Kapitalizm düz anlamı ile dindir. Ne mütarekeyi ne de selameti tanımadığı için yeryüzünün en vahşi, en acımasız en akıl dışı dinidir. Walter Benjamin
1970’li yıllarda Amerika Birleşik Devletlerindeki tüm birikimlerin ortalama %33’lük kısmı zenginlik sıralamasında en tepedeki %1’lik ‘süper zengin’ kesime aitti. %9’luk ‘zengin’ kesim ise ABD’deki tüm birikimlerin %27’sini elinde tutuyordu. Geri kalan %90’lık kesim ise kabaca ABD’deki birikimlerin yüzde 40’ını bölüşüyordu.
TV ve kitle iletişim cihazları ile sıradan insanları yönlendirmenin, etkilemenin ve kontrol etmenin kolaylaşması, reklam sektörünün ve sosyolojik çalışmaların kapitalist zümrenin hizmetine girmesi ile tarihin hiçbir döneminde görülmemiş yaygınlıkta, büyüklükte ve hızda, fakirlerin ellerindeki mülkler ‘süper zenginlerin’ eline doğru kaymaya başladı. Öyle ki, 2010’lara gelindiğinde ortadaki %9’luk ‘zengin’ kesim varlıklarını koruyor olsa da, alttaki %90’lık fakir kesim ellerindeki her şeyi ‘süper zenginlere’ kaptırmış, hatta ABD varlıklarının toplamının neredeyse %20’si kadar da borçlu hale gelmişlerdi. Fakirler konut taksitleri, banka kredileri, kredi kartları ile sürekli büyüyen bir borç çığının altında kaldılar. Artık ABD vatandaşlarının %70’inin 1 metre kare arazisi, %25’inin ise hiçbir mülkü yoktu. Buna karşılık Bill Gates’in sadece Amerika Birleşik Devletlerindeki arazisi 1,1 milyon dönümün üzerine[1] çıkmıştı. Ki bu rakama Afrika ve Güney Amerika’da aldığı araziler ve Türkiye’den aldığı iddia edilen 56 bin dönüm arazi dâhil değil[2].
Bütün dünya birkaç Süper Tefeciye tüm varlıklarını borçlanmış durumda.
Bu durum diğer gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler içinde farklı değil. Mesela Türkiye halkının kredi ve kredi kartlarına toplam borç miktarı 706 milyar TL’ye yükseldi[3](Haziran 2020). Tam bu aylarda Türkiye’deki emisyon hacmi ise sadece 222 Milyar liraydı.[4] Yani piyasadaki tüm parayı topladığımızda vatandaşın bankalara olan kredi kartı ve kredi borcunun ancak % 31,5’i (3 te 1’i bile değil) ödenebiliyordu. Görünen o ki, bu borcun ödenme ihtimali de yok. Üstelik bu her ay biraz daha katlanıyor. Mesela 2020 Haziran’ında banka kredisi ve kredi kartı toplam borcuna 55 milyar lira (eski para ile 55 katrilyon) daha ilave oldu.
___________________________________________________
[1] https://www.cnnturk.com/dunya/bill-gates-abdnin-en-buyuk-toprak-sahibi-oldu
[2] https://www.haberyuzdeyuz.com/gundem/bill-gates-turkiye-den-tarim-arazisi-topluyor-h31355.html
[3] https://www.dw.com/tr/t%C3%BCrkiyede-vatanda%C5%9Flar-bor%C3%A7-bata%C4%9F%C4%B1nda/a-54132554
[4] https://uzmanpara.milliyet.com.tr/kap-haberi/emisyon-hacmi-08-temmuz-2020-itibariyle-221-milyar-928-milyon-648-bin-910-00-tl-oldu/1620729/#:~:text=Terimler%20S%C3%B6zl%C3%BC%C4%9F%C3%BC-,*EM%C4%B0SYON%20HACM%C4%B0%2008%20TEMMUZ%202020%20%C4%B0T%C4%B0BAR%C4%B0YLE%20221%20M%C4%B0LYAR%20928%20M%C4%B0LYON,B%C4%B0N%20910%2C00%20TL%20OLDU
__________________________________________________________________
Üstelik bu sorun sadece vatandaşlar düzeyinde olan bir sorun da değil; “Kalkınma Tuzağına”[i] çekilmiş devletler de aynı durumda. Mesela, Türkiye’nin 1990’lardaki dış borç stoku 100 milyar dolar civarına iken 2020 yılı sonunda bu rakam 450 Milyar dolara yaklaşmış durumda[1]. Bu borcun mucizevi bir gelişme olmadıkça ödenme ihtimali yok gibi. Zira Türkiye bütçesi 1970’den beri hiç bütçe fazlası vermediği[2] gibi, sadece 2020 yılı bütçe açığı 172,7 milyar lirayı buldu.[3] (Gelişmekte olan ülkeler arasında dış borcu en yüksek 6. ülke olan Türkiye dış borcun milli gelire oranı hesap edildiğinde Arjantin, Şili, Endonezya, Venezuela’dan sonra 5. riskli ülke konumunda[4], 2020 Kasım).
