Yıllar önceydi bir grup arkadaş bir iş keşfetmişlerdi. İşe, bir arkadaş helal olmadığı gerekçesi ile itiraz etti. Arkadaşlar, çok saygı duyulan bir hocaya mail atarak işin caiz olup olmadığını sordular.
Artık arkadaşlar, fetvayı nasıl sormuşlarsa, nasıl ifade etmişlerse, hocadan “işin yapılabileceğine dair cevaz” niteliği taşıyan bir cevap geldiğini söylediler.
Arkadaş, yine de itiraz etti. Onlar da “Hocadan daha iyi mi bileceksin?” dediler.
Cevaben, “Hocadan daha iyi bilirim, iddiasında değilim ama yaptığınız bu işi hocadan daha iyi biliyorum, bu iş HELAL olamaz” dedi. Neyse, bu arkadaşlar 7-8 sene sonra bir polis operasyonu ile ‘tefecilikten’ hüküm giydiler.
SAYGIDEĞER HAYRETTİN HOCAM, MESELE SADECE AŞIDAN MI İBARET?
Saygıdeğer üstadımız Hayrettin Karaman beyefendi (Allah kendisine bereketli ve uzun ömür versin) kendisinin de aşı vurulacağını söyleyerek toplumu aşı vurulmaya çağırmış. Caizliği anlamında, Müslümanların endişelenmelerine mahal olmadığını söylemiş.
Üstada itiraz etmeye benim boyumun ölçüsü yetmez. Ancak yine de müsaadenizle birkaç noktayı hatırlatmak istiyorum.
Asıl itirazımızı dile getirdiğimizde konu hakkında bilgisi olmayanların da meseleyi anlayabilmeleri için öncelikle aşılar hakkında çok genel de olsa bilgi vermek istiyorum. (Konu için alıntı yapmak zorundayım.)
Hazırlanmakta olan aşıların 3 farklı yöntemle üretildiğini söylüyorlar:
Mümkün olduğunca basit bir dile indirgeyerek bunları özetlemek istiyorum.
DNA/RNA Bazlı Aşılar:
(özelde mRNA)
En yeni aşı metodu olarak takdim ediliyor. Bu aşılar laboratuvar ortamında ‘üretilmiş’ genetik materyal parçacıkları kullanılarak üretilen aşılar.
Vücudun savunma mekanizmalarının normalde izin vermediği DNA’ya müdahaleyi aşmak için, yapay üretilmiş ve kodlanmış (modifiye) mesajcı RNA (mRNA) üzerinden sahte mesajlar üreterek hücreyi yeniden programlamayı ve hastalığa karşı ‘antikor’ ürettirmeyi hedefliyor.
Bu aşıların avantajı diğerlerine oranla çok daha hızlı ve ucuza aşı üretimine izin vermesi imiş.
Hayvan deneylerinde yapılan gözlemlere göre dezavantajı ise vücudun müdahaleyi fark edip şiddetli tepki verebiliyor olması ve orta-uzun vadeli sonuçları hakkında hiçbir bilgimizin, öngörümüzün olmamasıymış.
Pensilvanya ve Duke Üniversiteleri araştırmacıları mRNA aşılarında görülen potansiyel riskleri: Lokal ve sistemik inflamasyon (iltihabi ödem), oto-antikor üretimi (vücudun kendi dokularına karşı antikor üreterek otoimmun hastalıklara neden olma potansiyeli), ödem ve yaygın pıhtılaşma bozukluklarıymış.
Bu yan etkiler, hafife alınamayacak yan etkiler olup; daha önce bu yöntemlerle üretilen birçok aşının başarısız olmasının sebebi de bu yan etkilerin aşılamamasıymış.
Bu da aşı firmalarının, aşılama başlamadan aşı sonrası için devletlerden ‘muafiyet’ isteme ısrarlarını açıklıyor sanırım[3].
Ancak çok daha can sıkıcı olan, bu aşılar ile DNA’ya müdahale edilebilme imkânının olmasıymış.
Her ne kadar üretici firmalar, “DNA’ya müdahale etmiyoruz” deseler de böyle bir imkân ellerinde var ve bu konuda bizim onların iyi niyetine güvenmekten başka bir seçeneğimiz yok gibi duruyor.
