Son yüz elli yıldır Batı karşısında aldığımız ağır yenilginin slogandır; “Batının ilmini almak, ahlakını almamak” . Bu süreçte silah sanayiinde, ekonomide, tahakkümde, eğitimde, bilgi üretiminde Batı ile aramızdaki fark kapanmak yerine gittikçe açıldı. Ve bu bizi “ilmini alamadık, bari ahlakını” alalım şeklinde okunabilecek bir kendinden nefrete, bir harakiriye, kendi kendini yok etme aşamasına getirdi. Bu Sözleşme topluma yeni bir DİN dayatmasıdır, Öncelikle dikkat edilirse Sözleşme “İnsan Eşitliğine” atıf yapmıyor. Hâlbuki “İnsan” tanımı; erkekleri, kadınları, çocukları, siyahları, beyazları, özürlüleri, mültecileri, fakirleri, zenginleri, gayleri, fahişeleri, bankacıları/tefecileri, Yahudileri, romanları, ateistleri ve akla gelebilecek her türlü beşeri tanımı kapsıyor. Ancak Sözleşme kendisini ısrarla “İNSAN EŞİTLİĞİ” üzerinden tanımlamıyor. Niçin?
Burada dikkat edilmesi gerekir ki, “İnsan”, başka insanları ahlak üzerinden tanımlayabilme, kural koyabilme, ötekileştirebilme gücünü Tanrıdan ve Andropostan (Ahlak va’z eden erdem erkeği, heteronormativiteyi inşa eden erkek. Yani azizler, evliyalar, peygamberlerden) alıyor ve onlara dayanarak birilerini ötekileştiriyor. Tanrı ve Andropos (Peygamber) sürekli insanlar arasında ayrımcılıklar üretiyorlar. Ve tüm ayrımcılıklar da “şiddete” sebep oluyor.
Fark etmek zorundayız ki, “Tanrı Öldü” ve “İnsan”ın yani ahlakın arkasında kimse kalmadı. Dolayısı ile ölmüş bir Tanrı’nın “AHLAK ve ERDEM” üzerinden başka insanları ötekileştirmesine müsaade edilmemeli. Bunu ifade eden ünlü feminist kuramcı ve felsefeci Rosi Braidotti İnsan Sonrası eserinde “İnsan sonrası kuramı örgütlü olarak “insani” değerlerden uzaklaşma ve yabancılaşma biçimidir… Erkek insan modelini aşmak için yoğun bir transversalliğe ve sınırları aşmaya ihtiyacımız var… Erkek öznenin ezilmesi gerekir” derken “Ahlak erkeğinin” (peygamberlerin) ahlaklı-ahlaksız insan ayrıştırmasının önüne nasıl geçilebileceğinin formülünü bize söyler. Zeynep Ergun ise bunun ancak “Erkeğin (ahlak erkeğinin-AHÇ) acınası duruma düşürülüp ifşa edilmesi ile” mümkün olacağının altını çizer.
Ancak ‘insan’, ötekileştirme tanımlarını dolayısı ile şiddet araçlarını sadece Tanrı’dan almıyor; şiddetin tarih, gelenek, örf, adet, ‘normal’ ve ‘toplumun genel kabulü’ gibi başka dayanakları da vardır. O zaman şiddeti önlemek için ilk önce “İnsan” kelimesinin sırtına yüklendiği “ötekileştirici” ağırlıklardan kurtulması gerekiyor. Yani din, gelenek, örf, adet, ahlak, namus, şeref, ırz, normal, toplumun genel kabulü vs. gibi tüm “dışlama” üreten normları belirleyen yapıların/kaynakların reddedilmesi gerekiyor.
Ancak İNSAN kelimesinin derinliği ve “insanın” binlerce senedir özellikle dinler tarafından tanımlanıyor olması buna imkân vermiyor. Başka bir kelimeye ihtiyacımız var.
Sözleşme Ayrımcılığı, Kadın-Erkek eşitliği üzerinden de tanımlamayı reddediyor.
Bu kelime, bu süreçte uydurulmuş bir tanım olan “biyolojik cinsiyet”ler yani KADIN-ERKEK eşitliği üzerinden de tanımlanmamalı. Çünkü “kadın ve erkek” tanımları yine dinlerin sınırlarını kabul eden, “ikili cinsiyet” hiyerarşisine (İki tane cinsiyet vardır: Kadın ve Erkek, fikrini kabul eden düşünce-AHÇ) dayanan kavramlardır.
Ve LGBTTQ+ kimlikleri ifadeden acizdir. Onları içeri alamaz, dışlar.