Bu durum sadece Türkiye, Arjantin, Endonezya gibi gelişmekte olan 3. Dünya ülkelerine özgü bir sorun da değil: Gelişmiş ülkeler olarak görülen Batı ülkeleri için de durum benzer: Mesela 2016 yılında ABD’nin dış borcu 18,2, İngiltere’nin 7,5, Almanya ve Fransa’nın 5 trilyon dolar civarındadır[5]. Tüm ülkelerin küresel tefecilere olan toplam dış borç stoku 275 trilyon doları buldu ve bu sürekli artıyor[6].
Sorun fakirlerin sayısının çokluğu değil, dünyanın taşıyamayacağı kadar çok zenginin olması.
Son 40-50 yıldaki bu büyük servet kaymasının sonucu olarak tarihte hiç görülmemiş şekilde insanlar mülksüzleşip BANKALARA (Süper zenginlere) borçlanırken tüm dünya servetleri çok küçük bir azınlığın elinde toplanıyor.
İngiltere merkezli uluslararası yardım kuruluşu Oxfam’ın verdiği bilgilere göre sadece 26 kişinin serveti dünyanın yarısına eşit.[7] 2 bin 153 milyarderin serveti, dünya nüfusunun yüzde 60’ını oluşturan 4,6 milyar kişinin toplamından daha fazla. Dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin serveti 6,9 Milyar insanın servetlerinin toplamının 2 katından fazla.
____________________________________________________
[1] https://www.dogrulukpayi.com/bulten/turkiye-nin-dis-borcu?gclid=CjwKCAjw-qeFBhAsEiwA2G7Nl9MJsYtaeoQNrykUotXLO0UXGQiB6gNuyWW–UO_NuDBRi2GrmRT3hoC8S0QAvD_BwE
[2] https://finans.mynet.com/haber/detay/ekonomi/cumhuriyet-tarihinin-butce-analizi/957/
[3] https://www.indyturk.com/node/300996/ekonomi%CC%87/2020-b%C3%BCt%C3%A7e-a%C3%A7%C4%B1%C4%9F%C4%B1-1727-milyar-lira-olarak-ger%C3%A7ekle%C5%9Fti
[4] https://www.sozcu.com.tr/2021/ekonomi/abdli-bankadan-turkiye-icin-dis-borc-krizi-riski-uyarisi-6427397/
[5] https://tr.wikipedia.org/wiki/D%C4%B1%C5%9F_borca_g%C3%B6re_%C3%BClkeler_listesi
[6] https://www.haberler.com/yunus-babacan-dunya-275-trilyon-dolar-borclu-13816172-haberi/
[7] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46945215
_________________________________________________
2000 yılında, ilk 10 kişinin serveti yaklaşık 900 milyar dolar iken bu rakam 2021 yılında yaklaşık 9 kat artışla 8 trilyon dolara ulaştı[1]. Öte yandan 2000 yılında dünyadaki milyarder sayısı 470 iken, 2021 yılında rakam 2755 oldu. Yani yaklaşık 4,5 kat arttı.[2] Aynı dönemde 2000 yılında 115 milyon civarında olduğu düşünülen aşırı yoksul ve sefalet içinde yaşayan insan sayısının 2021 yılında 200 milyonu bulduğu tahmin ediliyor.[3] Ve süreç devam ederse 10 senelik bir süreç zarfında rakam 500 milyonu geçecek.
