Değişik rivayetler var. Kahve, kelime olarak arapça “kahwa” dan geliyor. Vatanı Habeşistan(Etiyopya) olduğuna göre, akla yakın, oradaki kahve yetişen bir bölgenin eski adı Kaffa’dan alınmış olmasıdır. Kahve, rayiha yani koku anlamına da gelmektedir.
Hemen hemen her gün içtiğimiz kahvenin, yaklaşık 600 yıllık acı tatlı uzun bir geçmişi var. Kahvenin Habeşistan’da (Etiyopya) başlayan, Yemen, Mekke, Kahire, Şam’dan sonra İstanbul’a, İstanbul’dan da Avrupa ve dünyanın dört bir tarafına yayılmıştır.
Hayatımıza keyif katan Türk kahvesinin, sağlığımız için de çok faydalı olduğunu biliyor muydunuz? Osmanlı döneminde ilk defa Yemenli bir vali tarafından saraya getirilen, ilk zamanlarda çorba gibi taslarda içilen kahve, ilerleyen dönemlerde ise bugün olduğu fincanlarda içilmeye başlanmış. Araştırmalara göre, Türk kahvesi kararında tüketildiğinde sağlığa faydası çok. Telvesi ile beraber servis edilen ve kendine has biçimde pişirilen Türk kahvesinin faydalarını bir bakalım isterseniz.
Her gün düzenli olarak Türk kahvesi içenlerde uzun yaşama oranının daha yüksek olduğuna işaret ediliyor. Kahvenin içeriğindeki antioksidan kalp sağlığına iyi geliyor. Günde 1 fincan Türk kahvesi kalp dostu. Araştırmalar düzenli olarak Türk kahvesi içenlerde kalp ve lenf damarlarının iç yüzeylerindeki hücrelerin onarılmasıyla kalp rahatsızlığına yakalanma riskinin daha düşük olduğunu ortaya koyuyor.
Yapılan araştırmalar kahvenin, dünyada milyonlarca kişiyi etkileyen Alzheimer hastalığının önüne geçtiğini ortaya koyuyor. Düzenli olarak alınan kafein, bir konu, olay veya durumu tanıma, yorumlama, açıklama, örnek verme, analiz etme ve senteze varma, değerlendirme gibi failiyetlerde ki azalmayı geciktiriyor.
Sabah saatlerinde içilen bir fincan şekersiz kahve zihinsel fonksiyonları destekleyerek konsantrasyon kabiliyetini ve ezber gücünü artırıyor. Kakao oranı yüksek bir çikolata ile birlikte tüketildiğinde ise bu yeteneği daha çok artırdığına işaret ediliyor.
Telvesi ile birlikte pişirilmesi şüphesiz ki Türk kahvesinin antioksidan kapasitesini artırıyor. Böylelikle içeriğindeki polifenoller ile antikanserojen özellik kazanıyor. Yapılan çalışmalar günde 1-3 fincan içilen Türk kahvesinin birçok kanser türünden koruyucu olduğuna işaret ediyor.
Uzmanlar hem tok tutsun, hem metabolizmanızı çalıştırsın hem de dikkatinizi arttırsın istiyorsanız; kahveyi şekersiz, kremasız, şurupsuz, sade olarak tüketmenizi tavsiye ediyor. Kahveyi şekerli içmenin lezzet algısın değiştirdiğini vurgulayan uzmanlar yapılan analiz sonuçlarına göre Türk kahvesin de 65 farklı tat ve koku maddesi bulunuyor. Türk kahvesini sade içenler bu lezzetleri daha iyi alıyor.
Kahvenin ilk vatanı ve yayılışı
Kahve Yemen’den sonra Mekke’ye ve Mısır’a tanıtıldı. Kahire’de ilk kahvehane 1521 yılında açıldı. 1573-1578 yılları arasında Orta Doğu memleketlerinde yaşamış olan Doktor Rauvvolf, bu ülkelerde kahve içtiğini yazmaktadır.
