Bu yıl uygulamaya konulan, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli aslında pek anlatılamadı. Bir de ben anlatayım.
Son yıllarda ahlak konusunda; sık duyulan ifadeler, “bizden bir şey olmaz”, “nasıl bu hale geldik?”, “toplum/millet ahlaksız”…
Bu ifadeleri çoğaltmak mümkün.
Tespitleri kısmen doğru, toplumumuzda genel manada bir çürüme, kokuşma var. Adına “ahlaksızlık” dediğimiz birçok davranış sergilenir oldu.
Peki, Ahlak dediğimiz nedir?
İnsanın doğuştan getirdiği ya da sonradan kazandığı birtakım tutum ve davranışların tümüdür. Bu kişide huy olarak da bilinen iyi ve güzel olan niteliklerdir. Ahlak, başka bir ifadeyle akıl, arzu/haz ve öfkenin makul sevide tutulmasıdır.
Makul seviye ise; toplum tarafından kabul edilmiş normların belirlediği çerçevedir. Bu noktada normların oluşmasında “din/inanç” gibi sınırlayıcı ve bağlayıcı kuvvetler etkili olmaktadır. Özetle din ve ahlak doğrudan birbiriyle ilişkilidir.
Eğer ahlak öğretiminde bir sorun varsa demek ki “dini” eğitimde de bir sorun vardır.
Durum tespiti yapmak adına, mesenin kökenine uzanmak istiyorum. Tanzimat’a kadar gitmek gerekir. 1841 Londra Anlaşması sonrası Osmanlı İmparatorluğunda “batılılaşma” hareketi başlamıştır. Eğitim sistemi de bu dönemde nasibini almıştır.
1857’de bugünkü adıyla Milli Eğitim Bakanlığı yani “Maarif-i Umumiye Nezareti” kurulur. Böyle bir nezaretin kurulması, kimi görüşe göre “dinin eğitimde sahip olduğu alanın daralmasına, İlmiye’nin görevlerinin sınırlanmasına, bir nevi eğitimde dünyevileşmenin başlamasına, ayrıca eğitimde yeni kurumların oluşması din eğitimi probleminin kendiliğinden ortaya çıkmasına sebep olmuştur”, derler.
Nitekim bazı bürokratlar bu dönemde, İslami uygulamaları geri kalmışlık olarak nitelendirmişler ve bu saikle eğitimin bir parçası olan dini argümanları yavaş yavaş sistemden çıkarmışlardır. Cumuhuriyet dönemine kadar bu ayrışma devam etmiştir. Cumhuriyet sonrasında ise “laik”lik ilkesi gereğince eğitim sistemi modernleşme(!) konusunda hız kazanmıştır. Bu dönemden sonra din eğitimi ile modern eğitim birbirinden iyiden iyiye uzaklaşmıştır. Din eğitimi medreselerde devam ederken, diğer fen ve matematik gibi ilimler çağdaş okullarda işlenmeye başlamıştır. Sonrasında ise biliyoruz ki “medreseler” tamamen kapatılmıştır.
1928’den 1948’e kadar din dersi müfredatta bulunmamıştır. Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu çerçevesinde “Türkiye’de sadece Müslüman vatandaşların olmadığı, Müslüman olmayan Türk vatandaşlarının da dinsel gereksinmeleri ve vicdan özgürlüğü olduğu” neden gösterilerek ilkokul programından Kur’an dersleri, ortaokul ve lise programından da din dersleri çıkartılmıştır. Bir ara seçmeli ders kapsamına da alınan din dersleri, 1982’ye kadar yarım yamalak sürdürülmüştür. 82 sonrasında ise Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri ilköğretim 4. sınıftan itibaren müfredatta kendine yer bulmuştur. Bundan sonraki süreci özetlememe gerek yok birçoğumuz sürece hâkimiz. Din dersleri, kuran kursları, İmam hatip liseleri ve 28 Şubat…
Sanırım ne demek istediğimi anladınız.