Türkiye için de durum pek farklı değil: Mart 2020’de hesabında 1 milyon TL ve üzeri parası olanların sayısı 246 bin 136 iken 2021 yılının aynı döneminde bu sayı 85 bin 958 kişilik artışla 332 bin 94 kişiye fırladı. Dolar milyarderi sayısı da bu bir yıl içinde 23’ten 26’ya çıktı. Ve eş zamanlı olarak toplam 16 milyon 831 bin 210 kişi devletten sosyal yardım alır oldu.[1]
Bu noktada hatırlatmak gerekir ki, her ‘zengin’ 500 ailenin, her ‘süper zengin’ 5000 ailenin mülksüzleşmesi, fakirliğe ve sefalete düşmesi ile var olur. Eğer konuya bu zaviyeden bakılırsa 1994 yılında Mısır’da yapılan ‘Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı’nda” konuşmacıların birinin dediği “Dünyada yoksulluk sorunu yok! Dünyanın taşıyabileceğinden fazla zengin sorunu var” kelimesine katılmamak bizim için mümkün değil gibi duruyor.
Bu virüse karşı verilen bir savaş değil, “Süper zenginlerin” alt tabakaları yağmalaması.
Büyük küresel şirketlerin, küçük ve orta düzeyli esnafın gelirine dolayısı ile servetlerine el koyma süreci, covid-19 süreci ve bu süreçte inşa edilen “Sağlık Despotizmi”[2] ile -özellikle sanal internet marketler kullanılarak- çok ciddi bir ivme kazandı. Bu süreçte Türkiye’de de -diğer ülkelerde olduğu gibi- okulların kapatılıp eğitimin evlere yönlendirilmesi ile hane başı internete ulaşım oranı %90’7’ye çıkmış oldu[3] ve neredeyse tüm evler internet üzerinden alışveriş imkânına sahip hale geldi. Karantina günleri ile eve hapsedilen halk, küçük ve orta boy esnafın kapalı olduğu günlerde internet üzerinden alış verişe adeta zorlandı. Böylece internet üzerinden alışveriş yapanların oranı %36,5’e ulaştı. Daha salgının 3. ayında sanal internet şirketleri, günlük satış cirolarını 4 katına kadar çıkarmışlardı.
2020 yılı itibarıyla Türkiye’de e-ticaret hacmi, 2019 yılına göre yüzde 66 artış göstererek 136 milyar liradan 226 milyar 200 milyon liraya yükselirken; e-sipariş işlem adedi de 2019 yılına göre yüzde 68 artışla 1 milyar 366 milyondan 2 milyar 297 milyona çıktı. E-ticaret hacminin genel ticarete oranı 2019 yılında yüzde 9,8 iken, 2020 yılında 5,9 puan artışla ortalama yüzde 15,7’ye yükseldi.[1]
Üstelik geri kalan ticaretin de önemli bir kısmı zincir marketlere gitti ve bu süreçte onlar da karlarını kat kat artırdılar. Mesela BİM’in 2019 yılı ilk çeyrek karı 215,4 milyon TL iken 2021 ilk çeyrek karı 684,6 milyon TL’ye çıkarak sadece 2 senede yüzde 317 artış göstermiş oldu[2]. Bütün bu artışların ülke çapında genel ticaret hacminde çok büyük bir düşüş yaşanırken olduğunu hatırlatmak isterim. Türkiye’de 2 milyona yakın esnaf olduğu düşünülürse bu yönlendirme ile birlikte toplumda en az 5-6 milyonluk bir kesimin ve onlara hizmet satarak geçinenlerin gelirlerine el konularak fakirliğe hatta yoksulluğa doğru sürüldüklerini söylemek mümkün.
Küresel boyutta da durum pek farklı değil: Çin menşeli ünlü sanal firma Ali Baba, yerel esnafın dükkân açmasının yasak olduğu günlerde “Bekârlar Günü” (11. Ayın 11’i) alışverişinde birkaç günde 74,1 milyar dolarlık[3] işlem hacmine ulaştı. Bu rakam 84 milyonluk Türkiye’nin özel ve kamu kuruluşları ile 1 yılda yaptığı işlem hacmine (168.5 Milyar dolar,2020) Ali Baba’nın sadece 3-5 günde ulaşabildiği anlamına geliyor
Oxfam’ın raporuna göre, pandemi sürecinden hemen önce 2018 yılında süper zenginlerin servetleri %12 artarken dünyanın %50’lik fakir kısmının servetleri ise %11 azalmıştı.[4] Buna göre 2018 yılında her gün 2,5 milyar dolar fakirlerin elinden çıkıp zenginlerin eline geçmişti. Ancak 3 yıl sonra pandemi süreci ile birlikte 2021’in ilk aylarında GAFAM diye adlandırılan sadece 5 şirketin (Google, Amazon, Facebook, Apple ve Microsoft) ‘günlük’ kazancı 3,5 milyar doların üzerine çıktı[5].
