Tavuk, Allah (c.c.)’ün kullarına sayısız ikramlarından biri. O üremesi, büyüme ve beslemesi kolay bir canlı. Et ve yumurtasıyla da bir besin ve şifa kaynağı. Gelen rivayetlerden, Hz Peygamber (s.a.v.)’in de tavuk ve yumurta yediğini anlıyoruz.
Bazı yerlerde yarım, bazı yörelerde ise yaklaşık çeyrek asır öncesine dek tavuk endüstriyel üretimi yapılan bir hayvan değildi. Genellikle bağlar ve bahçelerde büyütülürdü. Köylülerin hemen hepsinin evinin önünde kendi halinde dolaşarak yetişirlerdi.
Bir canlının oluşması için gerekli her türlü besini içeren yumurta, hem pratik bir yemek, hem besleyiciliği yüksek bir gıda, hem de gelir getiren bir kazanç kapısı idi. Elektrik ve buzdolabının olmadığı zamanlarda insanların taze et ihtiyacını karşılayan, aynı zamanda beklenmedik bir misafir geldiğinde sunulabilecek en pratik ve nitelikli ikramdı.
İbn-i Mace’nin ‘mâşiye’ yani koyun, keçi, sığır ve deve edinme bölümünde, son derece ilginç bir nâkil yer alıyor. Nakil diyorum, çünkü hadis ‘mevzu’ olarak zikredilmekte. Buna rağmen, hem konunun önemi, hem de mânâsının bugün tezahür etmiş olması, rivayeti bir başka boyuta taşıyor. O nâkile göre: Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Rasülullah (s.a.v.), zenginlere koyun-keçi edinmelerini emretti ve buyurdu ki: “Zenginlerin tavuk edinmeleri halinde, Allah c.c, köylerin helak olmasına izin verir.” (Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, c.6 s. 356-358)
İbn-i Mace’de bu rivayetle ilgili şu nota yer veriliyor: “Sindî, bu hadisin açıklamasıyla ilgili olarak: Fakirler tavukçulukla geçinebilir, besledikleri tavukları ve mahsullerini satmakla kazanç sağlarlar. Zenginler tavuk edindikleri takdirde, kendi tavuk ihtiyaçlarını kendileri gidermiş olur ve haliyle fakirlerden satın almalarına ihtiyaç kalmaz. Bu hâl ise fakirlerin geçim yolunu daraltmış olur. Fakirlerin geçim yolunu tıkamak ise, toplumun helâkine sebebiyet verebilir. Allah (c.c.) böyle bir toplumun helâkini diler, demiştir.” Hadisin sahihliği konusu bizim meselemiz değil. Ancak bu rivayet, Hadis-i Şerif olmasa bile, mânâ olarak günümüzde tecelli etmiştir.
Zamanımızda köylüler tavuk yetiştirmeyi bırakmış ve yumurtayı dahi şehirden almakta. Artık tavuk ve yumurta büyük çiftliklerde üretiliyor. Yani zenginlerin mesleği hâline gelmiş. Ülkemizde tavuk üreten işletme sayısı 20’yi bile bulmuyor. Yumurta üreticisi bin ya var ya yok. Oysa 100 tavuğu olan bir kişi, aylık asgari ücret kadar gelir elde edebilir. Yani kimseye muhtaç olmaz. Bu ülkenin bile yüzde ondan fazlası işsiz. Mevzuatımız ise bireylerin tavuk yetiştirmesi ve yumurta satmasına izin vermiyor. Küçükleri boğan, büyükleri zengin eden kapitalist bir sistem yani.
Öyle olmasa bile bugünün ticari tavukları, genetik yapısına müdahale edilmiş türler. Türkiye’nin civciv ihtiyacı, Amerika ve Fransa şirketlerince sağlanıyor. İthal etmiyoruz tabi. Onlar gelip genetik yapısına müdahale ettikleri tescilli civcivlerini üretip, tavuk çiftlikleri ve yumurta üreticilerine satıyorlar. Yumurta çiftliklerinde ise horoz yok. Döllemeyi, suni dölleme yani kimyasallarla çözüyorlar. Anlayacağınız tavuk ve yumurta bile fabrikasyon yani sentetik.