Üstelik bu sene Nobel ödülünün, Genetik modifikasyon üzerine çalışan ve genlere müdahaleyi kolaylaştıran “genetik makas” yöntemini geliştiren iki hanıma verildiğini hatırlatalım. Yani bu konuda çalışmalar tüm hızı ile devam etmekte. Ki geçen yıllarda Çinli bir biyofizikçinin DNA’sı ile oynanmış bebekler dünyaya getirmekten ceza evine girdiğini de biliyoruz.
Şu anda en popüler konumda olan Amerikalı Ve Almanyalı Pfizer/Biontech ve Moderna şirketleri bu yöntemleri kullanıyormuş.
Viral vektörel aşılar:
Bu da yeni nesil aşı yöntemlerindenmiş. Bu yöntemle moleküler biyologlar, hastalıklı bir virüs alıp genetik yapısını çözüp, hastalıklı (Patogenic) etkenlerini temizliyor, hedefteki hastalık virüsünü vücuda tanıtan parçacığı, modifiye edilmiş virüsün genetiğine ekliyor ve böylece virüsü taklit eden antijenik parçacıklar üretiyorlarmış. Bu üretilmiş antigenic parçacığı çoğaltarak vücuda enjekte ediyor ve böylece hastalıklı virüsüne benzeyen ancak gücü çok düşürülmüş parçacıkla, vücut, hastalığa karşı uyarılıp antikor ürettirilerek gelecek hastalığa karşı hazır kılınmaya çalışılıyormuş.
Maliyet ve üretim hızı açısında oldukça avantajlı olan bu yöntemde üretilmiş antigenik parçacığı büyük ölçekte güvenilir kılmak oldukça güçmüş. Çünkü üretilen antigenik parçacığın bir başka virüs ya da bakteri ile yeni bir virüse dönüşmeyeceğinin garantisi yokmuş. Ve özellikle bağışıklık sistemi zayıf kimselerin bu zayıf virüsleri yenememeleri durumunda hasta için ‘ölümcül’ bir süreç pekâlâ başlayabiliyormuş.
Bu nedenle aşıların uzun süreli ‘denenmiş’ olmaları çok önemliymiş. Ve bırakın orta ve uzun süreli denemeyi daha faz-3 denen insan üzerindeki deneme çalışmaları bile yeni başlamış.
Ancak daha da can sıkıcı olan üretilen yeni ‘modifiye’ virüs proteininin vücudun kendi proteinlerine benzemesi durumunda vücudun kendi proteinlerini düşmanmış gibi görerek, vücudun kendi kendine savaş açma ihtimalini de taşıyor olmalarıymış.
Mesela bu parçacığın kimliğini belirleyen “diken”leri üreme hücrelerinin veya fetüs hücrelerinin proteinlerine benzeyecek olursa kendi hücreleri ile de savaşır hale gelmesi mümkünmüş. (Burada piyasada çok dolanan modifiye edilmiş virüse, üreme hücresinin proteinin monte edilmiş olduğuna dair bir komplo teorisine atıf yaptığımız sanırım anlaşılmıştır.)
İngiltere’nin Astra Zeneca’sı ve Rusya’nın Sputnik V’si bu yöntemi kullanıyormuş.
İnaktif aşılar;
Bu aşı yöntemi uzun süredir kullanılıyormuş. Bu yüzden Sayın Fahrettin Koca beyin de belirttiği gibi en güvenli aşılar olarak görülüyormuş.
Bu aşılar, grip virüslerinin laboratuvar ortamında domuz gibi bazı hayvan hücreleri ya da kürtajla alınmış bebekler (fetüs) kullanılarak çoğaltılması ile elde ediliyormuş. Üretilmiş çoğaltılmış virüslerin ısı, radyasyon veya bazı kimyasallar ile üreme kabiliyetleri yok ediliyormuş. Üreme kabiliyeti olmayan bu zayıflatılmış virüsler, vücuda verildiklerinde hastalığa karşı vücudun antikor üretmesi için yeterli oluyorlarmış.
