Şimdi biri gelip bize, “İslam, zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği eşcinselliği lanetliyor. Hastalıkları beraberinde getiriyor ve nesli çürütüyor. Yılda yüzbinlerce insan, gayri meşru ve nikâhsız hayatın İslami literatürdeki ismi ‘zina’ olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim.” dese nasıl cevap vermemiz gerekir?
Eğer Müslüman isek ki “elhamdülillah” öyleyiz, hatırlatma için elbette teşekkür ederiz…
Peki yukarıdaki uyarıda yer alan günahlarla haşır neşir durumda olan birinin tavrı ne olur sizce?
“Tamam, haklısınız bir daha yapmam” demesi beklenmez ama en azından sağlığı için bu davranışının yanlış olduğunu düşünür ve sesini çıkarmaz…
Müslüman olmayan biri ise zaten üzerine alınmaz, kendisini ilgilendirmediği için de uyarılara karşı müdahil olmaz.
Bir örnek daha…
Muayene için gittiğimiz doktor, sigaranın, içkinin kalbimize, akciğerimize velhasıl birçok organımıza zarar verdiğini, başta kanser olmak üzere çeşitli hastalığa yol açtığını hatırlatıp bu kötü alışkanlıkları bir an önce bırakmamız gerektiğini söylediğinde doktora teşekkür mi ederiz yoksa “özel hayatımıza karıştığını, bizi nefretle aşağılayıp kitlelere hedef gösterdiğini öne sürüp hakkında suç duyurusunda mı bulunuruz?
Ne saçma bir örnek değil mi?
Ama maalesef Ankara BaDiyanet İşleri Başkanının rosu’nun Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş karşısında takındığı tavır aynen böyle.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, Cuma hutbesinde, yazımızın girişinde verdiğimiz örnekte yer alan uyarıları hatırlatıyor. Kafasından da uydurmuyor bunları, Yüce Allah’ın emirlerini dile getiriyor…
Bir doktor nasıl ki mesleği gereği sağlıkla ilgili “yapmamız ve yapmamamız” gereken işleri sıralıyorsa Prof. Dr. Erbaş ta, böyle bir hatırlatmada bulunarak mesleğinin gereğini icra ediyor…
Bundan sonrasını biliyorsunuz…
Ankara Barosu yaptığı açıklamada, Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’a söylemediğini bırakmadı. Söz konusu baro, o kadar ileri gitti ki, Erbaş hoca üzerinde İslam dinine saldırdı…
HUKUKÇULARDAN BÜYÜK TEPKİ
Adamlar Müslüman bir ülkede değil sanki Çin’de, Kuzey Kore’de yaşıyorlar…
Ve tabii ki, “CHP hariç” hemen hemen her kesimden büyük tepki gördüler…
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, “Ankara Barosu 100 yıllık Cumhuriyet’in koca çınarıdır. Yöneticilerinin bu nedenle sorumlulukları büyüktür. Her atılacak adımın, her yazılacak kelimenin bu sorumluluğun izlerini taşıması gerekir. Ankara Barosu tarafından yapılan bu sorumsuz açıklamayı tasvip etmemiz mümkün değildir” dedi.
Tüm Hukukçular Birliği Genel Başkanı Av. Mustafa Kuran da, “Ankara Barosu’nun İslamiyet’in değer ölçüleri ile ilgili kirli fikri ve düşüncesini ve saygısızlığını şiddetle lanetliyorum. Bir hukukçu camiası olarak Ankara Barosu’nun açıklamasını kabul etmiyoruz” ifadesini kullandı.
ANKARA BAROSU NE YAPMAYA ÇALIŞIYOR?
Isparta Barosu’nun 5 dönem başkanlığını yapan ve Millet İttifakı’nın Belediye Başkan Adayı olan Av. Gökmen Hakkı Gökmenoğlu ise, “Ankara Barosu ne yapmaya çalışıyor? Avukatlar da, esnaf gibi, çiftçi gibi, sanayici gibi zor durumda. Düzenli bir geliri olmayan, işyerinin kirasını ödeyemeyen, bağkurunu yatıramayan, müvekkiline çay bile söyleyemeyen onca avukat var iken, Diyanet İşleri Başkanının hutbesinde yola çıkıp, saçma sapan açıklama yapmak neyin nesi? Hukukçu olarak Diyanetin yapısını, işleyişini, hukuki zeminini, bütçesini eleştir anlarım, ama böyle bir açıklamayı anlamakta zorluk çekerim” sözleriyle Ankara Barosu’na tepkisini gösterdi.
Ve tabii başka “hukukçu” dernekleri de Ankara Barosu’nu eleştiren açıklamalarda bulundular…
HÜKÜMETE ÖNEMLİ ÇAĞRI
Ankara Barosu, akla ziyan açıklamasıyla Müslüman toplumunu, hem de kutsal ay olan Ramazan’da huzursuz etmiştir.
İnançlı avukatlar, doktorlar, mimar ve mühendisler, “İslam’a açık şekilde cephe alan” baro, tabipler odası, mimar ve mühendisler odası gibi meslek odalarından artık kurtarılmalıdır.
Hükümet; Allah’a inanan, O’nun emirlerini yerine getirmeye çalışan avukat, doktor, mimar ve mühendislerin “dünya görüşü kendilerine tamamen zıt olan bu örgütlere” zorunlu üye olma ve aidat ödeme uygulamasına son verecek bir formülü bulmalıdır.
Bu konuda bir komisyon oluşturulup çalışma yapılabilir ama bizim aklımıza şimdilik şu iki formül geliyor:
1- Nispi seçim sistemi getirilmelidir. Bu uygulama ile yönetim, sadece belli bir kesimin üyelerinden oluşmaz, farklı görüşlerdeki üyeler de yönetimde yer alır ve hiç olmazsa böyle abuk sabuk açıklamaların önüne geçilir.
2- Ya da, sendikalar gibi bir sistem uygulanır ve bir yere mahkûmiyet yerine alternatifler oluşturulacağı için herkes istediği baro veya odayı tercih eder.
Bu arada, “Bir musibet bin nasihatten iyidir” sözünün bir kez daha gerçekleşmesini ve yoğun tepkilere yol açan İstanbul Sözleşmesi’nin tekrar gözden geçirilmesini bekliyoruz…
Müslüm AKTÜRK