Modernleşen dünyanın getirdiği değişikliklere ayak uyduramayan Ademoğlu; fıtratına, bünyesine ve aklına ters düşen her olay ve hâli bir ‘hastalık’ olarak nitelendirmiştir. Çünkü bu tip durumların insan hayatına, evrensel normlara, dünya düzenine zarar verdiğini görmüş, tedavi edilmesi gerektiğine inanmıştır. Ancak bu tedavi yollarını kendi aramaya, şayet arayıp da bulursa onları uygulamaya kendisinden başlamaya yeltenmek ne yazık ki ‘modern dünyanın’ alışkanlığı haline gelememiştir.
İçerisinde bulunduğumuz rahatsızlık sebeplerini değerlendirmekte üstümüze yoktur. Tespitlerimizi son derece bilgece bulunduğumuz sohbetlerimizin arasına serpiştirir, uzunca tartışır, hiçbir sonuca bağlamadan meclisi terk ederiz. Yaptığımız sadece ‘şikâyet etmek’dir.
Evet, şikâyet etmek.
Modern dünya hastalıklarının en dipsiz kuyularından bir diğeri. İnsanoğlu yaşam şartlarının hızlı değişimi, aynı anda birden fazla imkâna sahip olma gibi farklı sebeplerle doyumsuz bir yığın haline gelmektedir. Daha iyi telefon, daha güzel kamera, daha büyük ev, daha eğlenceli arkadaş, daha anlayışlı iş veren, daha, daha, daha….. Sonu gelmeyen bir sürü cümlecikle örnekleri çoğaltabiliriz.
Küçüğü büyüğü, genci yaşlısı herkes için bir doyumsuzluk ve bu duyguyla beraber gelen şikâyetlenme hali mevcuttur. Bilhassa içinde bulunduğumuz dindar camiada şikâyet kokan sızlanmalara çokça rastlarız.
Esnaf adil olmayan ekonomi sisteminden, iş veren hakkıyla çalışmayan işçiden, aile babası bozulan yeni nesilden, ev hanımları yorgunluktan, çocuklar anne-babanın anlayışsızlığından, öğrenciler derslerin zorluk ve yoğunluğundan vs. herkes bir yakınmanın peşinden ömür tüketmektedir. Üstelik bir kez olsun kendi geldiği yere bakmaya yeltenmeden…
Dünyevî sıkıntılarımızın yanında bir de dinî şikâyetlerimiz vardır ki bence asıl dert etmemiz gereken bu gerçektir. Hiç görmediğimiz altın çağdan, Asr-ı Saadet’ten uzak olmaktan yakınırız. Sahâbe olmanın yalnızca Allah Rasûlü’nü görmek olduğunu zannederiz.
Ahlâkı Kur’an olan Peygamberin (sas), en yakın temsilcilerinin ahlâklarını göz ardı ederek… “O Ömer öyleydi ki” diye başlar coşkulu cümleler kurarız. Adaletiyle çağları titreten Hz. Ömer’e ihtiyacımız hele bugünün dünyasında ne kadar fazla değil mi? Hiçbir valisinin görev süresinde malını arttırmasına müsaade etmeyen, hırsıza karşı dahi adalet ve merhametle hükmeden, inayet timsali bir halifedir Ömer b. el-Hattâb (r.a). Biz bu kez de Ömerî adaleti yalnızca devleti yönetirken uygulanır zannederiz.
Aynı adaleti, merhameti, liyakatı kendi iş yerimizde, arkadaş çevremizde, ailemizde uygulamaya yeltenmeyiz. İdareyi kendi partimizden olana, işi akrabamız olana, merhameti ailemizden esirger başka insanlara emanet ederiz…
Kıymetli Peygamberimiz ve onun kıymetlileri bizim de annelerimiz olan güzîde hanımların muhabbetli ilişkilerini hasretle anarız, değil mi? Öyle bir muhabbet sanki bir daha asla yaşanamayacaktır. Çünkü Hz. Muhammed (sas) ve Hz. Hatice (r.a) bir daha gelmeyecektir. Muhabbeti, sevgiyi, saygıyı, şefkati Asr-ı Saâdet’e hasreder, emsallerini bugün yaşatmaya gayret dahi etmeyiz.
Oysa biz Kur’an’la yaşamayı bizzat kendisi yaşayarak göstermiş olan bir Davetçi’nin ümmetiyiz. Kur’an’ın tüm insanlığa gelmiş bir emir olduğuna iman etmekteyiz. O hâlde neden kutlu emâneti hakkıyla taşımayı bugünümüzde dert edinmeyiz?
Sahâbe bu iklimi Allah tarafından bahşedilen bir ortam bulup orada yaşamamıştır. Bizzat her birinin nefsi, ailevi, kabilevi mücadelesiyle izzet ve iffet iklimi oluşturmuştur. Şimdilerde hangimiz ümmetin izzet ve şerefine katkı sağlayacak mücadelelere girmekteyiz? İslam Ümmeti’ni oluşturmak sahâbenin göreviyse bekâ mücadelesi de bizim üzerimizedir.
Müslüman sabırlıdır, Müslüman dürüsttür, Müslüman hoşgörülüdür, Müslüman emanete riayet eden, barıştırıcı ve uzlaştırıcıdır.
İslâm’ın çizdiği, ashâbın yaşadığı çerçeveyi bugünün resimleriyle bütünleştirecek olan bizleriz. Şikâyet edip dertlenmekle beraber, çözüm yollarını aramaya ve yaşamaya başlamamız gerekmektedir. Ümmet biziz, bu ümmeti ihya edecek olanlar da bizden başkaları değildir.
Tefekkür etmenin belki de en elverişli olduğu bu dönemde zihinlerimizi, kalplerimiz ve bedenlerimizi Allah için çalıştırmak duasıyla…
“Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt, kalplerdeki hastalıklara bir şifa, inananlara bir rehber ve rahmet gelmiştir.” (Yûnus-57)
Esra SEZGİN
Ellerinize kaleminize sağlık yeğenim ne güzel rabbim ilim yolunda yolunuzu açık etsin inşaallah selâm ve dua ile…