Ancak bu aşıların üretim süreçleri çok uzun sürüyormuş ve pahalıymış. Üstelik etkinliği de zayıf olduğu için tekrar tekrar aşı vurmak gerekebiliyormuş.
Çin’in kullandığı aşı üretme tekniği de bu imiş. Sanırım Türkiye’nin aktif aşılardan kaçıp süreci inaktif Çin aşıları ile tamamlamak isteği, Çin aşılarındaki riskin en az olması nedeniyle.
Üstadımız Hayrettin Karaman Hocanın “bende vurulacağım” diyerek aşılarla ilgili verdiği fetva, “Dinimize göre kullar, şu beş değeri/varlığı koruyacaklardır: Hayat, akıl, din, mal, nesil” genel hükmüne dayandırılmıştır.
Ancak biz, bu fetvanın verilebilmesi için özellikle “nesil ve akıl emniyeti” açısından şu soruların üzerinde düşünülmüş olması ve bu konuların cevaplanmış olması gerektiği kanaatindeyiz.
1- Mesela aşılarda kullanılan bir yöntem olan mRna (Messenger ya da modifiye edilmiş RNA), dışarda programlanmış bir protein ile hücre DNAsına müdahale imkânı veriyor.
Ayet-i Kerimede “Biz insanı en mükemmel bir şekilde yarattık” denildiği halde, insani varoluşa yönelik böyle bir müdahale Müslüman zihni açısından ne ifade ediyor?
Bir insanın DNA sına müdahale edip onu yeniden ‘kodlamak’ caiz midir? Farkında olmadan insan eli ile üretilen MODİFİYE edilmiş “Yeni Bir İnsan Tipine” fetva veriyor olabilir miyiz?
Mesela ağır işlerde çalışacak insanların kaslarının güçlendirilerek dünyaya getirilmesi ya da madenlerde çalıştırılacak olanlara gelişmiş akciğerler, tek düze işlerde çalışacaklara zekâ seviyesi düşürülmüş insanlar var etmeye yönelik DNA çalışmalarına cevaz vermeli miyiz?
“Biz sadece AŞI için onay veriyoruz” demek “çoğu serhoş edenin azı da haramdır” genel hükmü ile çelişmeyecek midir?
2- Bu çalışmalarda kullanılan proteinlerin hazırlanmasında başka insanlardan alınan DNA/RNA parçalarının kullanılıyor oluşu, bizi “Başka insanlardan alınan genler ile bir başka insanın genlerine yapılan müdahale caiz midir?” sorusu ile karşı karşıya bırakıyor?
Takdir edersiniz ki; bu süreç sadece AŞI ile kalmayacak insanı kökten değiştirmeye doğru gidecek bir durumdur.
Konuyu takip edenler, bu sorunun, “İnsan genlerinde, hayvan genleri kullanılabilir mi?” sorusunu da içerdiğini bilirler. “Yani insan üzerinde başka varlıklardan alınmış genler ile modifikasyon yapılması caiz midir?”
Mesela soğuğa karşı dayanıklı olsun diye kutup ayısı postu geni, su altında yaşayabilsin diye köpek balığı solungacı geni, hızlı koşabilsin diye çıtanın kas geni kullanılarak insan-hayvan karışık modeller var etmek caiz mi? diye de sormuş oluyoruz.
Eğer insandan insana gen müdahalesi caiz ise hayvandan insana ya da insandan hayvana yönelik gen müdahaleleri de caiz midir? (Soruların abartılmış olduğunu düşünenler çıkabilir. Ancak bunlar muhtemelen konu hakkında hiçbir bilgisi olmayanlar arasından çıkacaktır.)
Dikkat ederseniz daha çabuk büyüsün ve dayanıklı olsun diye kabak geni ilave edilmiş karpuzların ya da daha dayanıklı olsun diye böcek geni ilave edilen domateslerin, üzümlerin caizliği tartışmasını yapamadan, bunlar üzerinde tefekkür etmeden Müslüman dünya; domuz geni, sığır geni eklenmiş ya da robotla bütünleştirilmiş cybirglerin caizliği problemine gelmiş, dayanmış durumda.
