Biraz Kadın, Biraz Erkek, Biraz 6284
Konuyu biraz takip edenler 6284 no’lu kanun çevresinde ciddi bir tartışmanın olduğunu bilirler. Gerek yürürlüğe girdiği 2012 yılından itibaren var ettiği ve sayıları her gün katlanan mağdurlar, gerek bu yasanın tam uygulanması halinde kadınlara yönelik cinayet ve şiddetin biteceğini ya da en aza ineceğini iddia eden kadın derneklerinin konu üzerindeki hassasiyeti, konuyu gündemden hemen hiç düşürmüyor.
Ancak kanaatimize göre, kanunun suiistimale çok açık olduğunu iddia eden mağdurlar ile kanunun kaldırılmasını isteyenleri “kadını dövme hürriyeti isteyen magandalar” olarak gören kesim arasında körler sağırlar diyaloğu var.
Basit Bir Nedeni Var!
Malumunuz Müslüman toplumlarda boşanma erkeğin kontrolüne verilmiş bir sorumluluktur. Kadın kocasından, olağanüstü bir durum yoksa kendisi direk boşanamaz[2].
Sanırım bunun basit bir sebebi var: Kadınların geneli, -özellikle menapoz öncesi dönemde- düzensiz periyodlar halinde yoğunlaşan duygusal gelgitler yaşıyorlar. Bu gelgitler bazen o kadar birbirine yakın oluyor ki, hanımefendi kelimenin öncesinde bulutlar üzerinde dolanırken bir an sonrasında ruhunun karanlık dehlizlerinde kaybolabiliyor. Bir kelime ile her şey Cennet iken, bir dakika sonra ortalık pekâlâ Cehenneme dönebiliyor. Bir an önce tamamen meyus (ümitsiz) iken bir an sonra dünyanın en mes’ut hanımı olarak kendini hissedebiliyor. Bu yüzden bir hafta önce “soğudum, nefret ediyorum” dediği adama 1 hafta sonra yeniden âşık olabilmeleri veya bir ay içinde 3 sefer boşanma 4 sefer devam etme kararı alabilmeleri çok da şaşırtıcı gelmez insanlara. (Elbette herkes için değil.)
Erkeklerde durum böyle değildir, son kararı vermekte ya da bir karar açıklamakta oldukça zorlanırlar ancak eğer “bitti” kararını vermeyi becerebilmişlerse genelde geriye dönüşleri yoktur. Deneseler bile büyük ihtimalle işe yaramayacaktır.
Sanırım bu hanımların ayrıntıya/parçaya odaklanabilme yetileri ile birlikte gelen arzu edilmeyen bir yan etki. Parça bozuksa, her şey bozuk; parça düzelmişse her şey harika. Hâlbuki ayrıntıyı görme becerisi hiç iyi olmasa da, geneli, ekstra bir çabaya gerek duymadan çok daha rahat görebilen (çok boyutlu düşünebilen) erkekler ekseriyetle ne bir kelime duyarak göklere çıkar, ne hatırlanmayan bir gün, alınmayan bir hediye, edilmeyen bir kelime ile yerlere serilirler.
(Ne yazık ki, parçayı erkekten çok daha iyi gördüğünü fark eden bazı hanımefendilerin ve geneli kadınlardan çok daha rahat gördüğünü fark eden bazı beyefendilerin, kendindeki eksik parçayı fark etmeden ya da o parçayı önemsizleştirerek kendini üstün görmesi, diğerini aşağılaması sık karşılaşılan bir durumdur.)
Her şeyi ve herkesi aynileştirmeyi, tek tipleştirmeyi bir takıntı, bir tutku haline getirmiş, herkesi aynı kulvarda koşturmayı eşitlik ve maharet sayan Batılı düşünce biçimi bu durumu hesap etmediğinden olsa gerek sonuçları ile yüzleşmek zorunda kalmıştır. Mesela günümüz İngiltere’sinde, üst düzey eğitim almış kesimde (yani karar verdiği an hızlıca boşanma imkânına sahip kesimde) boşanma davalarının %90’ı kadınlar tarafından açılır.[3] Ancak kadınların erkeklere oranla kurulu düzenlerini daha kolay yıkabilme eğilimleri sadece modern toplumlara özgü bir durum değildir. Mesela İran, Mısır ve Osmanlı gibi geleneksel İslam toplumlarda dahi resmi evraka yansıyan boşanma taleplerinin %45-55 kadarı – boşanma hakkı erkeğin olmasına rağmen- kadınlar tarafından talep edildiği istatistiklere yansımıştır[4].
Hülasası genelde boşanan kadındır, erkek değil[5].
