İNGİLTERE VE ABD’Yİ YAHUDİLEŞTİREN MEZHEP/ PÜRİTENİZM
“Ahlak ve etik yapısı Tevrat’la tümüyle eş olan Püritenlik, ‘İngiliz Yahudiliği’ olarak adlandırılmıştır.” [1]
Yahudilerin, 1492’lerde İspanya’dan sürgün edilip dünyaya dağıtılması aslında planlı bir projeydi. Bu, aslında Siyonizm’in Mesih’in gelmesi ile başlayacak ve Arz-ı Mevut olarak adlandırılan toprakların ele geçirilmesiyle devam edecek ve Mescid-i Aksa’nın yıkılıp yerine Süleyman Tapınağının yeniden inşasıyla tamamlanacak sürecin başlangıcıydı. Bu sürece giderken karşılarına çıkabilecek iki önemli sorun durmaktaydı.
Birincisi; İslam dünyasının emellerine itiraz edeceği hakikati, ikincisi ise Batı’da etkin olan Yahudi aleyhtarı öğretiler. Önlerinde duran bu iki önemli sorunu halletmeden hayallerine ulaşmalarının çok zor olduğu gerçeğini en iyi bilenler, yine Yahudilerin önde gelenleriydi.
Bu kapsamda İslam dünyası zayıflatılmalı ve kendi içinde kavgalı hale getirilmeliydi. Kendilerine sorun çıkarabilecek ülke ve liderlerden kurtulmanın yolu bulunmalıydı. (Günümüzde Ortadoğu’da ve özellikle de Suriye’de yaşananları bu bağlamda değerlendirmek gerekir.)
Bu bölümde, Yahudilerin İslam ve Hıristiyan dünyasına yönelik faaliyetlerinden bahsedelim. Yüzyıllardır; Katolik Batı dünyasında “Hz. İsa’nın katilleri” olarak görülen Yahudiler; nasıl oldu da kendilerine duyulan antipatiyi sempatiye, hatta iş birliğine kadar götürecek sürece dönüştürdüler?
Yahudiler akıllı ve zeki bir ırk olmakla bilinir. Özellikle de entrikalı işlerde çok mahirdirler. Her işlerinde olduğu gibi, bu sorunu da çözmek için planlı ve özverili çalıştılar.
Hıristiyanlar da; Katoliklerde daha yaygın olan “Hz. İsa’nın katilleri” algısını ortadan kaldırmak, kendilerine sempati duymaları ve Allah tarafından ‘seçilmiş bir halk’ olduklarına inandırmak için her şeyi yaptılar.
Püritenizm; 16. Yüzyılda I. Elizabeth’in İngiliz Kilisesi’nde başlattığı reformist harekete karşı çıkan ve kendisini, “saflığı” aramak olarak tanımlasa da, aslında bu mezhebin en önemli özelliği; Protestanlığı Luther ve Calvin’in başlattıkları Eski Ahit’i çizgisine getirerek bir nevi Protestanlığı Yahudi çizgisine getirme hareketidir. Püritenler ise, İngiltere Kilisesi’nde ortaya çıkan ve ‘Püritenizm’ adıyla bilinen Wiliam Tyndale adlı bir Calvinist’in kurduğu yeni mezhebin üyeleriydi.
İngiltere Kilisesi’nin Katolik Kilisesi’ne çok benzediğine ve İncil’de yer almayan bazı uygulamaların (örneğin; Protestanlıkta papa ve Katolik Kilisesi’ndeki hiyerarşi…) ortadan kaldırması söylemini öne çıkarmışlardı.
Bu yeni mezhebin kurulma amacı, Yahudilerin İspanya’dan sürgün edilmesiyle başlayan ve Mesih Planı’nın hayata geçmesi için gerçekleşmesi gereken aşamalardan biri olan “Yahudilerin dünyanın dört bir etrafına göç ettirilme” projesinin bir sonucuydu. Bu mezhebin diğer amacı da, Hıristiyan dünyasında Yahudilere yönelik duyulan nefretin sempatiye dönüştürülmesidir. Oluşturulacak bu sempati ile özellikle de Protestanların Yahudileştirilmesi amaçlanmıştır.
