Tarihin her döneminde dünyanın merkezi konumunda bulunan Ortadoğu sahip olduğu özellikler ve stratejik önemi nedeniyle sürekli bir çekim merkezi konumunda bulunmuştur. Ortadoğu’nun bu durumu bu bölgede savaşların ve hakimiyet mücadelelerinin her dönemde yaşanmasına neden olmuştur. Bilhassa Filistin üzerindeki Müslüman-Yahudi mücadelesi, modern çağın en uzun kavgasını teşkil etmektedir.
Yahudi’likte Kudüs
Kudüs şehri Tevrat’ta sadece bir defa Salem adıyla zikredilmektedir. (Tekvîn, 14/18) İshak’ın kurban olarak takdim edildiği Moriah dağının Süleyman Mâbedi’nin yapıldığı yer olduğu iddiası tartışmalıdır. Şehrin krallık ve ibadet merkezi oluşu Hz. Dâvûd’la başlamaktadır.
Birinci mâbed döneminde mâbedin bulunduğu tepeye Sion tepesi denilmekteydi, Sion adı Kudüs’ün tamamını da ifade ediyordu. Hz. Dâvûd’a saltanatının ebediyen devam edeceği vaad edildiğinde bu aynı zamanda krallık ve mâbed şehri olan Kudüs’ün ebedîliğine de işaret sayılmıştır. (II. Samuel, 7/13-16)
Hz. Süleyman zamanında mâbedin inşası Kudüs’e ayrı bir kutsallık sağlamış, bir taraftan Dâvûd’un saltanatının ebediyen devam edeceğine dair Tanrı’nın vaadi, diğer taraftan mâbedin Tanrı’nın ebedî mekânı olarak kabulü şehri kutsallaştırmıştır.
Yahudiler için bu kavganın nedenleri daha çok dini idi. Sonraları Siyonizmin de etkisiyle siyasi ve politik bir şekle bürünmeye başladı. Dini oluşun temel nedeni Yahudilerin inanışlarına göre Filistin bölgesinin kendilerine Tanrı tarafından vaat edildiğine inanmalarıdır.
Dolayısıyla 70 yılında Romalılar tarafından bölgeden sürüldükten sonra yaklaşık 1900 yıl uzak kaldıkları kutsal topraklara dönüş mücadelesini hiç bırakmamışlardır.
Hep kendilerine vaat edilmiş topraklara dönme hayaliyle yaşamışlardır. Kudüs’ün Yahudiler için önemi nereden gelmektedir.
Yahudilik, Mabed merkezli bir dindir. Bu dinle ilgili ibadetlerin bir çoğu Süleyman Mabedi’nde icra edilirdi. Ancak, Mabed’in M.S. 70 yılında yıkılmasından sonra Yahudiler, kurban, hac gibi ibadetlerini yerine getiremez olmuştur.
Bu tarihten itibaren bunun acısını yüreklerinde hisseden Yahudiler, her gün Mabed’in yeniden yapılması için dua etmiştir. Bu durum asırlar boyunca süre gelmiştir.
Bu zaman zarfında Mabed’den geriye kalan Ağlama Duvarı Yahudiler için büyük önem arz etmiş, buraya gelmek, bu duvarın önünde dua etmek ibadet olarak değerlendirilmiştir.
Yahudiler için hayati öneme sahip olan Süleyman Mabedi’nin alanı üzerinde, günümüzde, İslami eserler olarak bilinen Kubbetü’s Sahra ve Mescid’i Aksa’nın bulunması, ister istemez Yahudiler ile Müslümanları karşı karşıya getirmektedir.
Mabed’in yeniden yapılmasını isteyen Yahudiler, bu İslami eserlerin yıkılması gerektiğini ifade ederken, Müslümanlar, bu eserlerin yıkılmaması için ellerinden gelen gayreti gösterme kararlılığındadır.
Yahudi dinî literatürünün bir kısmında semavî Kudüs’ün dünyanın sonunda yerdekinin yerini almak üzere ineceği belirtilmektedir. Yahudilerde, Kudüs yeniden kurulduğunda ve ölüler diriltildiğinde Mâbedin bulunduğu tepeye yakın olduğu için zaman kazanmak ve sıkıntıyı azaltmak amacıyla Zeytindağı’na gömülme arzusu vardır. Yahudi Fısıh bayramının seder sofrası ve kefâret günü ibadeti “seneye Kudüs’te” dileğiyle sona erer.
Hıristiyanlık’ta Kudüs
İnciller’de Kudüs önemli bir yer tutmaktadır. Markos İncili’ne göre Hazreti İsa, Galile bölgesinde halka tebliğ faaliyetine başlar ve onların olumsuz tavrı üzerine Kudüs’e yönelir, şehre girer ve mâbedi temizler. Yahudi otoritelerinin tepkisiyle karşılaşınca şehrin cezalandırılacağını ve mâbedin kirletileceğini haber verir. Şehrin dışında çarmıha gerildiğinde mâbedin perdesi yırtılır.