Bizim de gözlemimiz enteresan biçimde erkeğe verilmiş boşanma hakkının toplumsal bir denge kuruyor olması yönünde. Bunu delillendirebilmek için şöyle bir örnekten hareket edebileceğimizi düşünüyorum.
Az önce İslam toplumlarında boşama hakkı erkektedir, demiştik. 1400 yıldır erkek hem evin reisi olmasına, hem dilediği zaman kadını boşama HAKKI olmasına rağmen evden atılmış, kapı önüne konulmuş kadın sayısı (eğer ortada namus meselesi veya ciddi bir ruhi problem yoksa) neredeyse yok gibidir. Bu yüzden kocası tarafından evden atılmış kadınlar zümresi hiçbir Müslüman toplumda oluşmamıştır.
Ancak dikkat edin Türkiye’de kadına erkeği kapı önüne koyma yetisi verildiği andan itibaren, kadının kapı önüne koyduğu erkek sayısı sadece birkaç yılda yüzbinleri geçmiştir[6]. (Tekrar eden vakalarla beraber 2015-2019 yılları arasında toplam uzaklaştırma kararı alınmış erkek sayısı 1 milyon 957 bin 523.)
Kadınlar kocalarını neden evden atıyorlar?
Burada durup meselenin biraz daha derinine inmeyi deneyelim:
Kadın ve erkek iki FARKLI kafa, iki farklı dünya olarak bir araya gelirler. Bu çiftin hemen uyum sağlayıp terazinin kollarını dengelemesi elbette mümkün değildir. Nadir aileler dışında erkekle kadın arasında –en sonunda kadının galip çıkacağı- “kimin dediği olacak; kim, kimin ayak adımlarına uyacak” mücadelesi başlar. (Bu noktada “beraber karar verip yaşasalar ya!” diyenleri, ya çok baskın karakter olup diğerinin kişiliğini tamamen ezmiş, kendine uydurmuş, olayı örtbas eden kişiler ya da gerçeklikle bağ kurmakta zorlanan arı gönüllüler ya da bekârlar olarak değerlendiriyorum.)
Eğer “kim kimin adımlarına uyacak?” mücadelesinde iki taraf da başarılı olamamışsa, kavga ve birbirini hırpalayarak teslim alma mücadelesinin on yıllarca sürebildiği tecrübe ile sabittir.
Taraflardan birinin diğerini kendisine ram edemediği, uzayıp giden liderlik için cedelleşme sürecine girmeden önce, “kardeş kavgalarına” çözüm önerisinde bulunan Psikolog Danışman Pınar Akdemir Gandur’un sayfasından yapacağım bir kaç alıntıyı girmek istiyorum[7].
ÇOCUKLAR KAVGA ETTİĞİ ZAMAN NELER YAPMALIYIZ?
– Birbirlerine ya da çevrelerine zarar vermedikçe, çocuklarınızın kavgalarına karışmayın. Durum çıkmaza girerse, öncelikle onların da birey olduklarını ve öfkelenebileceklerini kabul edin.
– Dikkatinizi hemen, sorun yaratan çocuğa yöneltmemeli, zarar gören çocukla ilgilenip, onu “mağdur, ezilen” olarak nitelendirmemeli.
– Anne babalar genellikle küçüğü korumak, büyükten anlayış göstermesini istemek gibi yanlış bir yaklaşımda bulunurlar. Küçük de bunu kullanarak en ufak bir anlaşmazlıkta basar çığlığı : “Anne ağabeyim (ablam) bana vurdu!” Anne de büyüğe bağırır: “Sana kaç defa kardeşine vurma dedim. Büyüksün biraz anlayış göster!” Genellikle küçük çocuk büyükle yarış halindedir, onun buyruğu altına girmek istemez. Büyüğe güç yetiremediğinde ezilmişlik rolü oynayarak anne veya babayı yardıma çağırır. Destek bulduğu zaman kavgayı kızıştırmaktan geri durmaz. Hâlbuki anne ve babanın arka çıkmadığını gören haksız taraf, diğeri ile anlaşma yoluna gidecektir.
– Çocukların aralarındaki hakem olmayın. Çocuklar, anne-babalarının kavgalarına karışmasında onların diğer tarafı tuttuklarını düşünürler. Bu da rekabetin artmasından başka işe yaramaz. Kavgayı kimin başlattığıyla ilgilenmeyin. Bunu öğrenmeye çalışmak çocukların birbirlerini suçlamasına yol açar. Kim başlatırsa başlatsın sonuçlarına birlikte katlanmaları gerektiğini hatırlatın.
– Çocuklarınızı dikkatle dinleyin ve onlara geri bildirim verin. Onların sorunlarını çözebileceklerine emin olduğunuzu, onlara güvendiğinizi söyleyip odadan ayrılın. Kendi başlarına bir çözüm bulamazlarsa, bulmalarına yardım edin. Eğer birbirlerini incitiyorlarsa, “çok öfkeli olduğunuz belli” diyerek onları ayrı odalara yönlendirip, bu konuyu daha sonra konuşabileceğinizi söyleyebilirsiniz.
