“Hayatlarını sürdürme çabasında olanların başlarına gelebilecek en kötü şey normların olmaması, ya da anomidir? Normlar engelleyici oldukları kadar mümkün kılıcıdırlar; anomi, en saf ve basit haliyle engelleyici bir duruma işaret eder. Normatif kurallar ordusu hayat dediğimiz savaş alanını terk etti mi, geriye sadece şüphe ve korku kalır.”[1]
Zygmund Bauman
Söz ile kurulan bağ, söz ile kırılır.
Bosna Savaşında, Sırplar tarafından tekkesi yerle bir edilen Şaban Efendiye tanıdıkları, İstanbul’da bir gece bekçiliği işi ayarlamışlar. Harap bir tekkeyi de uyandırıp kendisine emanet etmişler. Şaban Efendinin, her zikir meclisinin ardından harçlık dağıtması âdeti imiş. Harçlık denilen bir lira, elli kuruş bozuk para.
Bir gün, Cerrahpaşa’dan bir hekimin yolu tekkedeki meclisine düşmüş. Doktor Bey anlatıyor:
Şaban Efendi harçlık dağıtmak için cemaatini dolanmaya başlayınca, “Kalbimiz yumuşasın, kulaklarımızın, ayet, hadis duysun diye geldik. Sanki dilenciyiz, 1 liraya mı ihtiyacımız var?” diye içimden söylenmeye başladım. Sıra bana gelince Şaban Efendi, yüzüme bakıp “Sizin ihtiyacınız yokmuş” diyerek beni atladı. Az önceki lafları, sanki yüksek sesle söylemiş gibi utandım. Şaban Efendi, sanırım yüzümdeki memnuniyetsizlikten aklımı okumuştu. Ertesi hafta o parayı alabilmek “ihtiyaç” haline geldi. Ama Şaban Efendi beni yine atladı. Sonraki hafta da, ondan sonraki hafta da. O, “1 lira” benim için çok kıymetli olmuştu. Sonunda Şaban Efendi’ye çıktım;
“Efendim, beni de müridanınızdan kabul etseniz”.
“O ne demek, biz ayrı gayrı mıyız. Bizim kalplerimiz bir” falan deyip beni pışpışlayıp yolladı. O 1 liraya yine ulaşamadım. İkinci kez çıktım huzuruna, yine aynı muamele ile geri döndürüldüm. Üçüncüde çok kararlıydım, bu sefer beni atlamasına müsaade etmeyecektim:
-“Efendim beni neden kabul etmiyorsunuz? Lütfen beni de alın içeri” dedim.
“Bunu istediğinize emin misiniz?” dedi.
“Eminim efendim” dedim.
“Ancak bizim hizmetimiz zordur. Pek tahammül eden bulunmaz” dedi.
“Ben tahammül ederim, efendim” dedim.
“İyi o zaman. Biz de keneflerin temizliğinden şikayetçiydik. Sizden rica etsek, bu işi, siz sorumluluk edinir misiniz?” dediler.
Tamam dedim, Şaban Efendi bende “kibir” görmüş. Onu kırmak, nefsimi terbiye etmek istiyor. Birkaç ay bu işi yaptım. Ama bir türlü tuvalet nöbetinin sonu gelmedi. En sonunda yeniden Şaban Efendi’nin yanına gittim;
“Efendim, görüyorsunuz aylardır bu işi yapıyorum. Hastalarımın, arkadaşlarımın, hocalarımın, akrabalarımın önünde hiç gocunmadım. Kibrim yeterince kırılmamış mıdır?”
“Bu görevi, kibrinizi kırmak için istediğimizi mi düşündünüz? Yok yok, ondan değil! Eğer insanlar birbirlerinde hizmet etmiyorlarsa aralarındaki bağ “söz” bağıdır. Söz ile kurulan bağ, söz ile kırılır. Kulağına ters gelen ilk kelime ile çeker gider, bir daha arkasına bakmaz. İstedik ki, bizde hizmetiniz biriksin. İnsanlar birbirlerine hizmet ettikçe beraber yürürler.”
Biz de, bir toplumun huzuru, o toplum mensuplarının birbirlerine hizmet edebilme kabiliyetleri ile doğru orantılıdır diye düşünüyoruz.
İnsanların, binlerce yıldır biriken hayat tecrübeleri, onlara hayatın yükünü paylaşmanın pratik yollarını ve kurumlarını inşa etme becerisini de kazandırmıştır. Bütün bu kurumlar insanların güçlü iken, ihtiyaç sahiplerinin hizmetini gördüğü, ihtiyaç duyduklarında da başkalarından hizmet bekledikleri bir stratejinin üzerine kuruludur. Güçlü olduklarında keyflerinden, rahatlarından, emeklerinden, egolarından, bencilliklerin fedakârlık yapanlar, zayıf anlarında destek görürler. Toplumsal roller, akrabalık rolleri, cinsiyet rolleri asla ulaşılamayacak ancak ne kadar yaklaşılabilirse o kadar huzur ve sükûnete erilecek olan “barış/selam toplumu” idealine hizmet etmeleri için tanımlanır.