Daha sürecin yarısında, 1 yıllık covid-19 sürecinde ABD’li en zenginler servetlerine 4 trilyon dolar, Çinli süper zenginlerin ise servetlerine 1,5 trilyon dolar daha ilave etmiş oldu.[6]
Bunun bütün dünya çapında işleyen bir süreç olduğu düşünülürse küresel süper zenginlerin çok kısa bir sürede anormal servet artışlarını açıklamak da mümkün hale gelir.
Ancak buradaki hedef, sadece alt tabakaların mülklerine el koymak değil kanaatindeyiz. Biz toplum içinde maaş almayan ve egemenlere muhtaç olmadan kendini geçindirebilen dolayısı ile egemenlerin her dayattığına boyun eğmeme potansiyeli ve direnç alt yapısını koruyan herkesin hedef olduğunu düşünüyoruz. “Unutmamak lazım sermaye ‘İnsan’ Sevmez.” ve bilinçli olarak herkesi kendisine muhtaç kılmak ister.[7]”
Dikkat ederseniz covid-19 kısıtlamalarına en yüksek direnç ve itiraz memur ve emekli olmayan kesimden gelmiştir.
Bunu tekrar vurgulamak istiyorum: Ayakkabı esnafından örnek vererek derdimi anlatmaya çalışayım. Türkiye’de on binleri bulan ayakkabıcı esnafı var. 2015 yılında tüm ayakkabı satışlarının %3,6’sı internet üzerinden yapılırken, 2020’de oran %27,1’e çıkmıştır. Bu ayakkabıcı esnafının en az 4’te 1’inin gelirinin sanal şirketlere aktarıldığı anlamına gelir. İnternette müşterilerin, %70’inin 3. Sayfayı, %97’sinin 7. sayfayı geçmediği, firmaların birkaç marka adında satış yaptıkları ve reklam veren şirketlerin mükerrer olarak önümüze getirildiği hesap edilirse müşterilerin sadece 3-5 firma ile muhatap oldukları da fark edilebilir.
Yani toplumda binlerce olan ayakkabıcı sayısı internette 3-5 şirkete düşer. Ancak bu 3-5 şirketin ortaklık yapılarına bakılırsa ve bunların küresel ortakları fark edilirse aslında sadece ülke bazında değil dünya bazında tüm ayakkabı satıcılarının iflas ettirilerek geriye küresel ölçekte yurt dışı sermayeli 3-5 şirketin kaldığını ve TAM TEKELLEŞMEYE doğru gittiklerini söylemek mümkün hale gelir.
Üstelik bu süreç tüm sektörlerde işlemekte ve milyonlarca esnaf iflas ettirilerek devlete ve aydan aya aldığına mecbur ve bağımlı hale getirildiğini fark etmek mümkün olur sanırım.
Devletten sürekli maaş alan (memur, emekli, özürlü, dul, yetim, gazi vs.) -her ne kadar içinde olduğumuz geçiş döneminde sıkıntıları büyük oranda hissetmemiş olsalar da- durumları, aslında esnaftan daha iyi değil. Zira şehirlere sıkışmış halde bulunan bu kesimin %60’ı, eğer tek bir ay maaş alamazsa ciddi anlamda sıkıntıya düşecek ve hayatını idame ettirebilmek için borç almak zorunda kalacak halde. Yani mutlak anlamda devlete bağımlı ve enflasyonist baskıya çok açık bir haldeler. (İngiltere’de halkın yüzde 45’i, Türkiye’de ise yüzde 60’ı, 1000 sterlinden daha fazla borçlu durumda. Türkiye vatandaşlarının %58’i tatil yapabilecek bir imkâna sahip değil.)
Sistem fakirlik üretiyor.