Aynı yıllarda Halep, Şam, Bağdat ve Tahran’da kahvehaneler açıldı. Kahve, o zaman ki Osmanlı İmparatorluğu ülkesi içerisinde bulunan Kahire, Şam ve Halep’ten sonra İstanbul’a geldi. Kahvenin Türkiye’ye ilk kez, Hükm ve Şems isimli iki Suriyeli tarafından 1555’de getirildiği rivayet edilir. Diğer bazı kaynaklarda ise Kanunî Sultan Süleyman zamanında (1520-1566) Habeşistan Valisi Özdemir Paşa tarafından geti-rildiği kaydedilir.
- yüzyılda, Kanuni Sultan Süleyman döneminde İstanbul’a gelen kahvenin tadına hayran kalan Kanuni’nin sayesinde bu sihirli içecek kısa sürede Osmanlı sınırlarını içinde yayıldı. Saray mutfağında özel olarak yetiştirilen Kahvecibaşının yaptığı kahve o kadar lezzetliymiş ki… 1554 yılında, Tahtakale’de bir kahvehane açılmış.
Avrupa’da nasıl yayılmış?
Osmanlı tacirler tarafından ilk önce İtalya’ya götürülmüş. Ama VIII. Papa Clement 1600’li yılların başında kahve içilebilir diye fetva verene kadar çok fazla yayılamamış. Avrupa’da ilk kahve dükkanı 1645 yılında İtalya’da açılmış; yani İstanbul’dakinden yaklaşık 90 yıl sonra. Kahve dükkanları ile ünlü bir şehir olan Viyana’da ilk kahve dükkanı ise 1683 yılında açılmış. Osmanlı ordusunun yenildiği ikinci Viyana kuşatmasından sonra ele geçirilen çuvallar dolusu kahveyi alan Viyana’lılar, ona köpüklü süt ve şeker katarak kendi kahve usullerini geliştirmişler.
Diğer ülkelere nasıl gitmiş kahve çekirdeği?
Osmanlı ve Avrupa’dan sonra ilk kez uzak doğu Asya’ya gitmiş. 1600’lu yılların sonunda bir Hollanda’lı tarafından kahve tohumları o zamanlar bir Hollanda sömürgesi olan Java adasında (şimdiki Endonezya’da) yetiştirilmeye başlanmış. Atlas okyanusuna gitme hikayesi de ilginç. 1714 yılında Amsterdam valisi zamanın Fransa kralı 14. Lui’ ye genç bir kahve ağacı hediye etmiş. Bu ağaç kralın emri ile Paris’te kraliyet botanık bahçesine ekilmiş. Bu ağaçtan alınan tohumlar 1723 yılında Fransa sömürgesi olan Karayibler’deki Martinik adasına ekilmiş. Bu arada sana küçük bir ek bilgi. Hani Hollandalılar lale bahçeleri ile övünürler ya; o da Türklerden gitme. Kahve çekirdeğinin ilk bilimsel tanımını yapan Hollandalı botanıkçı Carolus Clusius, aynı zamanda ilk lale soğanını Osmanlı’dan Avrupa’ya götüren kişi.
Ya Brezilya?
Kahve tohumlarının Brezilya’ya ulaşmasının hikayesi de ilginç: 1727 yılında Brezilya imparatoru genç subaylarından birini kahve tohumlarından alması için Fransız Guanası’na yollar. Ancak Fransız yetkililer bu kişiye kahve tohumu vermeyi reddederler. Çok yakışıklı olan subay valinin karısını çok etkiler. Ülkesine dönerken valinin karısı kendisine bir buket gül verir. Kadın buketin içine adamın istediği kahve tohumlarını da yerleştirmiştir. Ama kahvenin Brezilya’da yaygınlaşması ancak 1800’lu yılların başında olmuştur.
Kahve, tadı ve kokusu ile geleneklerimize, hayatımıza lezzet katmıştır. Ne yazık ki Kahveyi neskafe diye bir şekilde endüstriyel bir yolla zararlı bir sunumla tadını kaçırmışlardır.
Mustafa Hakki SEZGİN.