Toplumsal ve cinsel roller, hazırda bekleyen içtimai hizmet organizasyonlarıdır. Ufak bir tetikleme gayreti ile mekanizmanın harekete geçirilmesi mümkündür. Mesela bir anne adayı, doğumhaneye giderken tanımlanmış cinsiyet rolleri sayesinde, kadınlar koalisyonu kendiliğinden harekete geçer ve tüm cepheleri ile doğumu sahiplenirler. Anne, kaynana, kız kardeş, görümce veya komşulardan biri hastanın başında hastaneye koşarken birileri de eve yerleşir ve evde kalan çocukların, evin ve eve gelecek lohusanın hizmetini görmeye hazırlanır. Evin büyükleri “acemi anne” babaların acemiliklerini atlatmalarında en büyük yardımcıları olacaklarını ve çocuğun yükünü paylaşacaklarını en baştan bilirler. Komşular lohusa kadın kendine gelene kadar ev ahalisinin ve gelen giden misafirlerin yemeğini kendi evlerinde yapıp getirirler. Eve gelen giden ziyaretçilerin gelirken getirdikleri çam sakızı çoban armağanı doğum hediyeleri ya da bebeğe takılanlar; takanları maddi olarak yormayacak ancak bir araya geldiklerinde birkaç gedik kapatacak düzeylerdedir. Dedeler ve babalar her an çıkabilecek arızalara müdahale etmek, masraf kapılarını gürültü etmeden örtmek ve gelen gideni ilk karşılayan olmak için sessizce çevrede dolanmakla vazifelendirilmişlerdir. Kadınların organize ettiği bu sessiz ancak çok fonksiyonlu faaliyetin hamaliye işleri ve masraf kalemlerinin sorumluluğu onlara verilmiştir.
Kız babasından istenir. (Her ne kadar günümüzde babanın konumu sadece bitmiş bir davanın tasdikçisi konumuna indirgenmiş olsa da.) Çünkü kızın, mutlak güvenebileceği, kendisini ona adamış, hiçbir şey istemeden sağlığı elverdikçe hizmetine girmiş olan tek erkek, babasıdır. Baba, kızının kocası olacak erkeği araştırmaktan, onun denkliğini sorgulamaktan yükümlüdür. Annelerin “biraz daha büyüsün” diye kurmamak için bin bir nazlandıkları çocuklarının yuvasını, babalar kurar. Kız istemek, ailenin büyüklerinden dede, amca ya da aile içindeki saygın bir kişinin sorumluğudur. O, kızı isterken ileride çıkabilecek sorunlarda da uzlaştırıcı olmayı da peşinen kabul etmiştir.
Kız verildikten sonra kadınlar koalisyonu neredeyse tüm inisiyatifi eline alıp hep birlikte düğün hazırlıklarına girişirler. Kız kardeşler, teyzeler, gelinler, görümceler, eltiler, halalar, komşular, arkadaşlar hep birlikte kınayı, düğünü, çeyizi, yeni evi, gelinliği, kına kıyafetini, alışverişi, bohçaları organize ederler. Sağdıç, hem damadın bilgilendirilmesinden, hem ekonomik desteğinden hem de düğünün organizasyonundan sorumludur.
Düğünün güvenliği, garsonluk hizmetleri, misafirlerin ağırlanması, getir götür işleri damadın arkadaşları tarafından üstlenilmiştir. Düğün sahibinin yok ise yakın dostlardan birinin klasmanı yüksek arabası, düğün günü, düğün arabası olarak “doğal görevlidir”. Düğüne gelenlerin taktıkları takılar düğün sahibinin ağır yükünü paylaşır. Düğün sahibine yakınlık arttıkça düğün sahibinin sıkıntısına ortak olmanın yani ona edilecek yardımın da sorumluluğu artar. Bu yolla büyük kalabalıkların yedirilip içirilmesi, ağırlanıp gönderilmesi mümkün olur. Sıradaki düğünlerde aynı organizasyon tekrar tekrar, tekrarlanır. Daha önce gelin olan sonrakinde kaynana, daha önce lohusa olan sonrakinde komşu rolünü bürünür.
Bütün bu süreç hiç kimseye ne yapacağını söylemeye gerek duyulmayan binlerce yılın birikimi tanımlanmış roller ile tayin edilir. Doğumda başlayan kişinin “sıkıntıyı, derdi paylaşma organizasyonlarındaki” rolü, o rolleri paylaştığı dostlarının onun için düzenlediği son organizasyona, cenaze merasimine kadar sürer.
Hizmet paylaşımına katılan herkes sırası geldiğinde başkalarından hizmet görerek ödüllendirilir. Torunlarının senelerce hizmetini gören büyükanne yaşlandığında, aynı evde yaşlılık hizmeti alacağını bilir. Yıllarca torunlarının peşinde koşan, onların terbiyesinde ve ekonomik sorunlarında kendisine hizmet payı verilen dede, yaşlandığında torunları tarafından ta’zim ile ağırlanmayı bekler. Yıllarca cinsiyet rolleri içinde babasının izzetini, şerefini düşünerek hayatını sürdüren bir kızın, yaşı elliye geldiğinde bile “benim evim” diye döndüğü baba evinde garipsenmemesi bu rollerin işlemesi ile olur.