David Harvey, “Pandemi sürecinin açık bir şekilde faş ettiği gibi, kendi haline bırakıldığında kaçınılmaz olarak her an katlanan fakirliği üreten şey, ekonominin ta kendisidir”[8] diyor ve servetlerin birkaç kişinin elinde toplanmasının sistemin kuruluş ve işleyiş mantığının getirdiği bir mecburiyet olduğunu söylüyor.
Bütün kelimeler aynı soruda kilitleniyor: Fakirlere ne olacak?
Tüm sorular dönüp dolaşıp bu soruya geliyor: Tüm servetlerin egemenlere aktarıldığı ve fakirlere kalan miktarın her gün daha da küçüldüğü ve bu kalabalıkların fakirleşme süreçlerinin her an biraz daha hızlandığı şu ortamda 8 milyar insan nasıl yaşayacak?
Bu noktada tüm dünya servetlerini kendilerine yığmakta olan “Süper Zenginleri” fedakârlık yapmaya ve ellerindekileri fakirlerle paylaşmaya ikna etmemiz gerekiyor. Ancak onlara fedakârlık çağrısında bulunmak şu an için ağza alınabilecek en ağır küfür muamelesi görüyor. “Tanrı zenginlerin fedakârlık yapmak zorunda kalacağı anlar göstermesin!”[9] Tıpkı Kur’an’ın bahsettiği gibi, büyük kapitalistler, “hurma çekirdeğinin” üzerindeki zarı bile fakirlerle paylaşmayı düşünmüyorlar.[10] Nestle CEO’sunun “Su insan hakkı olarak değerlendirilemez. Özelleştirilmelidir”[11] (para ile satılmalıdır) ifadesi süper zenginlerin bu konudaki fikri hakkında sanırım bir ipucu verebilir.
Peki ne olacak milyarlarca insan?
İşte her kelimenin dönüp dolaşıp nüfus azaltma meselesine dayanması, DSÖ tavsiyesi ile devletler tarafından toplumlara dayatılan her ilacın ve aşının ortak yan etkisinin sperm yapısını bozmasının, fetüs gelişimini durdurmasının fakirleri işkillendirmesi ve bu tür komplo teorilerinin hiç gündemden düşmemesinin sebebi bu soru.
Fakirler anlamak istemiyorlar:
1- Küresel tefeciler artık ulus devletlere halklarına maaş ödesinler diye daha fazla borç vermek istemiyor: Süper zenginlerin artık fakirlerden alabilecekleri çok fazla bir şey kalmadı. Onlar Ulus Devletlere dolayısı ile devletlerin mülksüzleştirilmiş vatandaşlarına maaş olarak verdikleri, kendi paralarını geri almak gibi bir kısır döngü içine düştüler. Ellerinden alınabilecek servetleri kalmamış fakirler onların gözünde artık “kurtulunması gereken atık/çöp”ten başka bir şeyi ifade etmiyor.
Bu nedenle Küresel Tefeciler ulus devletleri; fakirleri desteklemek için sübvanse etmekten vaz geçmeleri için sıkıştırıyorlar. (Yerel devletlerin ellerinde, küresel tefecilere rüşvet olarak sunabilecekleri doğal kaynakları da kalmadı. Bunların neredeyse tamamı zaten küresel egemenlerin eline geçti.) Bu nedenle ulus devletlerin, küresel şebekelerin kendilerini eğitim, sağlık, ucuz gıda, ucuz seyahat, ucuz konut gibi sübvanse edilmiş alanlardan çekilmeye ve fakirleri kendi kaderlerine terk etmeye zorlamalarına direnebilmeleri çok zor. O yüzden olsa gerek virüs, sübvanse edilmiş kamusal hizmetleri vururken (hastaneler, devlet diş poliklinikleri, okullar, tiyatrolar, spor, sanat ve eğlence etkinlikleri vs.) bunların özeldeki muadillerine ya hiç uğramıyor ya da çok sınırlı bir şekilde dokunuyor.
2- Ulus Devletlerin tüm kaynakları küresel şebekeler tarafından sömürülüyor ve gelirleri faiz ödemelerine gidiyor: Yani fakirlere ayıracak yeterli kaynakları yok.
Ulus Devletlerin, kendilerine çok ciddi bir şekilde borçlu oldukları Küresel egemenlere direnmesi ve onlara ayakbağı olması oldukça zor bir ihtimal gibi görünüyor.
