“COĞRAFYA KADERDİR”, “İNSAN YAŞADIĞI YERE BENZER”
Yetmiş yaşını aşmış biri olarak geçmişe dönüp baktığınızda ömrünüzü geçirdiğiniz Urfa’da unutulmuş gelenek ve görenekler ve özellikle şehrin mimari dokusu gözünüzde canlanır, sizi siz yapan bu değerlere hep özlem duyarsınız. Geleneksel Urfa evleri, şehrin anıtsal yapıları her zaman özlem duyduğunuz mimari unsurlar olur. Tarihi süreçte mimari dokuda yapılan tahribatlar bütün anılarınızı silip götürür. Binlerce yıllık kadim bir kültürün yok edilmiş olması karşısında bunlara özlem duyarak teselli olmaya çalışırsınız. Yıkılan her tarihi yapı ile birlikte anıların yıkıldığı düşünüldüğünde bu yapıların sadece sanat ve estetik yönden taşıdığı değer nedeniyle değil, insana saygı, anılara saygı nedeniyle de korunmaları gerekliliği ortaya çıkar.
Saray güzelliğindeki geleneksel evlerimiz de öyledir. Onları sadece mimari birer şaheser oldukları için değil, bir kültürü yaşatan en önemli unsurlar olduğu için korumak gerekir. Bu evleri yıktığınızda sadece tarihi ve estetik bir yapı yıkılmış olmuyor. O yapının içindeki zerzembe kültürünü, tandırlık kültürünü, avludaki ağaç ve çiçeklik kültürünü, dama çıkan merdiven kenarlarına dizdiğimiz teneke saksılardaki çiçek yetiştirme kültürünü, avludaki su küpünü, küp felhanını, çiğköftelik eti döven et tokmağını, etin dövüldüğü kara taşı (et taşı), çamaşır suyunun bekletildiği küllüğü, güvercin beslemeyi ve daha onlarca kültür ögesini yok ediyorsunuz. Tüm bu değerleri ve daha birçok değeri toplumun belleğinden siliyorsunuz.
Altıncı yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar 1500 yıl sur içerisinde kendini koruyan, geleneksel mimarisine bağlı, özgün kültürüyle yaşayan Urfa’da bu kültürün yozlaşarak yok olma serüveni 1950’li yıllardan itibaren surların yıkılmasıyla, soğuk, kimliksiz ve estetikten yoksun betonarme apartmanların yapılmasıyla başladı. Urfa’yı çevreleyen surlar, insanları hem düşman istilasından hem de kültür istilasından koruyordu. Böylece yerel kültür bozulmadan yaşayabiliyordu. Köroğlu’nun tüfeğin icat olmasıyla mertliğin bozulduğunu söylemesi gibi beton ve briketin icat olmasıyla da geleneksel mimarimizin bozulduğunu söylemek yanlış olmaz her halde.
Şanlıurfa Zincirli Sokak…. Şanlıurfa Yorgancı Sokak…….. Urfa evinde ahşap süslemeli kapı kanadı
Ünlü İslam düşünürü İbni Haldun’un “Coğrafya Kaderdir” diye ünlü bir sözü vardır. Yaşadığınız yerin coğrafyası, yani havası, suyu, doğası, iklim koşulları insanların davranışlarında ruh hallerinde, mimarilerinin biçimlenmesinde etkili olur. Ormanlık bir yerde yaşıyorsanız yapılarınızda ana inşaat malzemesi ağaç olur. Soğuk bir yerde yaşıyorsanız zor koşullara dayanan bir bünyeye sahip olursunuz, mimariniz de buna göre biçimlenir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Gerek malzeme seçimi ve gerekse plan uygulaması yönünden Urfa evlerinde ve evlerin oluşturduğu sokak görünümlerinde coğrafyanın, dolaysıyla iklimin büyük etkisi görülür. Urfa’nın ormanlardan yoksun olması, kentin güneybatı kesimindeki dağlarda bulunan kalker taşının (Urfa Taşı) işlemeye elverişli olması mimaride ana malzeme olarak taşın kullanılmasına neden olmuştur. Yazların uzun ve sıcak geçmesi evlerin avlulu, yazlık ve kışlık eyvanlı olmasını sağlamıştır.
Kalker taşından yapılmış kalın duvarların ve tonoz örtülü toprak damların kullanılmasıyla yaz aylarının gölgede 45-47 dereceye kadar varan sıcaklığı büyük ölçüde hafifletilmiş, sokakların dar, duvarların yüksek tutulmasıyla da günün her saatinde güneşte yanmadan yürünebilecek gölgelik bir kesim elde edilmiştir.
Şanlıurfa Akyüzler Evi——————————-Şanlıurfa Pabuççu Hacı Bekir Evi yazlık eyvanı.
Coğrafya ile mimari arasındaki bu ilişki gibi insan kültürü ile mimari arasında da güçlü bir ilişki vardır. Ben bunu, “Bana kültür düzeyini söyle, sana mimarini söyleyeyim” cümlesiyle anlatmaya çalışıyorum. Yani kültür ve sanat düzeyi düşük insanlardan yaşayacakları saray gibi evler ve konaklar yapmaları beklenemez. Ancak kültür ve sanat düzeyi yüksek insanlar saray güzelliğindeki evleri ve konakları inşa ederler. Bu güzellikteki evlerde ve konaklarda yaşayan insanlardan da kültür ve sanat adamları çıkar.
Edip Cansever de İbni Haldun’u anımsatır biçimde bir şiirinde; “İnsan yaşadığı yere benzer / O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer” diyor. Bunun içindir ki; saray güzelliğindeki Urfa evlerinde büyüyen insanlardan Şeyh Ramazan Şani, Nabi, Abdi, Hikmet, Şevket, Nüzhet Ömer, Kemal Edip Kürkçüoğlu, Hulusi Kılıçarslan, Halil Gülüm, Mehmet Hulusi Öcal, Mehmet Akif İnan, Aydın Hatipoğlu, Bekir Yıldız, Mehmet Kurtoğlu gibi yazar ve şairler, Mukim Tahir, Halil Hafız Uzungöl, Tenekeci Mahmut Güzelgöz, Mehmet Özbek gibi daha onlarca gazelhan ve sanatçı yetişmiştir.
Urfa mimarisinde ölçüler de insanlar gibi saygılı ve insanın algılayabileceği boyuttadır. Dar sokaklar, camiler, evler devasa boyutlardan öte hep insan ölçeğinde, insanları birbirine yakınlaştırmak için tasarlanmıştır. Dar bir Urfa sokağında kendinizi yalnız hissetmezsiniz. Karşıdan gelen biri ile mutlaka yüz yüze gelerek bir yakınlaşma, selamlaşma ve diyalog yaşarsınız. Geniş bir sokak veya caddede bu selamlaşmanın olması, samimi bir diyaloğun yaşanması elbette mümkün değildir. Urfa camileri ve mescitleri de böyledir. İnsan ölçeğindeki bu yapılara girdiğinizde hemen herkes görüş alanınızdadır. Bu yapıların içinde kaybolmaz ve insanlarla göz teması sağlayarak samimiyet kurarsınız.
Geleneksel Urfa evlerinde taş konsollar üzerine oturan ve pencereleriyle sokağa taşan cumbalar aslında oda içerisinde önemli bir işlevi olmamasına rağmen ekstra bir işçilik ve masraf yapılarak sadece sokağa estetik ve perspektif kazandırmak için tasarlanmış mimari elemanlardır. Urfa sokaklarından cumbaları çıkardığınız takdirde estetikten yoksun, sadece düz duvarlardan oluşan bir sokak görüntüsü sizi karşılar. Evlerin tavanlarındaki kalem işi süslemeler, duvarlarındaki zengin taş süslemeler, ferforje demir işçiliği, zengin ahşap süslemeli kapı ve pencere kanatları da bu evlerde yaşayanların zengin sanat ve estetik anlayışlarının ürünü olarak karşımıza çıkar.
Urfa evinde taş süsleme—————————Urfa evi penceresinde ferforje korkuluk.
Günümüzde mimarinin şekil değiştirmesine paralel olarak yeni bir kültür biçimi oluşmuş durumda. Artık eskiden olduğu gibi soylu Urfa türküleri bestelenmiyor. Taş süslemeler, ahşap kapı ve pencere kanatları, kalem işi süslemeler de evlerimizde yok artık. Nasıl olsun ki? Şair boşuna mı söylemiş “İnsan yaşadığı yere benzer” diye. Şimdi ne o evler var, ne o evlerde yaşanan kültür. İnsanlar da yaşadıkları yere, yani betonarme binalara benzemiş durumda artık.
Bunun içindir ki; “Coğrafya kaderdir”, bunun içindir ki; “İnsan yaşadığı yere benzer” denilmiş.
Dr.A.Cihat Kürkçüoğlu
Sanat Tarihçisi-Emekli Öğretim Üyesi