Diğer İnciller Kudüs’le ilgili bu bilgilere bazı ilâveler yaparlar. Yuhanna İncili Hazreti İsa’nın birçok defa Kudüs’e geldiğini kaydeder. İnciller’e göre Hazreti İsa’nın dünyevî hayatı Kudüs’te sona erer, havâriler orada “kutsal ruh”u alırlar.
İncillerde verilen bilgilere göre Yahudiliğin bir devamı olarak kendini tanıtan Hıristiyanlık, inanç ve kültürünün merkezine Hz. İsa’yı koyar. Buna göre, ahir zamanda geleceği beklenen Mesih, Hıristiyanlara göre Hz. İsa’nın şahsında gerçekleşir. Öyle ki, Hıristiyanlıkta İsa Mesih’in şahsı ve getirdiği asli günahtan kurtuluş müjdesi ile hem Kudüs’ün içinde yer aldığı vaat edilmiş topraklar hem de seçilmiş millet inancı geri plana itilmiştir.
Hıristiyanlıktaki her inanç ve esas gibi, Kudüs’ün Hıristiyanlarca kutsallığı da İsa Mesih’in orada yaşamış olması ile ilişkilendirilmiş olup vaat edilmiş toprağın merkezi olarak yeryüzündeki Kudüs’ün yerini, Hıristiyanlıkta semavi Kudüs inancı alıyor. Hazreti İsa’nın doğduğu, yaşadığı, tebliğ faaliyetlerini sürdürdüğü, çarmıha gerildiği, gömüldüğü ve tekrar dirildiği yerler olarak kabul edilen Kudüs’teki bazı mekânlar, Hıristiyanların kutsal ziyaret merkezleri olarak kabul edilir. Hazreti İsa, tebliğ faaliyetlerini özellikle Celile bölgesinde yani Filistin’in kuzeyinde gerçekleştirdiği dikkate alındığında, Hazreti İsa’nın Kudüs’le irtibatlı olan faaliyetleri özellikle hayatının son kısmını teşkil eder.
Kudüs, sadece Hazreti İsa değil, onun hayatında önemli yeri olan şahısların ve azizlerin kabirlerinin orada olması nedeniyle de Hıristiyanlar tarafından önemlidir. Mesela, Hıristiyanlara göre Hazreti Meryem’in kabri, Kudüs’tedir. Ayrıca Kudüs, Hazreti Meryem’in doğduğu ve takdis edildiği yer kabul edildiğinden burası Hıristiyanlar tarafından en çok ziyaret edilen mekânlardan biridir.
Kudüs’ün mezarlığı olarak da bilinen Kidron Vadisi’nde Hazreti Meryem’in kabrinin yanında, Hıristiyanlık tarihinin önemli şahsiyetleri kabul edilen İsa Mesih’in kardeşi Yakup’un, Hazreti Meryem’in annesi Hanne (Anne/Anna) ile babası İmran’ın (Yoakim/Joachim), Hazreti Yahya’nın babası Hazreti Zekeriya’nın ve Hazreti Meryem’in nişanlısı kabul edilen Aziz Yusuf’un da kabirleri yer alıyor.
Hıristiyan geleneğine göre Pontus Pilatus’un ölüm fermanını verdiği valilik binasından İsa Mesih’in sırtında taşıdığı çarmıh ile haça gerileceği yere kadar olan güzergâhı, Via Dolorosa yani Elemli Yol yahut Çile Yolu olarak bilinmektedir. Hıristiyan hacıların burada yürüyüş yapmaları 4’üncü yüzyıldan kalmadır.
On dört duraktan oluşan bugünkü yolun tespiti, 14’üncü yüzyılda Fransisken rahipleri tarafından tespit edilen sekiz merhaleli güzergâh ile başlar ve 19’uncu yüzyılda ise bazı yeni durakların eklenmesiyle son şeklini alır.
Beş yüz metrelik bir mesafeden oluşan Elemli Yol’un başlangıcı bugün Kudüs’ün sur kapılarından Aslanlar Kapısı’nın önündeki Müslümanlara ait el-Ömeriyye İlkokulu’nun önüdür. Elemli Yol’un 14’üncü ve son durağı ise, 4’üncü yüzyılda inşa edilen Kıyamet Kilisesi’nin (Diriliş Kilisesi) içindedir. Hıristiyan hacılar için bu Elemli Yolu kat etmek, her bir durakta bir müddet durup İncil’den ilgili pasajları okumak ve İsa Mesih’in çektiği ıstırabı hissetmeye çalışmak çok önemli bir hac ibadeti ritüelidir. On dört merhaleli Elemli Yol güzergâhının son beş durağı, Hıristiyan âleminin en kutsal mekânı kabul edilen Kıyamet Kilisesi’nin içinde yer alır.
