SANAT YAZILARI-II
Türk sanatı, Budist ve Maniheist devirlerde olduğu gibi, İslamiyet’in mücerret (soyut) ifadeyi şart kılan anlayışıyla da dini sahada çok yüksek seviyelere varabilmiştir. Türkler riyaziyeci, astronom, musikişinas, düşünür, âlim, filozof gibi mistik ve mücerret ifadede mahir sanatkârlar yetiştirmiştir.
Orta Asya’dan itibaren insanımızın geniş hareket alanında edindiği görgü ile oluşturduğu sanat tasavvuru, Anadolu’da Selçuklularla ileri ve özgün bir Türk sanatı kimliğine ulaşmıştı.
Arap harfli yazı sanatı olan “hat” sanatı en yüksek zirvesine Türklerde ve özellikle de Osmanlı payitahtlarında, sırasıyla Bursa, Edirne ve İstanbul’da erişmiştir.
Çini, hat, tezhip-kalem işi, vitray (bizdeki adıyla revzen-i menkuş), ahşap oyma, maden ve taş işçiliği ile halıcılık vb. geleneksel sanatlarımızın terkib edildiği diğer bir alan da kitaptır. El yazması kitaplarımız; hat, tezhip-nakış, ebru, cilt gibi sanatlara zemin oluşturuyordu.
Mimari diğer bütün geleneksel plastik sanatlarımızı da kucaklayan, kavrayan, kapsamına alan bir ana plastik alanı. Kırılacak gibi ince minareleri ile mimaride dahi madde âleminden yükselip, mânâ olmak isteyen Sultan Ahmet Camii, Selimiye mücerrete olan meylimizin en veciz timsali gibidir.
Geleneksel hayatımızda her şey, maddi ya da mânevî her unsur (barınma, beslenme, giyim, her türlü eşya, ilim ve iletişim unsurları, temizlik alet ve ortamları vb.) insan eliyle şekillenen, ruhundan ve zihninden yansıyan her şey güzelin, sadece güzelin tezahürleri olarak karşımıza çıkıyor.
Şimdi burada durup “Sanat nedir?” sorusuna cevap vermeliyiz. Evet, sanat münhasıran güzeli öğrenmenin, anlamanın ve ulaşmanın yoludur, diyebiliriz.
İlmin gayesi hakikat, yani gerçek ve doğru, felsefenin gayesi hikmet ise sanatın gayesi tek ve değişmez bir şekilde “güzel”dir.
Hangi niyet ve istikamette yapılırsa yapılsın her seyahat; insanın kendi alışılmış ortamının dışına taşma ve farklı olanı algılama cehdi ile öteleri yoklama idmanıdır. Bu idmana onu yönelten, çeken en dayanılmaz güç ya da cazibe az önce sözünü ettiğim tarzda güzeldir. İnsanın tabii, içgüdüsel, zihinsel, duygusal her türlü yönelişinin hedefi –bilinçli ya da bilinçsiz- bu kavramdır.
Türk kültür ve sanatında Osmanlı asırları, bir medeniyet iddiası halinde göklere tırmanıyordu. Ancak bu asırlar, medreseye dayalı örgün eğitim sisteminin, İslam Ortaçağının bire-bir eğitimde gösterdiği ilim cevvaliyetinin ve orijinalitesinin kaybolduğu, şerh ve haşiyeci anlayışla tekrara düşüldüğü bir talihsiz dönemdi ayni zamanda.
İlim bahrindeki bu irtifa kaybının rağmına sanatın, mânevî ( fonetik ) ve plastik her alanında, -muhtemelen bire-bir eğitim anlayışının sürmesi sebebiyle- akıl almaz bir ihtişam yaşandı.
Enderun bilgi, hüner ve davranış edindirmenin istisnai bir örneği olarak örgün, müesses bir eğitim süreci ile deha seviyesinde devlet adamı ve sanatkârı, medeniyet tesis etme misyonunun lokomotifi haline getiriyordu.
Enderun dışında bir diğer müessese de sivil zeminde tebarüz ediyordu. Tasavvuf hayatı, geniş manasıyla sanat, edebiyat ve düşünce alanlarında teşvik, himaye ve motivasyon sağlamak, bire-bir eğitim anlayışının temel ilkelerini belirlemek ve murakabe etmek yoluyla müesses bir fonksiyon sağlıyordu.
Osmanlı, gücünün bir mum gibi tükendiği ahvalde dahi sanat iddiasından vaz geçmedi. Ancak imparatorluktan sonraki dönemde sanat anlayış ve tercihlerindeki istikamet değişikliğiyle himaye ve ilgi, modern batı sanatları etrafında odaklandı.
Uzun yıllar nisyan ile perdelenen geleneksel sanatlarımızın kültür hayatınızdaki boşluğunu ciddi bir mesele olarak gören, büyük vicdan ve ufuk sahibi az sayıdaki insanın geçen asrın ortalarından itibaren, yakın çevrelerinden başlayarak aşkın bir ihtirasla sürdürdükleri iade-i itibar gayretleri destansıdır.
Tıp tarihi hocası Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver, Özbekler Tekkesi şeyhi Ethem Efendi, Necmeddin Okyay, Ali Üsküdari, Mustafa Düzgünman, Hamit Aytaç, Kemal Batanay, Halim Özyazıcı, Emin Barın, bir estet ve geleneksel sanatlar uzmanı Sayın Uğur Derman bu iade-i itibar davasının destan kahramanları olarak sanat tarihimizdeki yerlerini aldılar.
Bekir Sıddık SOYSAL