– …Kardeşler arasında kıskançlık hissettiğinizde onları birbirinden uzaklaştıracak değil, yakınlaştıracak ortamlar yaratın.
Metne dikkat edilirse çocukların, “insanlığın” yeryüzüne indirilip iki kişinin bir araya geldiği ilk andan itibaren cevabını aradığı sorunun, cevabını aramakta oldukları fark edilecektir: “Benim ve senin sınırların ne?”
Psikolog hanımefendi de özet olarak birbirlerine fiziksel zarar vermedikleri sürece “birbirlerinin sınırlarını öğrenebilmeleri ve birbirlerini sorunsuz nasıl idare edebileceklerini keşfedebilmeleri için” mümkün olduğunca çocuklara müdahale edilmemesi gerektiğini bize söylüyor. Zira müdahaleler, uyumu ve dengeyi bozacağından ya da müdahalede taraf olunanın diğerinin sınırlarını aşarak ona zulmetmesine alet olunacağından zarar verici olabilir. Bu da hem kavga ve çatışmanın uzayıp gitmesine hem de şiddetlenmesine neden olup düşmanlığı körüklemekten başka bir işe yaramayacaktır, demeye çalışıyor, sanırım.
Muhtemelen çocuklar için bu tavsiyelerin gayet makul olduğunu hemen herkes kabul edecektir. Ancak bu makul öğütler karı koca kavgalarına geldiğinde bir anda yok olup, gözlerden kayboluyor.
Tam aksine kadına dilediği an erkeği, devlet yardımı ile cezalandırabilme yetisi veren 6284’nolu kanun tam da bu psikolog hanımın kurmaya çalıştığı dengeye saldırıyor ve karı koca arasında yapılmaması gereken ne varsa onu yapıyor. Önyargılı olduğu için, peşinen fiziksel olarak zayıf olan kadının haklı olduğunu, diğerinin zalim olduğunu; (ilk an için bile olsa) kadının ne söylerse doğru, erkeğin ne söylerse yalan olduğunu düşünüyor. Erkeği cezalandırmak için oldukça hevesli, diğerinin kusurunu görmemek için dikkati dağınık; birine pozitif ayrımcılık, diğerine negatif ayrımcılık uygulamayı adalet sanıyor; birinin araya girerek uzlaşmacılık yapmasına, dengeyi bulmasına, öğüt vermesine bile müsaade etmiyor. Çiftlerin arasında sevgi ve yakınlaşmayı yeniden kurmaya değil, olabildiğince hızlı şekilde onları birbirlerinden uzaklaştırmayı hedefliyor.
Kanaatimizce ilahi müdahalenin, PSİKOLOJİK olarak daha güçlü olan kadına karşılık evin reisliğini “kavvam olan erkektir[8]” diyerek erkeğe vermesi, DENGENİN Kurulacağı zamana kadar, belki de onlarca yıl sürebilecek boş bir boğuşmadan iki tarafı da kurtarmak ve onlara zaman kazandırmak içindir. (Dikkat edersiniz, erkek kavvam olsa da eve huzur, kadın isterse gelir, kadın istemezse gider. Arapların “Beyt’’ur Rab-Evin Rabbi” dedikleri kadının böyle bir gücü vardır, erkeğin böyle bir gücü yoktur. Bu anlamda erkeğin kavvamlığı, psikolojik olarak daha güçlü olan kadına karşı evdeki dengeyi sağlar.)
Denge ancak böyle sağlanır çünkü kadın, geneli görmekte hayli zorlanıp, gördüğü hatalı parçayı düzeltmek için SIK SIK tavır alıp (güncel deyim ile triplere girip) ortalığı birbirine katabilirken, genele daha hâkim olan erkek, -baş edemeyeceğini bildiği- kadını her kararında hesap etmek zorunda olduğunu bilir.
Bu durum başka bir açıdan da önemlidir: Kadınlar, kolayca ortalığı birbirine katabildikleri hızla ortalığı toparlayabilme yeteneğine de sahiptirler. Bir sürü laf söyleyip problem yaşadıkları hemcinsleri ile birkaç saat sonra oturup rahatça karşılıklı ağlaşabilirler. Bu nedenle gerilimden erkeklerin çekindikleri kadar çekinmezler. Erkekler çekinir çünkü böyle bir yetenek erkeklerde yoktur. Onlar birbirleri ile –eğer arada karşılanamayacak bir güç farkı yoksa- çatışmamak için alabildiğine kenar gezerler. Hatta bir adres aradıklarında, basit bir yardıma ihtiyaçları olduğunda bile -çatışmadan kaçma içgüdülerinden gelen bir itiraz nedeniyle- birine yol sormak, birinden yardım istemek bile onlar için zordur. Ama eğer çatışma kaçınılmazsa genelde çok serttir ve büyük oranda erkekler arası yaralar iyileşmez.