Bu döneme kadar dünyanın birçok bölgesine göç ettirilen Yahudilerin gidemediği nadir ülkelerden biri de İngiltere olmuştur. Bu yeni akım ile birlikte İngiltere, Yahudiler için stratejik önemde bir ülke konumuna gelmiştir. İngiltere’de ortaya çıkan bu yeni mezhep Hıristiyanlardan önemli destek aldı. Hızla gelişen Püritenizm sayesinde Yahudilere duyulan nefret gittikçe azaldı. Azalmakla da kalmadı, büyük bir sempatiye dahi dönüşmüştür.
Kral Oliver Cromwell’in, İngiltere’ye Yahudilerin girmeleri hususunda katkısını burada belirtmemek olmazdı. Cromwell, diğer Püritenler gibi Yahudilere büyük bir hayranlık duymaktaydı. Bu hayranlığını o kadar ileri götürdü ki, kendisini tarihteki Yahudi kahramanlarından “Judah Maccabe’ye” (Judas Maccabeus) benzetmiştir. Yahudilerin İngiltere’de yaşamaları için büyük gayret gösterdi. Bu yolda bazı engellerle de karşılaşmıştır.
Birçok İngiliz vatandaşı, kendisini Yahudilerden rüşvet almakla ve ülkesini Yahudilere satmakla itham etti.
Tüm bu baskılara rağmen geri adım atmayan Cromwell, 1655 yılında amacına ulaşmanın huzuruyla hayata gözlerini yumdu. Öldüğü yıl içinde Yahudilerin, İngiltere’de yaşamalarının önündeki tüm engeller kaldırıldığı resmî olarak duyuruldu.
Resmi iznin çıkmasıyla birlikte kendini gizleyen birçok Yahudi gerçek kimliklerini açıkladılar. İngiltere, yaklaşık 100 yıl “Yahudisiz ülke” sıfatını kaybetmiş oldu.
Cromwell’in ölümüyle her ne kadar Püritenlerin etkisi azalmış olsa da, Yahudiler pek olumsuz etkilemedi. Çünkü Yahudiler, İngiltere’nin kılcal damarlarına sızmışlardı bir kere. Yahudiler; diğer birçok ülkede olduğu gibi, İngiltere’de de kısa zamanda etkin olmayı başardılar. Ülkede çok kısa bir sürede ekonomik açıdan etkin konuma ulaştılar. İngiltere ise, Yahudilerin en büyük koruyucusu ve destekçisi haline geldi. Yahudiler de, İngiltere’yi büyük hedefleri doğrultusunda kullanmayı ihmal etmemiştir. Başta, Filistin topraklarında devlet kurma projesi olmak üzere birçok projede desteklerini aldılar.
İngiltere ve ABD, Yahudiler için çok önemli iki devlettir. Her iki devletin üst kademe yöneticilerin önemli bir kısmı Yahudilerden oluşmakta ve Siyonizm çıkarları için çalışmaktadırlar.
İngiltere’nin, Siyonistler açısından ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlamak için, ünlü İngiliz fikir adamı Normand Thomson’un sözlerine kulak vermek yararlı olacaktır. Bakın, Thomson İngiltere hakkında neler söylemektedir: “Siz, İngiltere’den çok şikâyet ediyorsunuz. Hâlbuki İngiltere diye bir devlet yoktur.
Eğer; merkezi Londra’da bulunan hükümeti kastediyorsanız, o İngiltere değil, Büyük İsrail Devletidir. Filistin’de kurulan İsrail ise onun küçük kızıdır…”
[1] Universal Jewish Encyclopedia, Vol. 2, s. 648
[2] Yahudilik ve Masonluk Kemal İşçi/1977 s.8
Uluslararası Yazarlar ve Gazeteciler Cemiyeti
Kurucular Kurulu üyesidir.Cemiyette bir süre yönetim kurulu üyeliği ve Genel Sekreterlik görevini de yürütmüştür.