Bir yerlerde yanlış yapıyoruz. Son 200 yıldır yanlışın içindeyiz. Bu toplum bugün yozlaşmadı. Bu çürüme sürecin ürünüdür. Adım adım, nesil nesil bozulmuşluğun içindeyiz. Batılılaşma/ modernleşme süreci neslimizi yozlaştırmıştır. Dini değerlere yaslananlar “yobaz” olarak isimlendirilmiş ve çağdaşlık gibi süslü ifadelerle de insanı insan yapan değerler ötekileştirilmiştir. Toplum dünyevi arzu ve maddiyat temelinde birilerince biçimlendirilmiştir. İşin özü budur!
Peki, ne yapacağız?
Acilen yeni sisteme ihtiyacımız var. Eğitim- öğretim ve ahlak birbirinden bağımsız değildir.
Erdemli/ ahlaklı bir toplum için bireyin çocukluk dönemi kıymetlidir. Aile ve okul bu konuda paralel adım atmalıdır.
“Önce ahlak, sonra bilgi” demeli ve tüm paydaşlarla birlikte aksiyona geçilmedir.
Aile ile birlikte okulöncesi ve ilkokul eğitimi döneminde temel ahlaki eğitimler mutlaka etkin şekilde verilmeli. Önce ahlak sonra bilgi…
Şuan müfredatlımızda sıkça adı geçen değerler eğitimi maalesef kurumlarda angarya gibi karşılanmaktadır. Veli ve öğretmenler sınav sistemine öğrenci yetiştirme telaşında oldukları için değerler ve ahlaki meseleler arka planda kalmaktadır. Bu sisteme öğrenciler maalesef kurban edilmektedir. Neredeyse her anne-baba evladının en iyi matematik sorusu çözen olmasını istemektedir. Ancak iş, öz değerlerimize ve disipline geldiğinde, “çocuktur yapar…” denilip görmezden gelinmektedir.
Oysaki değerler eğitiminin amacı insanlara daima saygılı ve bu saygıyı, evde, okulda ve yaşamın diğer alanlarında sürdüren, demokratik bir toplum ve ülkenin yaratılması için mücadele eden ve barışçıl bir uluslararası toplumun inşa edilmesine gönüllü katkı sağlayan vatandaşları yetiştirmektir. Özetle önce kendine sonra topluma katkı sunan faydalı insan yetiştirmektir.
Bunları satırlara yazmak elbette kolaydır. Asıl yapmamız gereken harekete geçmek olmalıdır. Milli Eğitim Bakanlığının yürürlüğü koyduğu ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ tam olaraktan bu sorunlara çözüm üretmektedir.
Yeni Maarif Modelinde kişiyi erdemlere ulaştıran ve dahası eylemleri aracılığıyla gözlemlenebilen değerler Erdem-Değer-Eylem Çerçevesi ile kavramsallaştırılmaktadır.
Çerçevenin ana hedefi; eylemlerden değerlere, değerlerden erdemli insana, erdemli insandan ise nihai hedef olarak “Huzurlu Aile ve Toplum“, “Yaşanabilir Çevre” ve “Huzurlu İnsan” a ulaşmaktır.
Erdem-Değer-Eylem Çerçevesi’nde çatı değerler olan “Adalet, Saygı ve Sorumluluk ” etrafında kümelenen bir değer çerçevesi sunulmaktadır.
Yukarıda kısaca özetlediğim model aradığımız modeldir. Ancak bu model gerek kamuoyuna gerekse öğretmenlere yeterince anlatılamamıştır. Bu modelin başarsın için öğretmen ve velilerin desteği şarttır.
İlgili ve yetkili merciler bu modelden asla vazgeçmemeli ve sürecin selametle sürdürülmesi için her türlü destek sağlanmalıdır.
Bu modelin önündeki en büyük engel sınav sistemidir. Anne ve babalar endişelerinde haklılardır. Gelecek kaygısı varken, işsizlik gibi sorunlar varken öncelik sınavlara verilmektedir. Dolaylı olarak da değerler arka plana atılmaktadır.