Beysiz Arı Kovanı
2002 yılında Türk Medeni Kanunu’nda yapılan değişiklik ile kadına ve erkeğe eşitlik adı altında “aile reisi” kavramı tanımsız kılınarak, aile “reissiz” kılındı. Ailede yönetici/kavvam kavramı reddedilirken doğal olarak çiftlerin aile içi sorumluluk tanımları da reddedilmiş oldu. Ama sonuçta feminist çevrelerin beklediği gibi “sevgi ve eşitlik” ortamı kurulmadı. Aksine geleneğin taraflara tanımladığı sorumluluk tanımlarının dağıtılması ile çiftler sadece kendi sorumluluk alanlarını bilemez hale gelmedi; karşıdan neyi, nereye kadar talep edebileceğini de bilemez hale geldi.
Bu noktada şu soruyu sormak gerektiğini düşünüyorum: Yeryüzünde bünyesinde bulunanların sorumluluklarını tanımlamamış, lideri belli olmayan ve uzun süre ayakta durabilen herhangi bir kurum var mı?
Mesela bunu toplumuna zorlayan devlet ya da küresel yapılar kendi kurumlarını bir amir, yönetici, müdür vs. tayin etmeden, kimsenin sorumluluk alanını belirlemeden, dileyen dilediği işi yapsın, dilemeyen dilemediği işi yapmasın; yapılacak işler beraber düşünülerek gönüllülük esasına göre, anlaşarak, sevgiyle yapılsın diyerek işleri neden yönetmiyorlar? Sanırım hiçbir kurumun uzun süre böyle yönetilemeyeceği, iflas etmeye mahkûm olacağı bilindiği içindir. Zira insanın şehvetine seslenen işlere meyli olduğu kadar kendisine sıkıntı ve yük veren işlerden de uzak kalmaya da meyli vardır. Bulunduğu yerde önde olmak, önder olmak, sözünün dinlenilmesini istemek, her şeyi kontrol etmeye çalışmak, gücünün yettiğine tahakküm etmek, zulme, rahata, konfora, menfaate ve övgüyü (yüceltilmeyi) şahsı üzerinde toplamaya meyli ve zaafı hep vardı. Var olmaya da devam edecek.
Eğer sorumluluklar ve hadler üst bir merci tarafından tayin edilmiyor ve dağıtılamıyorsa hayvani içgüdülerin devreye girmesi kaçınılmazdır; doğal olarak sınırların ÇATIŞARAK hatta savaşarak belirlenmesi gerekecektir.
Dikkat edilirse gerek nafaka, gerek tazminat, gerek 6284’nolu kanundan faydalanmak için kadına tanımlanmış hiçbir sorumluk yok. Sadece erkeğe attırılmış imza, bunlara kanunlar önünde hak kazanmasına yetiyor. ( Yeryüzünde sorunsuz hiçbir evlilik olamayacağını hesap edersek basiret sahibi ve insani kaygıları yüksek hanım efendilerin, evliliklerini devam ettirebilmeleri kanunlarla kendilerine teklif edilen rüşvetlere el uzatmamaları, bunlara tenezzül etmemeleri iledir, diye düşünüyoruz.)
Bu yüzden eğer eşler sorumluluklarını bilmiyorlarsa ve “son kelimeyi kim söyleyecek” sorusunun cevabı ilk anda verilmemişse taraflar, ringe davet edilmişler demektir.
Ring
“Evde kim baskın olacak?” mücadelesinde erkeğin avantajları “çok boyutlu düşünebilme yeteneği” (Cengiz Keleş Beyin tarifi ile “AVCILIK yeteneği[11]), “pazusu” ve “parası”dır.
Pazular (şiddet) genelde erkeğin çok yönlü düşünebilme yeteneğinin işlemediği ya da yetmediği durumlarda devreye girer. (Bizim kanaatimize göre fiziksel şiddet devreye girmişse karşılıklı SAYGI tükenme aşamasına gelmiştir. Malumunuz evliliği sevgi değil, SAYGI taşır. Saygı evin içinde, HUKUKUN kamuda gördüğü işlevi görür. Beraber yaşarken insanların sınırlarını korur, adavetin/haddi aşmanın önüne geçer[12]. Bu nedenle saygının tükendiği evlilikler için ayrılık daha iyi bir seçenek olarak düşünülebilir.)