3- Fakirlerin kendilerini savunabilecek enerjileri ve beraberlikleri yok.
Süper zenginler, Noah Harari’nin deyişiyle fakirlere çok daha azı ile yetinmeyi öğretirlerken ve bu nedenle onların payını her geçen gün daraltırlarken, Byung Chul Han, toplumların da sürece direnme ihtimallerinin olmadığını düşünüyor. “Devrim Bugün Neden Mümkün değil” isimli makalesinde Neoliberal ekonomik sistemin kendini şiddet ve baskıcı bir iktidarla korumadığını, kişileri arzu üzerinden baştan çıkararak, (mesela “sağlıklı bir hayat” vaad ederek) ve performans yarışına sokarak “rızayı sağladığını” düşünüyor.
Zaten Chul Han’a göre kendi ile yarışa ikna edilmiş, “kendi ile verdiği savaşı” kaybetmiş, tükenmiş, depresif, dağınık modern bireylerin herhangi bir şeye ‘beraberce’ itiraz etme ihtimali de yok.[12]
4- Fakirler uyanabilseler de karşılarında bir düşman yok: Üstelik birey, TV veya sosyal medyadan büyülenmese (baştan çıkarılamasa) da sonuç değişmez: Zira somut bir şiddet ve somut bir ‘düşman güç’ olmadığı için kalabalıkların nefretini yönlendirebileceği ve düşman edineceği herhangi biri de ortalıkta yoktur.
Diğer yandan toplumlar bireysellik, özgürlük ve kendi akıllarına tapmaya ikna edilmişlerdir ve bu nedenle bir araya gelip beraberce itiraz edebilmeleri mümkün değildir. Aynı nedenle her itiraz eden sahipsiz ve yalnız kalır.
5- Bundan sonraki servet mücadelesi, “zenginler” ile ‘süper zenginler” arasında:
Fakirler ciddi anlamda mülksüzleştirildiler ve borçlandırıldılar. Ellerinde kalanlar da -çok uzun olmayan bir süreçle- sanal ve zincir marketler tarafından emilecek gibi duruyor.
Bu nedenle bizim kanaatimize göre bundan sonraki süreçte Süper Zenginler gözlerini, 1960’lardan beri mülklerini istikrarlı şekilde korumuş olan orta zenginlerin mülklerine dikecekler. Şimdiden zenginlere varlık vergisi ve ağır vergiler konulması çağrısı yapılmaya başlandı[13] bile. Eğer bunu başarabilirlerse, Süper Zenginler kendilerinin yoksullaştırdığı kitlelerin bakım masraflarını da orta boy zenginlerin üzerine yıkabilmiş olacaklar.
Sonuç:
Eğer fakirler bir araya gelebilmeyi başarabilirlerse, Küresel zenginlerin mallarının yeniden dağıtılmasını yüksek sesle talep edebilirlerse, ulus devletler altında ezildikleri borç ve faiz sarmalını reddederek kendi kaynaklarını kendi vatandaşlarına yönlendirmeye cesaret edebilirlerse ve özellikle fakirler TV’LERini kapatıp büyülenmekten kurtulabilirlerse belki bir umut daha doğabilir.
Bizdeki hikmet buna yetti, Allah Teâla doğrusunu bilir.
Ahmet H. Çakıcı
Şevval 1442 / ALANYA
Not: Küreselleşmeyi takip etmek her Müslümanın sorumluluğu; oradaki ahlaka değen ya da ahlakı teğet geçen, düşüren ya da ortaya çıkaran her şeyi faş etmek onun sorumluluğudur. Bunun izini sürmek, deşifre etmek, incelemek onun sorumluğudur[14].
[1] https://www.eticaret.gov.tr/haberler/10040/detay#:~:text=Ticaret%20Bakan%C4%B1%20Ruhsar%20Pekcan%2C%20ge%C3%A7en,7’ye%20%C3%A7%C4%B1km%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1r%22%20dedi.