Bu roller ile bireyi ezebilecek sıkıntılar, altından kalkılamayacak yükler, bazen binlerce kişinin el uzatması ile beraberce kaldırılır. Aynı içerikte, farklı bağlamlarda birçok organizasyon hayatın içine gömülüdür. Cenazeler, hastalıklar, fakirler, düşkünler, yaşlılar, özürlüler, çocuklar vs. bu toplumsal, cinsel rollerin eşliğinde kaldırılabilir, taşınabilir problemlere dönüşerek hayatın doğal, gündelik, sıradan meseleleri olurlar.
Toplumsal roller, ailevi roller, akrabalık rolleri, cinsiyet rolleri binlerce yılda edindikleri esneklik sayesinde çok farklı toplumlarda, çok farklı kültürlerde bile insanlara ne yapacaklarını nasıl yapacaklarını, kimle yapacaklarını, karşılığında ne bekleyebileceklerini, derdi, acıyı, keyfi, eğlenceyi nasıl paylaşacaklarını, nerede kendisine muhtaç olunduğunu, kime, nerede ve nasıl el uzatılacağını, sınırların nereye kadar ve nasıl zorlanacağını, nasıl sevileceğini, nasıl nefret edileceğini, sevginin veya nefretin nasıl ifade edileceğini kısaca “beraberce nasıl yaşanacağını” topluma öğretirler.
Örneğin, Hz Peygamber kızını evlendirirken, “Hz. Fatıma’ya (ra) evin iç işlerinin; Hz Ali’ye (ra) evin dış işlerinin” sorumluluğunu vererek, rol dağıtımı yaptığı rivayet edilir. Bu rivayeti temel alan İslam toplumlarında erkeklerin ve kadınların aile çerçevesindeki rolleri/sorumlulukları tanımlanmıştır. Bu modelde herkes, aile içindeki pozisyonunu, sorumluluklarını; karşı tarafın beklentilerini, sorumluluklarını, kendinin ve karşı tarafın sınırlarını hatta karşı tarafı nasıl memnun edeceğini, bu roller üzerinden bilir. Bir sorun çıktığında araya giren arabulucu, kimin sorumluluğunu ihmal ettiğini, sınırları aştığını, sorunun nereden kaynaklandığını tespit etmekte dolayısı ile sorunu çözmekte zorlanmaz.
Hâkim emperyal ideolojinin “patriyarkal cinsiyet rolleri” diye itiraz ettiği ve yıkmaya çalıştığı düşünce; tam da merkezinde bu fikriyatın yattığı düşünce biçimidir.
Hâlbuki bu roller olmadığında insanlar beraber yaşama sanatını nasıl becereceklerini, nasıl giyineceklerini dahi bilemez hale gelirler. Bunlar denene denene öğrenilmiş, geliştirilmiş binlerce yılın birikimleridir. Yok edildiklerinde bunların yeniden inşasının bir ömre sığması mümkün değildir. Bu nedenle bunların yok edilmesi, sıkıntıları tüm ağırlığı ile tek başına kalmış bireyin üzerine yükleyeceğinden toplum içinde çok büyük yıkımlara, kırılmalara, alt üst oluşlara, çalkantılara ve intiharlara sebep olur. Sıkıntıların paylaşılma süreçleri, insanların birbirlerinin derdini çekebilme eşikleri, birbirlerine hizmet edebilme yetenekleri dağıtılıp darmadağın edildiğinde özellikle modern hayatın üzerine abandığı her fert, kurbana dönüşür.
Para, edinilememiş dostların, biriktirilmemiş hizmetlerin açığını kapatmaya çağrılır.
Bu rolleri büyük oranda kırmış olan Batılı ülkelerde evlenmek isteyen çift Kiliseden ya da belediyeden randevu saati alır. 3-5 arkadaşı ile düğünü yapar. Ne annenin ne komşuların ne de arkadaşların haberi olmasına gerek yoktur. Çünkü ortada, ne ortaya çıkacak sıkıntıyı paylaşmaya, ne gelenlerin yükünü karşılamaya hevesli birileri vardır. En şöhretli insanların bile cenazeleri ancak 10-15 kişi ile ebedi âleme gönderilmesi kimsede hizmet, kimsede vefa biriktirmemiş olmanın delili olarak okunabilir.
Modern, gelenekten kopmuş olmakla övünen çiftlerin düğünlerinde, bırakın anne babayı evlenen çiftin bile ne yapacağını bilememesi, şaşkın şaşkın ortalıkta dolanmaları ve sonunda işi paralı organizasyonlara devretmeleri sanırım bu nedenledir. Para, edinilememiş dostların, biriktirilmemiş hizmetlerin açığını kapatmaya çağrılır.
[1] Zygmunt Bauman, Akışkan Modernite, s:48
Yazının devamı Toplumsal ve Cinsel Roller Kırıldığında.(2)ve (3)
Ahmet H. Çakıcı
Cemaziyelahir 1441 / ALANYA