Eğer kadının kendi parası varsa ve erkek, pazularını kullan(a)mıyorsa –çevrede kadını tehdit edebilecek bir başka “ADAY” kadın da yoksa- erkek, ya kadına teslim olmak ya da kadınla bitmeyecek ve kazanma ihtimali olmayan bir psikolojik cedeli göze almak zorunda kalır. (Üçüncü bir yolda kahvehanelerdir. Kahvehanelerin pekâlâ evdeki iktidar mücadelesinden yılmış, evlerine sığınamayan erkeklerin sığınma evleri olarak tanımlanabileceği kanaatindeyiz.)
Kadının ise erkek karşısında pek çok gücü vardır:
Mesela aynı kelimeleri binlerce sefer tekrarlayabilecek azmi, aynı olayları yüzlerce sefer hatırlatabilecek sabrı, erkeğin hiç fark etmeyeceği/edemeyeceği fark etse bile kolayca unutacağı ayrıntıları yakalayıp biriktirebilecek geniş ve derin bir hafızası ve aklının ve tecrübelerinin önüne geçirebildiği “duygusal” zekâsı gibi. (Bunları küçümseyecek olanlara, bu yöntemlerin tamamının Psikoloik Harp Tekniği olarak modern zamanların silahsız savaşlarında, özellikle de medyada da kullanıldığını hatırlatmak isterim.)
Mesela erkekler, bir konuyu en fazla 2-3 sefer konuşabilir daha fazlasını dinliyormuş numarası ile geçiştirmeye çalışırlar. Ancak hanımefendiler aynı konuyu defalarca aynı hatta yenilenen bir heyecan veya öfke ile kazdıkça fark edilen yeni yeni ayrıntılarla konuşabilirler. Hâlbuki tekrar eden kelimeler erkek için şiddettir. (Çevredeki herhangi birine aynı kelimeleri 5-10 kez tekrar ederek bunu test etmek mümkündür.) Erkek kendi annesi ile telefon konuşmasını 1-2 dakika bile sürdüremezken, gelin hanımın sevmediği kaynanası ile bile aynı konuları defalarca konuşmak suretiyle 1-2 saat sohbet edebilmesi de sanırım bu konu ile ilintilidir.
Mesela bir erkek, yaptığı bir eylemin huzursuzluğa neden olduğunu ikinci veya üçüncü seferde anlayıp kaçınabilirken, hanımefendiler duyguları devreye girdiğinde onlarca sefer yaptıkları sorun çıkaran hamleyi yeniden tekrarlayabilir. (Sürekli tekrar eden, çatışma üreten duygusal çıkışları “öğrenememe becerisi/yeteneği” diye tanımlayabileceğimizi düşünüyorum. Özellikle erkeği yıldıran ve teslim olmaya zorlayan beceri de budur sanırım.)
Mesela kadının, her erkeğin -yalandan olduğunu bilse dahi- kendini teslim etmeye hazır olduğu işvesi, cilvesi yani kadınlığı vardır, erkeği terbiye edebileceği. (Feminist hareketlerin, kadının belki de en etkili, en sorunsuz, en temiz gücü olan KADINLIĞINI kocasına karşı kullanmasını aşağılarken, dışardaki erkeklere karşı kadınlığını sergilemesini özgürlük olarak propaganda etmesi ya da kadınsılığını koruyan evcimen kadının aşağılanıp ERKEKSİ olmaya, erkekleri taklid etmeye zorlanması, yani kadının, kadınlığının öldürülmesi, baskılanması meselesi ayrı bir başlık altında konuşulmalıdır kanaatindeyiz.)
Mesela CİNSELLİĞİ vardır kadının, erkeği terbiye edebileceği. Sağlıklı erkeklerin kadınlardan çok daha sık periyodlarla, daha şiddetli hissettikleri cinsellik ihtiyacı, TEK EŞLİ toplumlarda kadının mahrum bırakmak suretiyle “ehl-i namus” erkeği terbiye etmek, “Burada patron benim” demek için sıklıkla kullanabildiği bir terbiye yöntemidir[13].
Eğer bu yöntemler işe yaramazsa, erkeği başkalarının önünde küçük düşürerek (REZİL ederek) terbiye etmeye çalışmak da kadınların kullanabildiği terbiye yöntemlerindendir. Zira kadınlar erkeklere oranla çok daha kolaylıkla meselelerine çevreyi dâhil edebilir ya da dışardan yardım isteyebilirler.