Kudüs, Hıristiyan Konsiller tarihinde ilk Konsil olarak kabul edilen Havariler Konsili’nin gerçekleştirildiği yerdir aynı zamanda. Kudüs Konsili’nde, Hıristiyanlığın temel inançları ve Yahudi olmayanların dinî yükümlülüklerinin neler olacağı tartışılmış ve karara bağlanmıştır. Hıristiyanlık açısından Hazreti İsa’nın hayatının önemli bir kısmını yaşadığı yer olarak Kudüs, Hıristiyanlar için vazgeçilmez en kutsal topraklar olarak kabul ediliyor. Nitekim Ortaçağ’da Haçlı Seferleri’nin (1095-1272) en önemli sebebi, Kudüs’teki kutsal emanetlerin yıkıldığı, Hıristiyan hacıların Kudüs’ü ve kutsal yerleri ziyaretlerinin engellendiği yönündeki iddiaları olacaktır.
İslam’da Kudüs
Kudüs ismi Kur’an’da doğrudan geçmemekle birlikte bu şehirden el-Mescidü’l-Aksâ’nın mübarek kılınan çevresi şeklinde bahsedilmiş (İsrâ 17/1), ayrıca bulunduğu bölge “mukaddes toprak” (Mâide 5/21), “iyi, güzel bir yer” (Yûnus 10/93) olarak nitelendirilmiştir.
Hadislerde ise Mescid-i Aksâ’nın, Mescid-i Harâm ve Mescid-i Resûlullah ile beraber ziyaret amacıyla seyahat edilebilecek üç mescidden biri ve yeryüzünde Mescid-i Harâm’dan sonra inşa edilen ikinci mescid olduğu belirtilmiştir. (Buhârî, Fażlü’s-salât fî mescidi Mekke ve’l-Medîne, 6, Ĥac, 26, Enbiyâ, 8, 40)
Ayrıca bazı rivayetlerde Hazreti Peygamber’in Beytülmakdis’te namaz kılmayı tavsiye ettiği de aktarılmaktadır. (Ebû Dâvûd, Salât, 14)
Kütüb-i Sitte dışındaki rivayetlere göre Hz. Îsâ nüzûlünden sonra ölünce Medine’de Resûl-i Ekrem’in kabri yanında veya Kudüs’te defnedilecektir.
Hicretten önce iki veya üç yıl süreyle Hazreti Peygamber’in Kâbe’yi de önüne almak suretiyle Kudüs’e yönelerek namaz kıldığı (İbn Sa‘d, I, 243; Kurtubî, II, 150) ve -farklı rivayetler bulunmakla birlikte- Medine döneminde on altı veya on yedi ay bu uygulamanın devam ettiği, daha sonra kıblenin Kâbe’ye çevrildiği kabul edilmektedir.
Resûl-i Ekrem’in sağlığında belli bir dönem için Kudüs’ün kıble olarak tercih edilmesi, Müslümanların bu şehri dinî bir merkez olarak görmelerinin sebeplerinden birini teşkil etmiştir.
Ayrıca Hazreti Peygamber’in, Mescid-i Harâm’dan çevresi mübarek kılınan Mescid-i Aksâ’ya gece götürülmesi şeklinde gerçekleştirilen İsrâ ve ardından mi‘rac mûcizelerinde Mescid-i Aksâ’ya gitmiş olması müslümanlar için bu şehrin önemini arttırmıştır.
Muhammed Hamîdullah, el-Mescidü’l-Aksâ’nın Beytülmakdis değil semalarda bulunan, meleklerin sürekli Allah’a ibadet ettikleri bir mescid olduğunu ileri sürmüşse de (İslâm Peygamberi, I, 150-151) adı geçen mescidle sonradan bu ismi alan caminin değil Hz. Süleyman tarafından yaptırılan Beytülmakdis’in kastedildiği de bilinmelidir.
Bunların dışında Kudüs, Hazreti İbrâhim’den itibaren pek çok peygamberin yaşadığı, mukaddes olarak da tanımlanan bir bölgede bulunması, Hz. Süleyman’ın inşa ettiği Beytülmakdis’i barındırması, İsrâiloğulları’nın ve onlara gönderilen peygamberlerin mücadelelerine mekân olması açısından semavî dinler geleneğinde önemli bir yere sahip olmuştur.
Prof.Dr.AHMET ŞİMŞİRGİL
NOT:Kapak Resmi Kubbet-üs-Sahra
Mescid-i Aksa nerededir?
Mescid-i Aksa, Kudüs’ün doğusundadır ve yaklaşık 144 bin metrekarelik bir alanı kapsamaktadır. Etrafı surlarla çevrilidir. Kubbet-üs-Sahra, Kıble Mescid gibi 200 civarı yapı, Mescid-i Aksa’nın içinde bulunmaktadır. Mescid-i Aksa, Morya Tepesi’ndedir. Tepenin en yükseğindeki kayalığın üzerinde Kubbet-üs Sahra bulunmaktadır. Kudüs ve Mescid-i Aksa, Filistin Devleti sınırları içerisinde yer almasına rağmen günümüzde İsrail’in işgali altındadır.