‘Türk İnanma ve Anlama Modeline Dair’ kitabının yazarı Sait Başer, coğrafyamıza yüzyıllardır hakim olan önemli ayrışmanın kökenlerini kritik ediyor.
Hakkâniyet Hâkanlığı: “TANRI SENİ ADALET İÇİN BURAYA DİKTİ”
Kutadgu Bilig’den birkaç beyit vereyim. Bu beyitler, hikmet’i temsil eden kavram (Odgurmış)dan devlet (Töre=Küntogdı)’e verilen nasihatlerdir. Burada devlet beyin şahsında somutlaştırılmıştır:
“Bu beyliği sen güç
ile elde etmedin. Bunu
Kadim Tanrı (Bayat) kendi fazlından, sendeki yeteneği görerek verdi.” (5469. B.)
Könilik üçün Tengri tikti sini
Köni bol, könilik öze tur kanı
(Tanrı seni adalet için buraya dikti. O halde, âdil ol; senin için adâlet üzerinde durmak esastır.)
Ukuş birle işle kamug işlerig
Havaka basıgma köngül tut tirig
(Bütün işlerini anlayış ve akl-ı selimle yap. Gönlünü diri tut, sakın heveslerine mağlub olma.)
Bagırsak bolun barça bodunung öze
Törü kıl uluğka, kiçigke, tüze
(5195-97.b)
(Küçük büyük herkese eşit olarak Töre’yle bak, muamele et(Törü kıl!). Kavmin işlerine bakarken merhamette bulun.)
Çünki Töre’nin sahibi “Ogan”(=Kadir-i Mutlak) ve “Köni”(=Âdil) olan Tanrı’dır (3192.b.)
Sen öz kılkıng itgil kılınçıng könit
Bodun kılkı itlür sen özni avıt (5204.b)
(Eğer sen kendi özünü âdil tutarsan, ahlâkını ve tabiatını düzende tutarsan, kavmin huyu ve ahlâkı da düzelir. Önce kendinden başla.)
Aziz dostlar, tarihçilik geleneğimizde yerleşik hâle geldiğini kabul edebileceğimiz bir anlayışa göre bizim çok önemli ve değerli bir “Devlet geleneğimiz” vardır. Bu gelenek üzerinde yazan epeyce hocamız, yerli yabancı araştırmacı olduğu mâlum.
Hepsine de şükran
borçluyuz.
Devlet fikrinin bizdeki en mükemmel ve tam açıklamaları Kutadgu Bilig’dedir.
Devlet’i bir “saltanat” zannederek konuya yaklaşanların, bu yüksek değerimizin hakikatine nüfuz edemediklerini düşünüyorum. Bu devletin varlık sebebini, “1” “hânedân”ın iktidar heveslerini tatmin aracı sananlar derin bir yanılgı içindedirler.
Hele bu devletin bir “soy devleti” olduğu vehmi, ilgilileri fevkalâde yanıltıcı bir muhakemeye esir ediyor. Eserde “kavim” kelimesiyle tercüme edilen orijinal kelime “bodun” kelimesidir ve “boylar birliği” anlamındadır. Bodunu teşkil eden boyların soy birliği taşıyacağına dair bir hüküm yoktur.
O halde bu “devlet”ten kasıt nedir? Beklenen işlev nedir?
Bu devlet bir “insanlık devleti”dir. O devlet, insanların kimlikleri bağlamında değil, insanlık hakkı temelinde şekillenmiş bir anlayışın müesseseleşmesidir.
3107-8. beyitler:
Törü suv teg, ol küç kör ot teg yodug
Süzük suv akıttıng udıttı otug
(Töre su gibidir, zulüm ise(Töresiz güç!) ateş gibi tüketir. Sen berrak su (Töre) akıttın ve böylece zulüm ateşi söndü)
Törü tüz yorıttıng itildi ajun
Kim erse küçek ilde körmez közün
(Töre’yi eşit uyguladığın için DÜNYA(ajun) düzene girdi! Kimse devletin içinde artık bir zalim göremez)
Bu bir özge medeniyettir. Bu medeniyette devlet, yerleşik ve ziraat toplumlarındaki sınıfçı, köleci, emperyal içgüdülere hizmet eden bir “canavar/ejderhâ/Leviathan”a dönüştürülemez! Buna en başta o devlete meşruluk veren Töre mânidir.
Bir “Hakkâniyet Hakanlığı”dır.
Kendi paradigması içinde bin yıllarca devam edebilmesi, Atlantik’ten Pasifik’e, Afrika’ya kadar bütün dünya coğrafyalarında tutunabilmesi, yeniden yeniden doğrulabilmesi, o “medeniyet paradigması”nın eseri olarak görülmelidir.
YABANCILAŞTIĞIMIZ KÜLTÜR
“Devlet güneşi Türklerin burcundan doğmuştur” diyen Kaşgarlı Mahmud’un ruhu şâd olsun.
Kendine has bir anlama ve inanma modeli vardır Türklerin. O modelin kendine has bir ontolojisi, epistemolojisi, ahlâkı ve estetik formasyonu bulunmaktadır. Kendini yenileme mekanizmaları işletildiği sürece toplumun köleci dünya karşısındaki üstünlüğü devam etmiştir. Kendisini yenileyebilmesinin en önemli ve değerli imkânı Töre ve ondaki ana ilke olan adalet/KÖNİLİK olmuştur.