Erkekler, kadınların erkeklik onurlarını (şahıslarına olan saygılarını) ailelerinin, komşularının, arkadaşlarının, çocuklarının vs. önünde küçük düşürmesinden, aşağılamasından, rezil ve rüsvay etmesinden çok korkarlar. İhtimaldir ki,-aile danışmanı arkadaşların da gayet iyi bildikleri gibi- kadınlar erkeklerdeki bu korkuyu içgüdüsel olarak hissettiklerinden, “anlatmaya” daha meraklıdırlar. Erkekler ise çoğunlukla dillerinin altındaki baklayı zor çıkarırlar. Genelde görüşmelerden hanımlar akıllarında olmayanları da konuşmuş olarak çıkarken erkekler ise daha söylenmemiş pek çok şeyle.
(Belki de ayet-i kerimede, “Kadınların hayırlıları mahremlerini koruyanlardır” denilmesi kadının anlatma dolayısı ile erkeği açığa düşürme hevesine yönelik bir ikazdır[14].)
Kanaatimize göre, erkeğin suskunluğunun ardında, içgüdüsel olarak kadının başarısızlığından dahi KENDİNİ sorumlu hissetmesi, kadının çokça şikâyet etmesinin bilinçaltında ise kendi başarısızlığını bile ERKEĞİN başarısızlığı olarak kabul etmesinin etkisi vardır. Zira insanoğlu kendi ayıbını konuşmaya ne kadar isteksizse başkalarının ayıplarını konuşmaya da o kadar heveslidirler.
Dikkat edilirse kadın da erkek de, ERKEĞİ sigaya çeker. Eğer dışarıdan meseleye müdahil olunursa diğer erkek ve kadınlarda da ÖNCELİKLİ olarak erkeği sigaya çekme eğilimi vardır. Çünkü yönetici sorumludur ya da sorumlu olan yöneticidir, hesap ona sorulur. Her ne kadar dili ve aklı farklı işliyor olsa da fıtraten, bilinçaltında erkek de kadın da “sorumluluğun erkekte olması gerektiği” içgüdüsü ile hareket eder. Feminist hareketlerin tüm sorunların sorumlusu olarak erkeği görüyor olmalarının sebebi de sanırım bu içgüdüdür: “Benim” sorunlarım var ve bu sorunları çözmesi gereken ERKEKTİR, eğer sorun çözülmüyorsa hesabı da erkekten sorulmalıdır, demektedirler.
Yani alt bilinç (içgüdü), üst bilince(bilgi) galip gelmektedir. Fıtrat, tüm feminist literatüre meydan okuyarak sorumlu olan, sorun çözmesi, etmesi eylemesi, kavga etmesi, savaşması, tedbir alması, hesap vermesi, çileyi çekmesi, sıkıntıyı göğüslemesi kısaca yönetmesi gereken “erkektir”, onun hesap vermesi gerekir, demektedir.
Boşanmayı Düşünen Kadın Kocayı Uzaklaştırmaz, Direk Mahkemeye Gider.
Benim kanaatimdir. Eğer bir hanımefendi aile içindeki mücadeleyi dışarıya taşımış ve “Bizim sorunlarımız var. Bize yardım edin“ diyorsa, genelde, “Yöntemlerim işe yaramıyor. Kocamı, istediğim şekilde terbiye etmeme yardım edin” diyordur. Eğer kadın boşanmayı gerçekten düşünüyorsa, YANİ erkeği kendine layık görmüyorsa, soğumuşsa bu işlerle hiç uğraşmıyor, direk mahkemeye koşuyor. (Avukatların yönlendirmesi ile kanundaki boşlukları suiistimal ederek boşanma aşamasındaki kadınların dava dosyasına uzaklaştırma kaydı düşürerek boşanmada avantaj sağlamak amacıyla HİLELİ uzaklaştırma kararı aldırmaları hariç.)
Eğer aynı şeyi erkek söylüyorsa; genelde, “Karım cinsellik meselesi üzerinden beni terbiye etmeye çalışıyor. Bu konuda bana yardım edin” diyordur. (Elbette istisnalar var.)
Buraya kadar anormal bir durum yok. Eğer çiftlerden herhangi biri diğerine ram olmayı kabul ederse bir şekilde denge kurulur: Bu denge elbette ki mükemmel bir denge olmayacaktır. Zira insan mükemmeli var edemez. Ancak acısı tatlısı ile her iki taraf ve çocuklar için hatta büyükler ve özürlüler için ortada sığınacak bir yuvanın varlığından söz edilebilir.
Ancak taraflardan birinin diğerine teslim olmayı reddettiği, iki tarafından da baskın mizaçlı olduğu durumda uzayıp gidecek olan birbirini terbiye etme sürecinin ya da psikolojik savaşın yuvayı yıkılma aşamasına getirmesi de olasıdır.
Müslümanların Teklifi Farklı
İslam toplumları bu tür durumlarda kadına ve erkeğe “ailelerinden güvenilir, hal bilir, hikmet sahibi, sır tutabilen, iki tarafın da saygı duyduğu, iki tarafa da sözünü dinletebilecek, iki tarafın da menfaatini kollayabilecek” birilerini araya sokmalarını tavsiye ediyor[15].
