“Doğ ey kuyruk yıldızı, ülker kümesi
Bilirim en çorak toprağın bile var bir kehâneti
Bir kerâmeti.”
Sezai Karakoç/ Taha’nın Kitabı, s. 19
Bizim neden bir çiçek bahçemiz yok? Ve ekilen tohumlardan neden yıldız çiçekleri fışkırmaz? Mâni olan ne, gökyolunda yürümeye? Eğitim sıralamasında niçin hâlâ dünyanın çok gerisindeyiz?
Penelope’nun örgüsüdür eğitim sistemimiz. Gündüz gergefte ördüğünü gece olunca söker Penelope. Hep eksiktir bu örgü, hep yarım, hep akîm. Sazı her eline alan, bir öncekinin îtinâyla ördüğünü tereddütsüz söküyor. Ertesi sabah sil baştan! Simyâcı mahâretiyle dokunduğu şeyin altına dönüşeceği umudu vardır. Aramanın iflâh olmaz iptilâsıyla milli seferberlik ilânı!
Türk eğitim sisteminde hangi öğrenci, başladığı sistemle bitirmiştir okulunu?
“Kayıp aranıyor!”
-Kaybolan ne?
-Eğitim.
“Dünyayı değiştirmek için kullanabileceğiniz en güçlü silahtır eğitim.”
“Arayı arayı bulsak izini.”
Neyi arıyorsun? Bir öncekinin bozduğunu. O halde niçin bozuldu? Niçin düşürüldü gözden? Bozulan şey niçin var ediliyor? Bir kısır döngüdür ki, bu girdaba insan atsan, imhâ olur.
Yeniden sınıf tekrarı gelsin. Yine otuz günü aşan öğrenciler devamsızlıktan kalsın. Test kalksın, sınavlar yine yazılı yoklama olsun. Ara tatiller olmasın, eskisi gibi. Okulda bundan sonra telefon kullanılmasın. Yeniden açık öğretime geçişler zorlaştırılsın. Tekrar uygulama sınavı gelsin.
Papağanları imrendiren tekrarlar… Yeniden, bir daha, tıpkı eskisi gibi… Hadi bir daha dene! Bunlar ne eğitim felsefesine yönelik ne de eğitimin özüne inen tahavvüllerdir. Yüzeysel, günü kurtarıcı değişimler…
Eğitimdeki temel paradigma, durumu kurtarmak değil insanın inşâsı olmalıdır. İnsanın inşâsı zahmetlidir -zahmetle rahmet arasında bir nokta farkı vardır- akabinde rahmet doğar.
“Güneşe karşı havalandı mı kuşlar
Kanatları pır pır yaldızlanıyor”
Ne yazık ki tarihine yabancı, vatan sevgisinden, millet olma bilincinden uzak, aidiyet duygusu zayıf, sosyal olaylara kayıtsız bir gençlik geliyor gümbür gümbür. Bu gençliğin nazarında tarih, 1923’ten itibaren başlıyor. Londra’yı, Berlin’i, Paris’i, Viyana’yı, Roma’yı, New York’u refahın, hür düşüncenin, özgür yaşayışın, adaletin, insan haklarının kalesi gibi gören, ilk fırsatta kapağı yurt dışına atma histerisiyle memleketinden fersah fersah kaçmak isteyen bir kitle…
O halde bize lâzım olan ne?
“Bize bir insan mektebi lâzım! Bir mektep ki bizi kendi rûhumuza kavuştursun; her hareketimizin ahlâkî değeri olduğunu tanıtsın, her ferdimizi milletimizin tarihi içinde aratsın, vicdanlarımıza her an Allâh’ın huzurunda yaşamayı öğretsin.”
Neyi arıyorsun sen? Birkaç kulaç daha kaz! Yüzeyde oyalanma! “Daha derinlere in, daha derinlere!”
“Serverâ devr-i felekten yine şekvâmız var
Tapuna arz edelim ruhsat olursa el’an”
Düşünceye yabancısın, bilim üretemiyorsun. Gençlerin hayret ve merak duygusunu harekete geçiremiyorsun. Merak, hayâl ve hayretle bilim başlar. Hayâlle yoktur alışverişin. Medeniyetlerin temel taşı filozofları, bilim adamlarını yetiştiremiyorsun. Abesle iştigal ediyorsun. Yarım yamalık öğrettiğin yabancı dilde; fizik, kimya eğitimi vermeyi marifet sayıyorsun.
Bilişim ağın EBA, öğretmen ve öğrencilerin cebrî kullandığı sanal ortam olmanın ötesine gidemedi. Devasa Fatih Projesi, arzu edilen sonuçları doğurmadı, kara tahtalı günlere rahmet okuttu. Projenin ön aşamasında, çağdaş eğitim aracı diye her öğrenciye bol keseden dağıttığın tabletler, gençleri online oyunlara teşvik etti. Şimdi onun yerine geçen akıllı telefonlar, bir dokunuşta her şeye ışık hızıyla ulaşabilen gencin aklını başından aldı. El’an, hız ve haz bağımlılığının önüne geçmek için okulda telefon kullanımını yasaklama vakti.
Bilimi, teknolojik aletleri kullanmaya indirgedin. Bilimsel gelişme adına tablet, kablosuz kulaklık, oyun konsolu, bilgisayar, akıllı telefonu hâkim kıldın.
Ülkemizde tüketim çok, kaliteli yerli malı yok. En bol ürettiğimiz şey çöp. Kafası esince milletlerin gırtlağına hançerini dayayan egemen sınıfların mallarına mecburuz.
