“Öyleyse neden uyumak bilmez benim bağrımdaki diken?”
Friedrich Hölderlin
Yirmi birinci yüzyıl genci itâat eden değil sorgulayan olmalıdır. Bu çağda itâat, kuzu maskesi geçirmiş kurdun tâ kendisidir. Her şeyden önce bir hipnoz halidir itâat. İtâatsizlik bir hipnoz yıkımı!
“İtâat edenler sadece kölelerdir. İtâatsizlik özgürlüğün gerçek temelidir.”
Değil midir ki “sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez.” Gence sorgulamayı öğreteceğiz. Sınırlarını aşmadan, yanlış üslûba kaçmadan…
Varsın fırtınalar kopsun! Varsın hücumuna uğrasın engereklerin! Bu med cezirli denizde önüne gelen her fikri; hür tefekküre dönüştürmek için akıl süzgecinden geçirecek, yoklayacak duygularını, sezgilerini kullanacak sonra kabul yahut reddedecek.
Kanında delidolu kıvılcımlar… Her şeye itâat eden değil, her şeye îtiraz eden değil, her şeye isyân eden değil, her şeyi sorgulayan gençleri yetiştireceğiz. Ancak böyle alınır tehlikeye karşı pozisyon.
Sorgulamaya giden biricik yol okumak. “Bir insanın en ağır yükü gerçekleştiremediği potansiyelidir.” Okuyan, düşünce üreten; fikirlerini uygun platformlarda paylaşan, tartışan, eyleme geçiren gençler “içimizde güneşler bırakan nal sesleri”nin habercisidir.
Okuma kültürünü inşâ edeceğiz.
“Yarınki Türkiye’nin kurucuları, yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lâkin gösterişsiz ve nümâyişsiz çalışan, rûh cephesinin maden işçileri olacaklardır.”
Neden okumalı insan?
Kalıp yargıları kırmak için! Muzır hücûmlara karşı koymak için! Akıl tutulması için! İçimizdeki pusulayı bulmak için: Ne iyi, ne kötü, ne doğru, ne yanlış, ne sahte, ne hakîkat!
Okumanın önündeki en vahim mânia test sistemi. Test sisteminde itâat var. Beş şıktan birine itâat!
Niçin? Niçin? Niçin itâat değil sorgulama? Çünkü:
Yirmi birinci yüzyıl genci kuşatma altında!
Her taraftan abluka altına alınmış bir gençlik! Dijital ahtapotun göbeğine düştü, fişe takılı yaşıyor. Ne yana dönse haydut mesajlar, ne yana dönse hâin planlar, ne yana dönse nâmert çağrılar…
Kimdir yirmi birinci yüzyıl genci?
Cebinde darağacını taşıyandır; ruhunda vahşi bir mızrap kendi ücrasında uzlete itilen! “Susmak elbet zehirlidir.” Tek başına kendi kendini yontan.
Kimdir yirmi birinci yüzyıl genci?
Steril evinin güvenli fânusunda, sanal zindânın tûfanına tutulandır!
Kimdir yirmi birinci yüzyıl genci?
Kelebeğin tırtıla evrildiği tehlikelerle dolu bir ormanda, dikenli mayınlara basmamaya hüküm giyendir!
Hipnoz altında yirmi birinci yüzyıl genci!
Gerçek hayattan koparılıyor! Zihinleri işgâle uğramış! Algıları değiştiriliyor! Heyhât! Ebeveynler, ziyâdesiyle meşgûl. Sanal dünya onu îmana çağırıyor! Kendi hakîkatine îmana… Dijital âlem ondan bîat bekliyor.
Çizgi filmlere yerleştirilen yirmi beşinci kareler, müzik ve dizilerdeki subliminal mesajlar, şimdilerde yerini apaçık propagandalara bıraktı.
Cinsiyet mevzûu, gençlerin artık kırmızıçizgisi…“Havaya fırlatılan taş, konuşabilseydi” diyor Spinoza “kendi arzusu ile düştüğünü söylerdi.”
Peki, gencin rûh ikliminde meteor çukurları açan; vaktini, aklını, gönlünü çelip sinsi sinsi işlevini îfâ eden neler var?
Ergen bireylerin, genetik kodlarıyla oynayan, onu ameliyatlarla dönüştüren gökkuşağı hırsızı LBGT!
Zorbalığı, câniliği, müstehcenliği ve iki erkeğin ilişkisini normalleştiren; kızları sadece seksüel obje gibi gösteren; cinsiyetsizliği telkin eden, çizgi film çehresine bürünmüş masûm görünümlü, +18 içerikli Japon animasyonu Animeler!
Çağdaş Batı şiddete âşık. “Kıyıcılık kanında var.” “Büyük balık küçük balığı yutar.” diyor Hobbes. “İnsân insânın kurdudur.”