Töre her sene kurulan “Toy”da baştan aşağı güncellenmekte, hikmetle organik ilişkisi tazelenerek sürdürülmekteydi.
Sembolleri gayet sade, toplumdan istedikleri gayet açıktır. Bu “devlet” bir dünya devleti olarak tasarlanmıştır. Ona gökyüzündeki güneş sistemini yeryüzünde tesis ve temsil ettiği noktasından bakılmıştır. Konfiçyüs’ün ifadesiyle, “Nasıl gök yüzünde bir tek güneş varsa, yer yüzünde de bir devlet olabilir”di. Otağ mimarisinden Selimiye’ye kadar devam eden zemin ve hacim kurgularındaki meşhur sekizgen Türk Yıldızı damgası meselâ! Hiç de tesadüfen fikir ve sanatlarımızda bu yaygınlıkta yer almaz. O damgada bize göre “Âleme durmadan doğmakta olan(Tanrı)ın”, “Könilik(=adalet)” isteyen Tanrı’nın niteliklerine inanışı ve sürdürme iradesini görmek gerekir. Güneş sistemini, hareketi, türeyişi, (türemek fiilinden gelen) Töre’yi temsil etmekteydi. Bendeniz, yüksek bir astronomi, matematik ve geometri bilgisi içeren o sembole bu sebeple “Türeyiş Damgası” adının verilmesi gerektiği görüşündeyim.
Keza, Tanrı erkini(iradesi) ve kulluk itaatini temsil eden Ok/yay sembolizmi başlı başına bir felsefî açıklamaya muhtaçtır artık. Bize bile açıklanması gerekiyor. Okumayı ok’tan, yazma’yı yaydan türeten kendi dilimizi konuşanlara bile, tekrar açıklamamız gerekiyor.
Çünkü biz de medeniyetimize ecnebîyiz artık.
İran-Turan mücadelesinden söz eden tarihleri ilgili okuyucular hatırlayacaktır. O mücadele, tarih öncesine dairdir. İran diye bir siyasi teşekkül geçmişte hiç olmadı. En fazla Pers yapılanmasına atıf yapılabilir. Perslerin ise asıl rakipleri, Yunan siteleri değildir. Bizdeki Batı’ya angaje kafaların yanıltmasıyla sanırız kieski Yunan siteleri, Batı o zamanlarda da bir değerdir! Hayır! Eski Yunan siteleri dünyanın hiç de umurunda olacak güçte olmadılar. Perslerin asıl rekabeti Turan diyarıyla yaşadığını işte Firdevsî Şehnâme’sinde apaçık anlatır.
Zaloğlu Rüstem ile Afrasiyâb(Alp Er Tunga) adlı kahramanlarla sembolleştirilen hikâye!
Sonra?
Sonrası ortadadır! Bu destanın yazılmasını isteyen Gazneli Mahmut’tu.
Yâni taa 10. yüzyıldan beri bu coğrafya bir Türk memleketidir. İran düzmece bir ad. Genelde modern Batı, özellikle de İngiliz aklı, Ari beyaz ırk tahakkümünü bizim coğrafyalarımıza da hakim kılma ideolojisiyle, sömürgeci iştihasıyla, bizim dünyamızda bu ikiliği kalıcı kılma hesabını yapmıştı.
Töre’nin çocukları böylece hasım coğrafyalara bölününce, köleci Haçlı sömürgeciliği karşısındaki bin yıllık “Adalet Yürüyüşü” sekteye uğratılmıştır. 16. yüzyıldan itibaren, ikisi de birer Töre Devleti olan Safevî-Osmanlı husûmetiyle kan kaybedişimizden itibaren de yeryüzü sistematik sömürgeleştirilme, köleleştirilme gayyâsına düşer…
Sömürgecilik, mâsum coğrafyalara, bizim İran’la kavgamızın müzminleşmesinden güç alarak yerleşti, ikiliğin sürekliliğini mümkün kılacak mekanizmaları tahkim etti ve insanlığın etini, kanını, ruhunu tüketti.
Türk Medeniyeti’nin insanlık devleti ilkesi ve ülküsü küçültüldü.
Küresel iddialarına güç yetiremeyecek olduktan sonra küçük gruplardan birisi derekesine düşürülerek devam edebilirdi.
Gerçi Türklüğe gene de cihan çapında iddialarda bulunmasını önleyecek mahiyette tarifler ve sınırlar kondu.
İRAN-TURAN KAVGASI
Aynı küresel kapışma şiddetlenerek berdevamdır. Batı’nın pençesinden Taocu medeniyet, Brahmanist medeniyet, Yahudilik kurtulduğu, en azından bir nefeslenme imkanı bulduğu halde, bizim medeniyetimizin irade, ahlak ve iktidarını temsil eden devletimiz dikkat alanına giremiyor. Ana sebep İran-Turan kavgasının Batı lehine devam ettirilmesidir. Halbuki bu iki ana parça aynı gövdenin sağ ve sol uzuvlarıdır. Mutlaka Mevlânâ, M. Arabî, Hâfız, Sadreddin Konevî, Dâvud-ı Kayserî… gibi medeniyetimizin ortak kurucu akılları çizgisinde buluşmayı akıl etmeliyiz.
Burada, bizdeki temel problemi görmezsek adım atmaya muvaffak olamayız… O problemi incelemeyi da bir sonraki yazıya bırakalım.
Dr. Sait BAŞER – 28/ AĞUSTOS /2017 – 29/08/2017
Kaynak: gorusler@karar.com