[2] https://www.bloomberght.com/bim-in-ilk-ceyrek-net-kri-tahminleri-asti-2279938
[3] https://www.indyturk.com/node/271546/ekonomi%CC%87/%C3%A7inde-bekarlar-g%C3%BCn%C3%BC-kampanyas%C4%B1nda-74-milyar-dolarl%C4%B1k-al%C4%B1%C5%9Fveri%C5%9F-yap%C4%B1ld%C4%B1
[4] https://tr.euronews.com/2020/01/20/dunya-servetinin-yuzde-60-2-bin-153-kisinin-elinde
[5] GAFAM’ın Dakikada Ne Kadar Para Kazandığı Açıklandı (webtekno.com)
[6] htts://www.indyturk.com/node/339761/d%C3%BCnya/koronavir%C3%BCs-salg%C4%B1n%C4%B1-milyarderlerin-servetini-4-trilyon-dolar-art%C4%B1rd%C4%B1
[7] https://www.indyturk.com/node/190906/d%C3%BCnyadan-sesler/amerikan%C4%B1n-sorunlar%C4%B1n%C4%B1n-%C3%A7%C3%B6z%C3%BCm%C3%BC-kapitalizm-de%C4%9Fil-kapitalizm-sorunun-ta
[8] https://www.indyturk.com/node/190906/d%C3%BCnyadan-sesler/amerikan%C4%B1n-sorunlar%C4%B1n%C4%B1n-%C3%A7%C3%B6z%C3%BCm%C3%BC-kapitalizm-de%C4%9Fil-kapitalizm-sorunun-ta
[9] https://www.indyturk.com/node/190906/d%C3%BCnyadan-sesler/amerikan%C4%B1n-sorunlar%C4%B1n%C4%B1n-%C3%A7%C3%B6z%C3%BCm%C3%BC-kapitalizm-de%C4%9Fil-kapitalizm-sorunun-ta
[10] Nisa 53. “Yoksa onların mülkten bir nasipleri mi var? Öyle olsaydı insanlara zerre miktarı bir şey vermezlerdi.”
[11] https://naturalsociety.com/nestle-ceo-water-not-human-right-should-be-privatized/?fbclid=IwAR2Yd8yQtDRNgcEOepq93NquFcXO1B9OYAWTUit9dJ0tFg39vNYJ4RevDCU
[12] Byung Chul Han, Kapitalizm ve Ölüm Dürtüsü, s:27
[13] https://www.hurriyet.com.tr/avrupa/merkele-acik-mektup-zenginlerden-varlik-vergisi-alin-41799500
[14] Abdulhakim Murad, Postmodern dünyada Kıbleyi bulmak
[i] Kalkınma Tuzağı:
Tuzak kabaca şöyle işliyor: Küresel bir güç dünyanın her hangi bir yerinde bir ülkeye büyük bir gösteri eşliğinde çöküyor. Aynı şeyin kendi başına gelmesini istemeyen küçük devlet, kalkınmak için para ve bilgi arayışı ile küresel tefecilerin kapısına dayanıyor. Onlar da belli alanlarda (patent anlaşmaları ile araba, cep telefonu, bilgisayar, TV, ilaç, aşı vs) yatırım yapmamak kaydı ile ‘ödeyemeyecekleri’ borçları onlara veriyor. Küçük devletlerin hükumetleri bu borçlar ile yol, kanalizasyon, bina, inşaat vs. yapıp modern şehirlerde vatandaşlarını maaşlandırarak refah içinde yaşatmaya ve bir sonraki seçimi kazanmaya çalışıyorlar. Bunun karşılığında küresel tefecilerin ülkenin doğal kaynaklarını ve vatandaşlarını sömürmesine göz yumuyorlar. Halk babadan kalanları, kendi ürettiğini ve devletten aldığını “ülke içinde üretilmesi yasak olan” lüks tüketime (cep telefonu, TV, Bilgisayar, Araba vs.) ve geliştirilen modern zamanlar aboneliklerine (internet, cep telefonu, TV, ilaçlar, aşılar vs.) yatırarak “borç” olarak alınan kaynağı küresel egemenlere geri dönüyor. Böylece Küresel tefeciler devletlere verdikleri borcu halktan geri emmiş oluyorlar. Küresel egemen halktan aldığını devlete FAİZle katlayarak tekrar borç veriyor ve devlet bununla yeniden emekli, memur maaşlarını ödüyor. Kurulan döngü, faiz üzerinden işlediği için, her turda fakirlerden daha fazlası çıkmak zorunda kalıyor ve fakirler biraz daha fakir, zenginler biraz daha zengin oluyor.
www.ahmethakancakici.com