TV yayınları, sinema ve tiyatro gibi görsel sanatlar ve yapımların pek azı müstesna kaydıyla, ekseriyeti kadim medeniyetimizden süzülerek gelen dini ve kültürel değerlerimizin, en büyük düşmanı ve yıkıcı unsurlarına dönüşmüştür. İnternet yayınları da benzer kulvarda ve giderek artan oranda etkili olsa da toplum geneline ulaşma derecesi henüz TV yayınları kadar güçlü değildir.
Bu yazıda, izlediğimizde yüzümüzü kızartan, bu kadar da olmaz denilen senaryo ve sahnelerin arkasındaki profesyonel beyin ve sermaye takımını irdelemek istiyorum.
Yayına sokularak evlerimize destursuzca giren; ahlaksız, seviyesiz, şiddetle yoğrulmuş, israfı, lüksü ve aşırı tüketimi özendiren yapımların, çıktığı merkezler de aynı durumda! Üreticilerinin zihniyetleri ve inanç dünyaları bozulduğu, sapkınlaştığı ve hedonizmin pençesinde iğdiş edildiği için, ürünleri de böyle bozuk ve zararlı çıkıyor. Üstelik, yerli ve yabancı sermaye odaklarından, bu sapkın ve yıkıcı yapımların giderek çoğalması için özel teşvikler de alıyorlar!
Eğri kurulan tezgâhtan doğru mamul çıkmaz! Halkın sosyolojik değer yıkımını önlemek ve korumak istiyorsak, önce bozuk tezgâhların çalışmasına karşı tedbir almalıyız!
CEDAW, Lanzarote, İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası dayatma sözleşmelerinin yıkıcı etkisiyle, mevzuatımızda hızla yaşanan din ve kültür düşmanlığının sağladığı zehirli özgürlükten yararlananlar, genelde bu sapkın ve bozuk tezgâhlı çevreler olmuştur. Onların yok ettiği genişleme alanları, halkın değerleri ve kültürel zenginlikleridir.
Medyatik şahısların, çocuk denecek yaşlarda yaşadıkları fuhuş türevi hayatlarının magazinsel sosla övülerek halka sunulması, aklı evvel basiretsiz devlet yetkilileri tarafından gençlere örnek olarak gösterilerek ödülle taltif edilmesi, evliliği resmi ve dini açıdan kesin yasaklanan akrabaların sapık ve ensest ilişkilerini hem özel hayatlarında hem de senaryolar ile rol gereği sergilemeleri, hep aynı amaca hizmet eden karanlık çalışmalardır.
Medya içerik sağlayıcılarının ve üreticilerinin, özel hayatlarında din ve aile gibi değer algılarının topluma aykırı düzeyde ters ve sorumsuz seviyede olduğu, bilimsel araştırmalarla da tespit edilmiş bir gerçektir. Nitekim, Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün 2008 yılında yapmış olduğu çalışmalar “Medya Profesyonellerinin ve Medyanın Aile Algısı” adıyla kitap halinde toplanmıştır. Bu kitaba dayanarak hazırlanan yeni araştırmalar da yayınlanmıştır.
Yapılan araştırmalar, medya mensuplarının aile ve ahlak temelli değer yapılarının toplumun ortalamasını yansıtmadığını, toplumla aynı hassasiyetleri taşımadıkları gibi aleyhine tavırlar içinde olmayı özellikle tercih ettiklerini göstermiştir. Bunun medyaya yansıyan son örneklerinden birisi de vefat etmiş bir arabesk kadın sanatçısının hayatını işleyen filmin yönetmenlerinin, 6 yıldır eşcinsel evlilik içinde olduklarını çekinmeden ilan eden iki erkek müsveddesinin haberlere konu edilmesidir.
Klasik sivrisinekle mücadele yöntemi, muzır ve zararlı yapımlar için de geçerlidir. TV’lerdeki rezaletlerin yayınlanıp halkı ifsat etmesinden sonra devletin ve RTÜK’ün lütfen göstermelik tepki vermesinin hiçbir anlamı ve faydası olmamaktadır. En basit bir mamulü üretmek için dahi bir sürü nitelik ve standartlar aranırken, medya içerik üreticilerine sınırsız serbestiyet verilmesi asla kabul edilemez. Yapımcı firmalar ve senarist gibi profesyonel medya mensupları akredite edilerek, denetime tabi tutulmalıdır. Milli ve manevi değerlerin korunması için tedbir alma taahhütleri önceden alınmalı, senaryolardaki temel unsurlar kontrol edilmeli ve uygulanmadığında etkili cezai yaptırımlar ile hak mahrumiyetleri getirilmelidir.
Eskiden yabancılarda, şimdilerde ise yerli yapımlarda sıkça görmek zorunda bırakıldığımız ahlaksız davranışların ve kötü alışkanlıkların, halkımız arasında daha fazla yayılmaması için, başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere, ilgili bütün resmi kurumları ve STK’larımızı göreve davet ediyoruz. Yarın adım atarsanız çok geç kalmış olacaksınız. Hemen bugün ve şimdi davranmalıyız!