Piyasadan aldığınız bir yumurtayı kuluçkaya yatırıp canlı elde edemezsiniz. Bu şer gelişmeler yüzünden, geleneksel tavuk türlerimiz son demlerini yaşıyor. 2005’de ‘kuş gribi’ masalıyla tüm türlerimiz itlaf edildi. Kanatlılar soykırıma tabi tutuldu. Başkalarına bağımlı hâle geldik. Kuş gribi denilen şey, bir oyundu anlayacağınız. O gün konuşanlar hain ilan edildi. Şimdi ise konuşan kalmadı.
Günümüzdeki endüstriyel tavuklar ucuz mu ucuz. Zira helâlliği tartışmalı sentetik kimyasal yemlerle besleniyor hayvanlar. Artık adına ‘piliç’ denilen canlılar, 40 günde kesime gidiyorlar. Hayvanlar toprak ve güneş görmeden, yeşillik yiyemeden kesime gidiyorlar. Kilosu yüksek olması için hormonlarla şişiriliyor. Etleri et, tatları tat değil. Yumurtadan horoz çıkmaması için yumurtaya verilen sentetik östrojen hormonu sayesinde derdimize dert katılıyor.
Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales şöyle diyor: “Tavuk yemeyin, erkekliğinizi kaybedersiniz. Tavukları kadın hormonuyla dolduruyorlar. Bu nedenle tavuk yiyen erkekler sorunlar yaşıyorlar. Ayrıca saçları dökülüyor ve kel kalıyorlar!”
Acı ama doğru söylüyor. Tavuklara verilen yemlerin muhtevasını düzenleyen yönetmeliğe göre, katkı maddelerinin listesi 50 sayfadan fazla. Kanserojen folmaldehitler bile yem katkısı olarak kullanılıyor(du). Tavukların hastalanmaması için verilen antibiyotikler ise direkt insana geçiyor. Dinen haram olan kanların yem katkı maddesi olması, hayvansal atıkların yeme dönüşmesi, hormonlar, fıtratla savaş olan genetiği değiştirilmiş mısır ve soyaların yem olarak yedirilmesi ise başlı başına büyük bir dert. Bunlardan elde edilen yumurta ve piliç etleri, sizce de insana şifa olur mu? Yoksa modern zamanlarda içine düştüğümüz dert girdabını mı artırır?
Değil ama farz edelim ki bunlar sağlıklı. Peki, Allah (c.c.)’ün yaratılışta bu canlılara da verdiği tabiî hakların elinden alınması, yani çeşitli zulümlere maruz kalmaları, on binlercesinin 30-100 cm alanda yaşamaya mahkûm olmaları, 20 saatten fazla ışıkla uyanık tutularak zulümle beslenmeleri, yedikleri şeyin onlara dert olması, hızlı büyüyen yırtıcı kuşlarla melezlenerek genetik yapılarına / fıtratlarına müdahale edilmesini nereye koyacağız?
Birileri çıkıp, ‘bunca insanı nasıl doyuracağız‘ diye sorarsa ve bunların da pek çoğunun kendini ‘Müslüman’ olarak tanımlaması konusunda ne diyeceğiz? Bu kimselere ne oluyor ki, Rezzaklığa soyunuyorlar! Gizli Rablik yapmaya kalkıyorlar! Oysa kullardan hiç biri Rezzak olamaz. Hiçbir canlıya hiçbir ihtiyacını veremez, verse de âdil olamaz. Hâlık, Rezzak ve Âdil olan yalnızca Allah iken, bu zavallı Müslümanlara ne oluyor da, mütekebbir ve hadsiz batılılarla aynı dili kullanıyorlar? Hâşâ, Allah (c.c.) insanın sayısının bu kadar artacağını hesaplamamış mı? Artan insanı beslemek, bu zalim kullara mı düştü? Bu ne cüret? Bu ne hadsizlik?
Ahir kelam… Kim onlara ‘helâl sertifika‘ verirse vesin, dileyen diyebilir ama biz günümüz piliç/tavuk ve konvansiyonel yumurtalarını yemiyoruz ve kimseye de yiyin diyemiyoruz. Burada zikretmediklerimizde dâhil bunca şer ve hileyi bildikten sonra, insanlara gönül rahatlığı ile yiyin demek hesabı güç bir vebaldir. Hesap gününün şiddetinden korkarız. Artan kısırlığı da hesaba kattığınız da, nasıl bir oyunla karşı karşıya kaldığımızı görüyorsunuz değil mi?
KEMAL ÖZER/ www. kemalozer.com / 11 Kasım 2015