Namaz vazifesi, Allah tarafından inanan kullarına emanet edilen bir hediyedir. Yüce Allah “Kitab’a sımsıkı sarılanlara ve namazı dosdoğru kılanlara gelince, şüphesiz biz, iyiliğe çalışan (erdemli) kimselerin mükâfatını zayi etmeyiz.” (A’râf-170) buyurarak bu emanete sahip çıkan kullarının emeklerinin boşa gitmeyeceğini vaad etmiştir.
İbadetin öneminin kavranmasına binaen Hz. Peygamber (sav): “Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici vasfa sahip kılındı. Ümmetimden her kim, bir yerde namaz vaktine girerse namazını kılsın.” buyurarak her nerede olunursa olunsun namazın kaçırılmadan kılınmasına işaret etmiştir.
Müslümanlar Kur’an’ın birçok yerinde buyrulmuş olan bu emre itaat etmek için mesken edindikleri yerlere camii inşa ederek namaza verdikleri değerlerini göstermişler bu da camiileri (mescitleri) İslâm’ın şiârı haline getirmiştir. Hatta Müslümanların fethettikleri yerlerde yaptıkları ilk faaliyetlerden biri mescit inşa etmek olmuştur. Bu ele geçirilen beldenin Müslümanlaşması için önemli bir adımdır.
Fatih’in İstanbul’u fethettikten sonra Ayasofya’yı camiye dönüştürme amaçlarından biri de bu düşünceden hareketle İstanbul’un bir Müslüman şehri olmasıdır. Hz.Peygamber (s.a.v.)’in doğumundan 40 yıl önce inşa edilen o yılların Hak din mabedi Ayasofya, fethedileceği müjdesinden 800 sene sonra İslam’ın ve Müslümanların elinde esas kimliğine tekrar kavuşturulmuştur. Müslüman Mabedi olarak Fatih Sultan Mehmet Han tarafından çevresi ile beraber satın alınarak vakıf senedi ile beraber vakıf mülkü ilan edilmiştir. Müslümanlar Camileri hayatın merkezi olarak kabul etmişlerdir.
Bu kültürü ilk başlatan Allah Rasulü’dür. Medine’ye hicret güzergâhında bulunan Kuba’da yalnızca konaklamak için durulmasına rağmen hemen namaz kılmak için bir mescit yeri ayarlanmıştır. Daha sonra Müslümanlar o yerin üzerine bir yapı inşa ederek kalıcı bir mabed haline getirmişlerdir.
Ancak Hz. Peygamber (sav) dönemindeki mescitlerin(camiilerin) fonksiyonu sadece içinde namaz kılınan yer olmaktan ibaret değildir.
Ashâbın toplaşıp sohbet ettiği, sosyal, siyasi, ekonomik çeşitli meselelerin tartışıldığı, ibadet yapılan bir meclis olmuştur. Merhum Ahmet Önkal Hoca, Asr-ı Saadet’te Mescidin Önemi ve Yaptığı Görevler adlı makalesinde Asr-ı Saadet’teki mescidin fonksiyonlarından bahsederek bugünün camiilerinin niteliklerinin artması için yapılması gereken şeyleri okuyucuya hatırlatıyor.
Gelin birkaç maddede o özellikleri birlikte inceleyerek zihinlerimizde iki örneğin muhakemesini edelim:
- Çalışmada mescit, müminlerin Allah’ın huzurunda kalıp ibadet ettiği ve ihtiyaçlarını giderdikleri, ruhu olan bir yapı olarak anlatılmıştır. Yani koşarak girilip koşarak çıkılan, sadece namaz kılınan bir yapı değildir.
- Hiçbir sosyal statü farkı gözetmeksizin herkesin eşit olduğu, cemaat şuurunun en açık şekilde yaşandığı ve yaşatıldığı bir mekan olduğuna dikkat çekilmiştir. Konumları her ne olursa olsun “üstünlük ancak takvadadır” esasının ruh bulduğu mescitler, insanlara gerçek değerlerin ne olduğunu hatırlatmaktadır.
- Önemli bir eğitim-öğretim meclisidir. İslam’ın ilmi kültürünün oluşmasına kaynaklık edecek sahabîler Mescid-i Nebevi’deki Suffa meclisinde yetişmişlerdir. Suffa, mescitten ayrı bir yapı değildir. Mescidin bir bölümüdür.
- Edebî konuşma ve yarışmaların yapıldığı bir kültür merkezidir. Şiir yarışmaları düzenlenmiş, yarışmalar neticesinde ödüllendirmede bulunulmuştur.
- Siyasi meselelerin istişare edildiği bir danışma meclisidir. Bir hükümet merkezi haline getirilmiştir. Hz. Peygamber’in devletin yönetimi ile alakalı herhangi bir meseleyi halkının görüşlerine açarak onlara danıştığı yerdir.
- Toplumsal olayların muhakemesinin yapıldığı bir yargı mercii olmuştur. İnsanların işledikleri suçların hükmünün (cezasının) verildiği bir mahkeme salonudur.
Camiilere ulaşım imkanı konusunda belki de tarihin en rahat dönemindeyiz. Ancak camii ruhundan da bir o kadar uzaktayız… İslam kulluk, cemaat, muhabbet ve istişare bilincinin eksik olduğu bir din değildir. Bilakis bunları en temel değerleri kabul edip bir devlet ve beraberinde bir medeniyeti onlar üzerine inşa etmiştir. Şayet bizler bugün kaybolan İslâm bilincimizin arkasından dertleniyorsak, ihyası için de en az dertlendiğimiz kadar çabalamamız gerekmektedir.
Biz İslam’da mescid ve Caminin , özeliklerini sizlerle paylaşırken iken yazımıza, Ayasofya Caminin Müslüman’lar için ne ifade ettiğini, Fatih Sultan Mehmet Han’ın Ayasofya Cami ile ilgili Vakıf duyurusunu paylaşarak son verelim. Vakfiye bildirisini tam okuyup Ayasofya’nın Cami mi Müze mi olması gerektiğine bizim veya birilerinin karar verme yetkisi var mı diye düşünelim
İŞTE FATİH’İN VAKFİYESİ
“Allah’ın yarattıklarından Allah’a ve O’nun rüyetine iman eden, ahirete ve onun heybetine inanan hiçbir kimse için, sultan olsun melik olsun, vezir olsun bey olsun, şevket ve kudret sahibi biri olsun hâkim veya mütegallib (zâlim ve diktatör) olsun, özellikle zâlim ve diktatör idareciler tarafından tayin olunan, fâsid bir tahakküm ve bâtıl bir nezâret ile vakıflara nâzır ve mütevelli olanlar olsun ve kısaca insanlardan hiçbir kimse için, bu vakıfları eksiltmek, bozmak, değiştirmek, tağyir ve tebdil eylemek, vakfı ihmal edip kendi haline bırakmak ve fonksiyonlarını ortadan kaldırmak asla helal değildir!
Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen bâtıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse; vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse; vakfın ortadan kalkmasına veya maksadından ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir kurum ikame eylemek (temel müesseselerden birinden taviz vermek) ve vakfın bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse; veya şer’i şerife aykırı olarak vakıfta tasarruf etmeye azm eylerse, mesela şeriata ve vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey talep ederse, kısaca batıl tasarruflardan birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haramı işlemiş olur, günahı gerektiren bir fiili irtikâb eylemiş olur. Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların la’neti üzerlerine olsun. “Ebeddiyyen Cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebeddiyyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse, vebali ve günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir.”
Esra SEZGİN / İLAHİYATÇI YAZAR