Şu anda boykot edilen Siyonist ürünler, hepimizin evinin başköşesine kuruldu yıllar yılı. Meğer ne çok bebek cinayeti işlemişiz sessizce, ne çok bombanın pimini çekmişiz bilerek yahut bilmeyerek…
Evet, coğrafya kaderdir. Yavuz hırsız, ev sahibini kovalamadan uyan!
“Okuyun!” diyor Ali Şeriati, “Okuyun!” “Çünkü mürekkebin akmadığı yerde kan akıyor!” Bir damla mürekkep binlerce kanı durdurabilir.
O halde aklı, düşünmek için eğit! Ve düşünceyi hâkim kıl! Düşünmek sürü psikolojisinden uzak tutar. “Bir damla mürekkep bir milyon kişiyi düşündürebilir.”
Ah ey! Hokkaların mürekkebi kurudu! Düşünmek mi, tedavülden kalktı! Düşünürü gören yok.
Medeniyet ırmaklarının yatağında fikrin fâtihleri kıvrılıyor. Thales, Heraklitos olmasaydı, Sokrates, Platon, Aristoteles olmasaydı Antik Yunan uygarlığı bir süvari gibi doğar mıydı Batı’nın kıpkızıl ufuklarından?
Aydınlanma çağı; Descartes’ın, Leibniz’in, Kant’ın, Diderot, Montesquieu, Rousseau, Hume, Voltaire’in kafasından doğdu.
Düşünürler olmasaydı kalkar mıydı şaha vahiy, akıl, beş duyu merkezli İslâm medeniyeti; yükselir miydi Fârâbî, İbn Sîna, Kindî, İbn Rüşd’ün omuzlarında?
Kanatlanır mıydı İbn Tufeyl’in, Gazâlî’nin ulu semalarında insan hakları; fikir ve inanç hürriyeti besteleyen bu medeniyet?
Gül devşirir miydi İbn Arabî, Mevlâna, Sadrettin Konevî, Yunus Emre’nin gönül gülzârından?
“Sen bir kuşluk olursan kuş sende ötecektir.”
Eğitimin etimolojik kökeni iğdiş etmek… Kafaların iğdişi…
Günümüzde eğitim; sadece çok para kazanma, yüksek maaş, iyi bir iş bulma, geçim sıkıntısı çekmeme veya kariyer aracı. “Hayata henüz atılacak gence, ‘adam olma’ ideali yerine ‘zengin olma’ ihtirası aşılanıyor.” Konfora, lükse, benmerkezciliğe yatırım vasıtası görülüyor eğitim.
Öğrenci, faydacı bir yaklaşımla bu benim ne işime lazım, mantığıyla hareket ediyor. Bilgi, kendisi olduğu için kıymetli olmalıdır, çıkar için değil.
Bilim amaç olmaktan çıkıp araçsallaştırılmıştır. Rol modeller Elon Musk, Tim Cook, Bill Gates gibi CEO’lar, bilime pragmatist anlam yüklediler ve servetlerine servet kattılar. Bu mantığın izdüşümü eğitim sistemimizde mevcût. Neye istidadı olduğunu düşünmeden, hangi meslek daha çok kazandırır mantığıyla meslek seçimi yapılıyor. Bu yüzden cenîn-i sâkıt “sınav odaklı eğitim” var. Bu yüzden avuç avuç para saçılan dershaneler, özel okullar var.
“Düşüncenin ulaşabildiği son nokta hayrettir.” Merak ve hayretinin peşinden gitmiyor genç bireyler. Sayısal alanın seçkin öğrencileri; kısa yoldan iş adamı, yatırımcı, üst yönetici olmak istiyor. Veya endüstri mühendisi, endüstriyel tasarımcı, teknoloji girişimcisi veya yazılım geliştirici olmak istiyor. Pabucu dama atıldı hekimlik gibi sabır ve emek isteyen mesleklerin.
Burjuvaya çocuk armağan ediyoruz. Yatırımcıya… Piyasa ekonomisine… Kapitalist anlayış, diz çöktürüyor çocuklarımıza. Kapitalizmin dişlisine feda edilen insan evlâtları… Neye ihtiyacı varsa yüksek puanlarla alıyor bizden. Alma!
Öte yandan meslekî liseler yaygınlaşıyor, pirim yaparak… İnsan yetiştirmiyor milli eğitim sistemi, vasıflı eleman yetiştiriyor. Hayata atılınca da çalışanlar, işsizlerle tehdit ediliyor. Köleliğin en trajik şekli.
Öğretmen dediğin bu sistemde “tam sorumlu, hiç yetkisiz.” Eğitim politikalarını kim planlıyorsa varlığını ona armağan ediyor. İnisiyatif kullanamıyor. Putlarına tam itaat, kırmızıçizgilerine dokunulmazlık birincil önceliğidir bu sistemin. Korkuya dayalı yaptırımlar. O yüzden tek tip eğitim var, o yüzden tek tip insan yetişiyor. Farklılıklara, çoğulculuğa tahammülü yok. İnsan öğüten bir makine değil de nedir? Bu sistemin kapısından giren binlerce farklı tip, “tek tip” olarak çıkıyor.
Evet, Topçu’nun ifade tarzıyla; bize bir insan mektebi lazım.
“Güneşin önüne dökülmüş bütün bir sefâlet
Yıka yıkayabildiğince ey sağlık ülkesi”
Leyla Yıldız