İki tarafı da iyi tanıyan hikmet sahiplerinin sorumluluğu, kadın ve erkek arasındaki dengeyi dağıtmadan, meseleyi çıkmaz sokaklardan uzak tutarak, çocukları perişan etmeden, çocukların ebeveynlerden birine düşmanlaşacağı, taraflardan herhangi birinin öfke ile kendini veya karşı tarafı rüsvay duruma düşüreceği boyutlara gelmesine müsaade etmeden sıkıntıyı çözmeye, aradaki denge ve ülfeti yeniden inşa etmeye çalışmaktır. Olmazsa en uygun şekilde, mümkün olan en az zararla ve en hızlı biçimde ayrılmayı sağlamaktır.
Dikkat edilirse bu insanların pozisyonu, kadın ve erkek arasındaki sorundan ve sorunun uzamasından menfaat temin eden avukatlar, uzmanlar ve aile danışmanlarından farklıdır.
Devlet İşe Karışınca Denge Dağılıyor
Ancak 6284’nolu kanunla çiftlerin arasına bir aracının girmesinin yasaklanması, çiftlerin birbirlerini terbiye etme sürecinde arada uzlaştırıcı süspansiyon görevi görebilecek yapının zeminini yok eder.
Bu noktada hatırlatmak isteriz ki, insanlar ömürleri boyunca onlarca sefer evlenip boşanmazlar. Yani sorunları nasıl çözebileceklerine dair birikmiş tecrübeleri yoktur. Çoğunlukla kızgınlığın, öfkenin, benim dediğim nasıl olmaz, benim kıymetim nasıl bilinmez” inadına ya da avukatların yol göstermesine teslim olmak zorunda kalırlar.
Bize göre tam da bu noktada devlet, dolayısı ile feminist kadın dernekleri ve paragöz avukatlar devreye girerek kadını 6284’le bir tuzağa çekiyorlar: Kadına açık çek mahiyetinde bir rüşvet vererek “gel kocanı şikâyet et, onu beraber terbiye edelim” diyorlar.
Yani karı kocanın iki ucunu bira araya getirmekte zorlandıkları terazinin bir kâsesine olduğu gibi abanarak elde kalan dengeyi tarumar etmesi için kadına rüşvet veriyorlar.
Zira görebildiğimiz kadarı ile kadının genelde kocasını şikâyetle evden uzaklaştırması, “erkeğin terbiye olarak eve geri dönmesi”, dersini alması ya da “pişman olup ayaklarına kapanıp özür dilemesi” beklentisi ile birlikte yürüyor. (Bu beklentinin, boşanmak için mahkemeye giden bazı hanımlarda son anda bile hala devam ediyor olması ilginçtir.) Daha önce söylemiştik zira kadın eğer erkekten soğumuşsa ve boşanmayı kafasına koymuşsa erkeği geçici bir süre evden uzaklaştırmayı düşünmüyor, direk hâkimin önüne koşuyor.
Eğer gerçekten kendi ya da çocuklarının hayatı için endişe içinde ise evde oturup uzaklaştırma kararı aldırarak iyice öfkelendirdiği erkeğin “açık hedefi” olmayı da beklemiyor, kendisi bulunduğu yeri terk ediyor.
Kanaatimize göre burada sorun şu; kadınlar, kendilerinde olan onlarca sefer bozuştuğu kaynanası, eltisi ya da iş arkadaşları ile ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi ilişki kurabilme yeteneğinin erkekte olmadığını genelde bilmiyor. Çocuklarının önünde, komşularının, akrabalarının, dostlarının hatta anne babasının önünde evden atılan onuru, gururu, izzeti ayaklar altına alınmış erkek geri dönemiyor. Zira erkek fıtratı -Anadolu’daki bir tabir ile- asa gibidir, kıvrılmayı bilmez. Kıvrılamaz. Bu becerisi yoktur, esnek değildir. (Nitekim bizim kanaatimizdir, Talak Suresinde, boşanması tamamlanmış çiftlerden KADIN’ın başka bir erkekle evlenmedikçe eski kocası ile evliliğe dönememesi aynı şartın erkek için koşulmaması kadındaki esneme ve değişebilme kabiliyetine bir vurgu gibi okunabilir. Erkek genelde değişmez. Değişemez. Kaç kez evlenirse evlensin aynı şahıstır. Ancak zamanın ezmesi ile derenin içinde sürüklenen taşlar gibi hatları yumuşar, sivrilikleri törpülenir.)
Erkek, Kadına Teslim Olursa Sorun Bitmez, Çoğalır!