Bizim tüm dışlanan kimlikleri içine alabilecek bir tanımlamaya ihtiyacımız var, diyorlar. Bunun için öncelikle Judith Butler’ın ifadesi ile “ikili cinsiyet rejiminin bükülmesi” gerekir çünkü ikili cinsiyet rejimi yani “heteroseksüellik tüm cinsiyet imkânlarını bizden çalar”. Örneğin bu düşüncenin yansıması olarak “Bilim Adamı” kelimesini dengelemek için üretilen “Bilim Kadını” ibaresine itiraz edilmiş ve eşcinsel kimlikleri de kapsayan “Bilim İnsanı” tabiri üretilmiştir.
GENDER ya da Türkçeye tercüme edildiği haliyle “Toplumsal Cinsiyet” kelimesi bu manada İnsan kelimesinde olduğu gibi “Allah’a, Andropos’a (peygamberlere) dine, ahlaka, şerefe, namusa, örfi, geleneksel tanımlara” hiçbir referans vermediği için Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans kimlikleri sahiplenmeye dönük uygun bir kavramdır. Rosi Braidotti’ye göre Gender’la “Erkek imparatorluğundan azade olmanın keyfine varma” zamanının geldiğini düşünür.
Bir yükseltilmiş ahlak tanımlayıcının (Tanrının/Peygamberlerin) olmadığı yerde LGBTTQ+ formların bile kabullenmekte zorlandığı aile içi ilişkilerin (ensest), pedofilinin (8 yaş altı ile seks), oğlancılığın, pornonun, röntgenciliğin, teşhirciliğin ya da toplumun dışladığı herhangi başka bir formun dışlamasının imkânı var mıdır? Butler bu soruya cevap veriyor ve “Hayır!” diyor; “Hiçbir formun dışlanmasına izin vermemeliyiz!” Yani ensest de, pedofili de, hayvanlarla seks de “yetişkin ve evli kadın/erkek ilişkisi kadar” normal olmalıdır. (Queer Teori)
“Toplumsal Cinsiyetler” denen topluma rol, davranış, tepki, kınama, dışlama dayatan tüm toplumsal ve cinsel modellerin ve kaynaklarının yok edilmesi gerekir. Bu noktada mesela biyolojik olarak erkek çocuğunu toplumsal erkeklik kalıpları, biyolojik olarak kız çocuğunu “toplumsal kız” kalıpları ile yetiştirmek çocuklara uygulanan şiddet kapsamına girecektir. Üstelik şiddet döngüsünü” kuracağı için şiddeti gelecek kuşaklara da taşıyacaktır. Yani bir çocuğa iffetten, namustan, ardan, ayıptan, ahlaktan, mahremiyetten, bekâretten, delikanlılıktan, güçlü olmaktan, mücadeleden falan bahsetmek ve bunları ona öğretmek, ona rol yüklemek ve onun cinselliğini ve zevk alanını kısıtlamak demektir.
Bunları öğreterek çocuğa “cinsel ve toplumsal şiddet” uygulamış oluruz. Çocuğun şiddetten kurtulabilmesi ve özgürce zevk ve eğilimlerini yaşayabilmesi için çocuklar; Toplumsal Rollere, erkeklik ya da kadınlığa dair hiçbir şey duymadan büyütülmelidir. Annamarie Jagose Queer Teori, Bir Giriş eserinde “Anneden kıza nakli durdurmalıyız” derken bunun nasıl yapılacağını izah eder. (Hatırlarsanız Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Bakan olduktan sonraki açıklamasında 162 adet Toplumsal Cinsiyete Duyarlı (cinsiyetsiz-AHÇ) Okul açılacağını duyurmuştu.[1])
Genel bir toparlama olarak GENDER ideoloji; Yeryüzündeki bütün şiddetin kaynağında özellikle bebeklik ve çocukluk döneminde doyurulamamış ve baskılanmış cinselliğin olduğunu düşünür[2]. Cinselliği sınırlayarak insanı bir şiddet makinesi haline getiren ise Erdem, Ahlak talebinde bulunan, kural koyan Erkektir[3], iddiasındadır.
Bu nedenle GENDER İdeoloji şiddeti ortadan kaldırmak için her türlü bireysel eğilimlerin, zevklerin önündeki engellerin kaldırılması için Ahlak erkeğinin tanımladığı ve dayattığı psikolojik, ekonomik, fiziksel, toplumsal şiddete ve ayrımcılığa sebep olarak görülen tüm dini, ahlaki, tarihi, geleneksel, örfi ve toplumsal engellemelerin, tanımlamaların, toplumsal ve cinsel rollerin reddedilmesi olarak okunabilir. Zygmunt Bauman’ın tanımlaması ile bu post-modern dönemin Yüce Tanrısı ORGAZMdır; Vücut, Haz ve Dokunulmamazlık/Karışılmamazlık, teslisin üzerinde durduğu üç ayaktır.
Ahmet H. Çakıcı
Yazının Devamı ve Tamamı/ www.ahmethakancakici.com