Amerika Birleşik Devletlerinin DNA/RNA’ya müdahale eden araştırma iznini “Covid-19 pandemi salgını nedeniyle acil olarak geliştirilmesi gereken AŞI çalışmaları ile sınırlandırmış” olması konunun hassasiyetine işaret edeceğini ümit ediyorum.
3- İnaktif aşılarda FETÜS (ya da hayvan hücresi) kullanılıyor. Yani bir başka insanın ölü bedeninden parçalar. Bu caiz midir?
Üstelik bu ölü bebekler gökten düşmüyor, organlarını kendi iradeleri ile de bağışlamıyorlar. Bir cinayet neticesinde, bizce HARAM olan bir yöntemle (kürtaj) hastanelerde öldürülen çocuklardan toplanan parçalardan elde ediliyor. Konudan haberdar olan Hıristiyan çevreler, Covid-19 aşısının helal olduğuna dair fetva vererek kürtajı meşrulaştırdığı konusunda Papa’yı sigaya çekmişlerdi? Üstelik bu Fetüs kullanılan aşılara fetva vererek kürtaj sektörünü ve kürtajdan elde edilmiş cenin parçalarının pazarlanmasını da meşrulaştırmış olmuyor muyuz? Acaba hocam bu konularda yeterince bilgilendirilmiş midir?
4- DSÖ’nün bile orta ve uzun vadeli YAN ETKİLERİ konusunda hiç bir şey bilmediğini itiraf ettiği, hatta üretici aşı firmalarının bile uzun süreli etkileri konusunda bilgilerinin olmadığını kabul ettiği ve asla teminat vermeye yanaşmadığı bu aşıların; insan üzerinde denemelerine Aralık 2020 gibi çok çok yakın bir tarihte izin verilmişken saygıdeğer Hayrettin Hocamın konu hakkında “yan etkisi yoktur” demesi Müslüman camiayı yanıltmak değil midir? Sanırım bu konuda da hocamın bilgilendirme eksikliği var.
Bu konulara ilaveten;
5- Ekonomik ve stratejik olarak tamamen 5 ülkenin (ABD, İngiltere, Almanya, Çin ve Rusya) kontrolünde olan ve hiçbir şekilde kontrolümüze veya denetimize açılmayan ve bizim tamamen pasif yani maruz kalan pozisyonda olduğumuz bir süreçte bu ülkeleri ve aşı firmalarını tamamen DOST, müttefik ve güvenilir olarak tanımlayabilmemiz için elimizde yeterince teminat var mı?
Mesela bu süreçte çıkabilecek ağır bir yan etkinin elimine edilebilmesi için elimizde bir laboratuvar, bilim adamı, yöntem ya da ne bileyim her hangi bir araç var mı? Yoksa çıkabilecek sorunlarda da onlara mahkûm olacak mıyız? Bu durumda yine fiyatı onlar mı belirleyecek?
6- Aşı içerikleri konusunda firmaların ketum olmaları ve bu konuda hiçbir bilgi vermemeleri bir problem olarak düşünülemez mi?
Mesela dışarda üretilmiş protein hücresinin bizim bilmediğimiz bir şekilde programlanmış olma ihtimali hiç yok mudur? (Ki böyle bir ihtimal olduğunu kendileri de kabul ediyorlar) Bu durumda niçin insan vücut bütünlüğüne doğrudan bir müdahaleyi sorgulamadan kabul etmemiz gerekiyor?
7- İnsanın yeryüzüne indiriliş gayesi “Ne olursa olsun yaşamak” mıdır? Eğer toplum böyle bir topluma dönüşüyorsa bu toplumun ismi nedir?
Gibi soruların üzerinde düşünerek bu konuları konuşmamız gerektiğini düşünüyorum. Değilse konuştuğumuz konu ile verdiğimiz fetva arasında uçurum olabilir.
Noah Harari “20. Yüzyılı iskalayan Müslümanlar, 21. Yüzyılın sorularını bile anlamıyorlar” demişti.
Sanırım Harari Haksız değil.
www.ahmethakancakici.com
Ahmet Hakan ÇAKICI
Cemaziyelevvel 1442
30.12.2020 / ALANYA