Ancak, varsayalım ki erkek kadından özür dileyip, kadının istediği gibi terbiye olmayı kabul edip eve dönmüş olsa, yine de sorun çözülmeyecektir. Çünkü kadın fıtratı, erkeğini PRESTIJ nesnesi olarak görür. Onunla statü atlamak ister.
Bu nedenle kendisinden boyca, kiloca bile olsa altta gördüğü erkeği beğenmez. (Mesela doktor bir beyefendi, evlenmek için liseli hanımlara bakabilirken, aynı konumdaki bir hanımefendinin adaylarının üniversiteli olması yetmez doktorluk ya da daha üst bir statüde olması gerekir.) Çünkü maddi olarak da, soy olarak da, eğitim olarak da, statü olarak da, zekâ olarak da, gelir olarak da kendisinden daha yüksekte değilse erkeği kendine layık görmez. “Bu benim kadar bile değil, ‘Nasıl bana koca olacak?’” diyerek erkeği aşağılar.
Yani kadın için sevgi ve saygı, erkeği yendiği an biter. Kadın kendinden aşağı gördüğü, parantez içinde “Ezik” erkeğe ancak acır ya da merhamet duyar; YAR olmayı düşünmez de kabullenemez de.
Bu nedenle erkekler, kendilerinden daha zeki olduğunu düşündükleri kadınlardan kaçarlarken, kadınlar kendilerinden daha zeki görmedikleri erkeklere iltifat ve itibar etmezler.
Dikkat ederseniz erkek, kendine ram olacak kadını, kadın ise ram olabileceği erkeği kendine yakıştırıyor. Bu nedenle olsa gerek genelde, aldatan erkekler, kadınlarına karşı vicdan azabı ve merhamet halindeyken; aldatan kadınlar, tam tersine aldattıkları kocalarına karşı daha zalim ve aşağılamaya meyilli oluyorlar. (Eğer koca karısına âdeti olmadığı üzere hediyeler, çiçekler almaya, iltifatlar etmeye başlamışsa şüphelenmenin zamanı gelmiştir, denilmesi sanırım bundandır.)
Bu gibi nedenlerle olsa gerek, evden uzaklaştırma kararları ile başlayan süreç büyük çoğunlukla boşanma davasına evriliyor.
Ancak erkek için sorun burada bitmiyor: Boşanan kadın bu sefer kocasını, velayeti sorgusuz sualsiz her şart altında anneye verilen çocuğun üzerinden terbiye etme ya da cezalandırma gayretine girişiyor. Bu noktada kadının çocuklarını babalarından soğutma (Ebeveyne Yabancılaştırma Sendromu) sürecinde de kolayca manipüle edilebilen 6284’nolu kanun oldukça iş görebiliyor. Ne de olsa kadının çocuğu babasından kaçırması ya da yabancılaştırması bir suç olarak tanımlanmamışken, kadının “bu adam beni tehdit etti, ters baktı, elinde bişi gösterdi” demesi bazen adamın aylarca uzaklaştırılabilmesine sebep olarak görülebiliyor.
Bir türlü düzenlenemeyen vasi olmayan ebeveynin (özelde babaların) çocuklarını görebilme hakkı ya da kadına verilmiş çocuğun velayetini suiistimal etme yetisi nedeniyle çocuklarına erişemeyen babalar bir de bitmez nafakalar ile boşandığı karısının sömürgesi durumuna düşürüldüğünden iyice köşeye sıkışmış oluyor. Elbette ki her toplumda binde bir bile olsa dengesiz, psikopat, ruhen sıkıntılı, sinirlerini kontrol etmekte zorlanan, yaşadığı süreçler nedeniyle psikolojik olarak çökmüş erkekler ve onları kışkırtabilecek, hırsları kendisini körleştirmiş, kıymetinin bilinmemesine öfkelenmiş, psikolojik olarak yardıma muhtaç hanım efendiler çıkabiliyor. Bu da 2 milyon uzaklaştırma rakamından yüzde 1’i bile bu psikolojide ise en az 20.000 cinayet ya da cinayet girişimi anlamına gelecektir.
Bizim kanaatimiz erkeğin izzetinin toplum önünde bunca ezilmesi, şerefinin ayaklar altına alınması ve basına yansıyan perişan olmuş erkek fotoğrafları iki türlü işlev görüyor: Hem erkekleri şiddete yönlendirerek, artık geçmişin yani ataerkil düzenin ölmesi gereken bir kurumu olarak görülen evlilik kurumunu, tarihin tozlu sayfalarına atacak aile politikalarının meşrulaştırılacağı zemini var ediyor hem de erkekleri evlilikten uzak durmaları konusunda ikaz ediyor.[16]
Tabi, dolaylı olarak nüfus artışını da kontrol altına almış oluyor.
Nitekim bu politikaların işe yaramadığı söylenemez. