Bazı hatıralarınıza binaen bir müddet; ‘’Rahmetlik şöyle derdi, böyle yapardı’’ gibi anılarla muhabbet arasında anılırsınız belki…
Emek verdiğiniz, sizinle hatıraları olan nesil de göçünce, bıraktığınız eserler ve mezar taşınızdır dünyadaki son şahidiniz. Bunlar da ömrünü tamamlayıp, çürüyüp devrilince tamamen kopar bu fena ile bağınız…
Kaç kişi babasının dedesini hatırlar, ismini bilir, dua eder, onun adına hayır hasenat yapar, mezarını ziyaret edip Fatihalar okur?
İnsan doğduğunda kendisi ağlarken etrafındakiler sevinir. Yakınlarına müjde verilir, küçük kucaktan kucağa alınıp sevilir. Ebeveyne ‘’sağlıkla büyüsün, Salih evlat olsun’’ dilekleri iletilir. Kulağına merasimle ezan okunur ve bir isim konur, artık bir ismi vardır küçüğün; Onunla çağrılır. Çabuk büyüsün diye özenle seçilmiş besinler verilir. Ayrıcalıklıdır, müsamaha gösterilir, kırıp döktükleri hoş görülür.
İlk telaffuz ettiği yarım ve komik kelimeler, ayağa kalkma girişimleri, ilk adım, yaptığı şaklabanlıklar… Hepsi evin neşe kaynağıdır, yorgunluğu unutturur. Derken bebeklik dönemi kapanıp çocukluk dönemine adım atılır…
Eğitim dönemi başlar;
gibi kapıların hepsi çalınır, bu konuda hiçbir fedakarlıktan kaçınmaz ebeveynler. Yeter ki çocuğum okusun der…
Dünün çocuğu artık yetişkindir, ‘’artık çocuk değilsin’’ ifadeleri ile uyarılar başlar. Bu da kendisinden bir şeyler beklendiğinin işaret fişeği anlamına gelir. Artık bir yetişkindir dünkü çocuk; Sorumluluk alacak, eve ekmek getirecek, yarınları için hazırlık yapacak, kendisi de artık anne ya da baba adayı olduğunu unutmayacak.
İlgi, alaka, imtiyaz, el üstünde tutulmalar yerini uyarılara, hatırlatmalara ve hayatın acı gerçekleri ile boğuşma dönemine bırakır.
Evlenme, çoluk-çocuğa karışma derken yaşadığı bir dönemi kendi çocuklarında gözlemleme ve ‘’ah nerede o eski günler’’ hayıflanmaları…
Gayretle taçlanmış nasip, Allah’ın imtihan vesilesi kıldığı imkânlar, kimileri için bol, kimileri için de kıt tayin edilmiştir. İmkân verilen akıllılar nimetin şükrünü edaya gayret eder. Kendisine tevdi edilen emanetin ağırlığı ile tir tir titrer. Gafil olanlar da verilenlerle övünür, şımarır, imtihanı kaybeder. Kimisi cennetini, kimisi de cehennemini inşa eder.
Ömür yeterse çocukların okulu, düğünü derken çocuklar tek tek yuvadan uçar gider. Herkes evine çekilince iki ihtiyar kalır baş başa…
Kalanlara ibret olur mu bilemem; Kimi bebek, kimi genç, kimi de olgunluk devresinde hayata veda eder. Kimileri de hayatın çetin kışına bırakılır bu fenada…
Yaşlılıkla gelen sıkıntılar, hastalıklar, yalnızlık hüznü belleri büker. İlgi, alaka, şefkat ve merhametin merhem gibi ihtiyaç olduğu hazan dönemidir artık…
Büyükleriniz, arkadaşlarınız, uzak-yakın komşularınız mukadderatın gereği bu darı fenada ki nöbetini tamamlayıp, pençeyi mevte takılıp darı bekaya göçmüşlerdir.
Hal hatır soranlarınız azalmıştır. Hatırlanmak mutlu eder sizi. Unutulmaya, vefasızlığa üzülüp yıkıldığınız, ‘’ah-vah’’ların elde sermaye kaldığı ‘’erzelil ömür’’ denilen hayatın en acı ve acımasız devresidir. Yediklerinizin lezzet yerine elem verdiği, uykuya hasretle geçirdiğiniz geceler, hayatın, kamburlaşmış belinizi çatırdattığı kış mevsimidir. Ömrünüzü uğruna harcadığınız sevgili dünya çekilmez bir ızdıraba dönüşmüştür.
Vakit gelince vazifeli Melek gelir, vazifesini yapar, perde kapanır, bir daha dönmemek üzere dünyaya arkanızı dönüp ahiret yolculuğuna çıkarsınız. Çok sevdiğimiz dünya ile alakamız kesilmiştir. Sevdiklerimiz, ümit bağladığımız çocuklarımız kabrin derinliklerine elleri ile indirir bizi, en yakınlarımızdan başlanarak üzerimiz toprakla kapatılır. Bizi bırakıp dönerler, kalırız amelimizle baş başa; ‘’Mal ve çocukların fayda vermediği gündür, Allah’a salim bir kalple gelinmişse ne a’la’’
Bir müddet ayrılık hasretinin duygusallığı ile merhuma methiyeler dizilir, müşterek hatıralar yad edilir. Hatimler, Yasinler, dua merasimleri, hatta mermerden süslü bir mezar, methiyelerin dizildiği makber…
Ayrılık şoku atlatıldıktan sonra merasimler kesilir, mezar ziyaretleri seyrekleşir. Haftalık mezarlık ziyaretleri aylık, sonra yerini yıllık ziyaretlere bırakır. Derken bu sene müsait olamadık rahmetliğin mezarını ziyarete gidemedik mazeretleri ve son ziyaret…
Bazı hatıralarınıza binaen bir müddet; ‘’Rahmetlik şöyle derdi, böyle yapardı’’ gibi anılarla muhabbet arasında anılırsınız belki…
Emek verdiğiniz, sizinle hatıraları olan nesil de göçünce, bıraktığınız eserler ve mezar taşınızdır dünyadaki son şahidiniz. Bunlar da ömrünü tamamlayıp, çürüyüp devrilince tamamen kopar bu fena ile bağınız…
Kaç kişi babasının dedesini hatırlar, ismini bilir, dua eder, onun adına hayır hasenat yapar, mezarını ziyaret edip Fatihalar okur?
Ölümle dünyadan kopar, zamanla gönüllerden ve zihinlerden silinir gideriz. Bu hal ve ahval bu dünyaya ait olmadığımızı yüzümüze haykırır, lakin gaflet, hırs ve nisyan perde olur idrakimize…
Âdemoğulları ebediyete namzet yaratılmışız. Yeryüzüne yerleşmeye gelmedik. Ahiretin tarlası olan dünyayı ekeceğiz-biçeceğiz sonra bu fenadan göçüp gideceğiz.
Ölüm paydosu ile, çalışmak ve kazanmak son bulur. Telafi için geriye dönüş de yoktur.
Son pişmanlığın para etmediği yerdir ahiret. Dünyada iken yaptığımız tercihle yerimizi biz rezerve ederiz. ‘’Ah akılsız başım’’ deyip dövünmenin de faydası yoktur orada.
Merhum Mısri şöyle özetler ahvali;
‘’Her gün binayı ömrümün düştü bir taşı
Binası viran oldu can yatur gafil bi haber
Bir ticaret kılmadım nakd-i ömür oldu heba
Yola geldim lakin cümle kervan göçmüş bi haber’’
ABDULGANİ TEKİN