirlendi.
Ruhen iyi olabilmesi için bedenen de iyi olması gerektiği pompalandı ve kozmetik sanayine zincirlendi.
Her geçen gün bir yenisi tezahür eden estetik sektörüne zincirlendi. Ham madde gibi “laser epilasyon, botoks, dudak dolgusu, karın germe, kaş kaldırma, liposuction, saç, kaş ve kirpik ekimi” gibi endüstriyel işlemlerden geçirildi kadın.
Estetik ve kozmetik sektörü, büyümesini “Tanrım beni baştan yarat.” şarkı, program ve sloganlarla büyütülen kadına borçludur.
Kadın haklarını savunmayı erkek düşmanlığı üzerinden yürüten, hem kadına hem aileye ciddi bedeller ödeten feminizm akımına zincirlendi.
Adorno ve Horkheimer’in tespitiyle “bireysellik adına gerçekleşen ilerleme mitinin bireyi feda etmesiyle kitleler, kendilerine benimsetilen ideolojiyle bizzat aleyhlerine işleyen iyi bir uyruk veya kul olmaya gönüllü olmaktadırlar.”
Devlet kurumlarının akıl almaz statükosuna, mevzuat ve evrak bekçiliğine, çalışma saatlerine zincirlendi.
Mesaide sınır tanımayan özel işletmelerin rekabet ve başarı odaklı zihniyetine zincirlendi kadın.
Çalışma hayatında saniyelerin nabzını tutan zamanın hızına zincirlendi. Kadının titiz, hassas, ayrıntılara dikkat eden, mesuliyet sahibi olma eğilimlerini keşfeden vahşi kapitalizm; her sahada yer açtı ona. Tabiatına aykırı işlerde bile sürekli dönen kapitalizm çarkının sürekli işleyen dişlisi oldu kadın.
“Kadındılar hep onlardan istendi
Ağırdı kaldırdılar
Taşlıydı, bırakılsa elleri
Düşer kalırdılar.”
Kadın, medya organları ve dijital âlemin kendisine dayadığı güzellik algısına zincirlendi. Sûreti yüceltilirken sîreti görmezden gelindi.
Barbi bebek sendromuna tutulmuş genç kızların eline, sürü psikolojisinin hâkim olduğu instagram uygulaması verildi ve selfie çekmeye teşvik edildi.
Kadın, doymak bilmeyen, mevcutla iktifa etmeyen, hep daha fazla kazanç talep eden, aç gözlü, ihtiraslı kapitalin patronlarına zincirlendi.
Ve kadın özgürleştirilmek istendi, hâlbuki hiç olmadığı kadar köleleşti. Asaletini kaybetti. Duyumsa! Köleleşti. Ruhunu görmezler mi? Sessizliğe bürünen ruhunu? Yüceltilmek safsatasıyla düşürüleni… Ticarî metaya dönüşeni… Görmezler mi?
Tanrı kompleksiyle “düşünen adamlar” kadına tek bir zaviyeden baktı: haz nesnesi. Modern dünyanın düşünen adamları, düşünen kadına inanmaz, inanırmış gibi yapar. “Düşünen adam”, karmaşık varlığını aşamadığı için fikirleriyle var olan kadını yok sayar ve onun feminen kimliğini var eder.
Öznesi erkek olan toplumlarda kadınlara nesne rolü yüklendi, edilgen ve pasif hale getirildi. Kadını arzu nesnesi olarak gören erkek, kadına saygı duymuyor. En fazla da düşünen kadını savunan erkekler kadının bu kimliğini yok sayıyor.
Modernizmin kadın politikaları, kadın erkek eşitliği hülyasına tutuldu. Bu ütopya neticesinde;
En fazla cinsel istismara kadınlar uğruyor.
Fiziksel şiddete en fazla kadınlar maruz kalıyor.
Çalışma hayatında en fazla kadınlar psikolojik baskıya tabi tutuluyor.
En yüksek reklamdan en aşağı reklama kadınlar malzeme ediliyor.
Basın yayın organlarında en fazla kadınlar görsel obje olarak kullanılıyor.
Ve en fazla kadınlar sokak ortasında canice katlediliyor.
Erkek için kurulmayan bakanlık kadın için mi kuruluyor? Niçin? Kadından sorumlu devlet bakanlığı ihtiyacı nasıl ve neden doğdu? Bilmek de ürkütüyor, bilmemek de…
Kadın algısı değişim ve dönüşüme uğradı. Bedeniyle, güzelliğiyle, dış görünüşüyle, giyim stiliyle değer gördü kadın. Yufka açan; salça, turşu, tarhana, reçel yapan; örgü ören, toprak kazan, elleri nasırlı Anadolu kadını değersizleştirildi; konforuna düşkün elleri bakımlı kadınlar yüceltildi.
Anneler kızlarını her türlü beceri ve ev işinden uzak tuttu. “Ben okumadım kızım okusun, ben yaptım kızım yapmasın.” mantığıyla okutulurken öteki yetenekleri köreltilen kızlar ailenin dirliği ve düzeninde bocaladı.
Kadının toplumsal rolü ciddî bir savaş alanına dönüştü. İç içe geçen kimlikleri bir birine dolandı; iş kadını, anne, ev hanımı, yuvayı yapan dişi kuş… Modernizm ise iş kadını rolünü mühimsedi onun, öteki kimliklerini esaret saydı.
Kadın, iş yaşamına çekilerek ailesinden uzaklaştırıldı. Kreşlere itilen çocuklarla onun annelik kimliği elinden alınmaya çalışıldı.
Modern çağda yeniden tanımlanan kadının aileyi ayakta tutan hususiyeti yok edilmek isteniyor. Aileler dağılıyor, kadınlar katlediliyor, travmaların bedelini çocuklar ödüyor.
“Anne gitti ve evler döndü yazlık otellere
Anne gitti ve sular buruştu testilerde
Artık çamaşırlar yıkansa da hep kirlidir
Herkes salonda toplansa da kimse evde değildir.”
Leyla YILDIZ / 07 KASIM 2021