Öğrencisiyle laboratuarda metamfetamin üretip bütün dünyâya hâkim olan bir kimya öğretmeninin eline güç ve iktidâr geçtiğinde nasıl zalimleştiğini, nasıl uyuşturucu baronuna dönüştüğünü anlatan dizi Breaking Bad! Muasır neslin favorisi…
İlk başta ailesine para kazanmak amacıyla, pısırık, silik, zararsız bir adamın karanlık bir yola sapmasını; sonrasında hırs, ego ve kibir gibi sâiklerle acımasızlıktan zevk almaya başlamasını beş sezon nasıl da keyifle izliyor, nutku tutulmuş genç.
Makyavelizm, amaç için her türlü aracı meşrû kılıyor. “Amaca giden tüm yollar mubâhtır.” Avrupalının her şeyi, hiçbir sınır yokmuş gibi yapma düşüncesi buradan mütevellit.
Ve işte cinsiyetsiz bir gelecek tasavvuru için oyun kurucuların Güney Kore’den üzerimize saldığı K-Pop dalgası!
Kusursuz beden imajları, yoğun makyajları, porselen yüzleri, kadınsı tavırlarıyla K-pop’un erkek yıldızları, “dişilleştirilmiş âşık olunacak ideal erkek” imgesini sergiliyor.
Yeni neslin “beyni, aç kuşlardan bir ambar.”
Hareketli klipleri, renkli giysileri, sıra dışı makyajları, çarpıcı dansları, imajları ve uçta yaşam biçimleri, taze zihinlerin aklını başından alıyor. K-Pop üyelerinin fotoğraflarını arka plan ya da profil yapıyor; saç kesimi, makyajı, giyim stilleri ve tarzlarını örnek alıyor gençler.
2021 yılında, öğrencilerimizin TÜBİTAK için yaptığı Kore Kültürü ve K-Pop Müziğinin Gençlerin Yaşam Stili ve Cinsiyet Algısı Üzerine Etkileri (Sakarya Örneği) araştırma sonuçlarına göre;
14-17 yaş aralığında, Kore-Pop dinleme oranı %56,90.
K-Pop dalgası; erkeklere nazaran kızlarda, diğer okullara nazaran Anadolu ve Fen liselerinde daha te’sîrli.
Elde edilen sonuçlara göre; K-pop müziği dinleyenler, kendilerini bu grupların üyelerine karşı yakın hissediyor (%59,55), onları kendisine rol model alıyor (%63,74) ve onlara sadakatle bağlanıyor (%58,87).
Solistlerin yaşam biçimleri, giyim kuşam ve makyajları bir süre sonra “cinsiyetsiz cinsiyet” kimlik algısı oluşturuyor. Bununla ilgili sorunun kros tablolarına baktığımızda K pop dinleyenlerde;
Cinsiyet doğuştan gelir diyenler % 35, kadın erkek olmak değil orta cinsiyet de olabilir diyenler % 25, cinsiyetsiz olmak normal bir şeydir diyenler % 91’dir.
K-Pop gruplarını tâkip etmeyenlerde, cinsiyet doğuştan gelir diyenlerin oranı yüksek iken; tâkip edenlerde cinsiyetsiz olmak normal bir şeydir diyenlerin oranının yüzde 91 olması hayli kafa karıştırıcı.
Yeni kuşakların cinsiyet konusunda Kore- pop yıldızlarından güç aldıkları da çıkan sonuçlar arasında (%69,17). Bağlılıklarını “sadakat” sözcüğüyle ifade ediyorlar.
K-Pop’un parıltılı elemanları, kâh şarkı sözleri kâh söyleşileriyle genç bireyleri yargılamadan “her haliyle” kabul ettikleri mesajını veriyor ve onlarla özel bir bağ kuruyor. Kimi yayına bağlanıp idolleriyle sohbet edebiliyor.
Yaralı bir ceylan suya nasıl koşarsa öyle koşuyorlar bu tuzaklara. Çünkü “insan doğduğu günden itibaren mağlûptur” ilgiye, sevgiye, anlaşılmaya, kabul görmeye.
Hangi yollar yanlış yüründü? Hangi kapılar açıldı böyle sertâser? Ormanda unutulan çocuğun kaderi, akıntıya bırakılmak mı olmalıydı?
Hangi zarlar atıldı, ah! Bir terütâzenin belâlara açık gövdesi üzerinde?
“Git, meleğin tuttuğu kitabı al
ve yut onu: Ağzında bal tadı
bırakacak önce, içinde ağrılar,
kıvranacaksın sana yerleşen
harfler, heceler, cümlelerle”
Öyle ya… Nasıl da umut eder insan, dikenli teller arasında açmış kır çiçeklerini…
“Belki şehre bir film gelir
Bir güzel orman olur.”
Leyla Yıldız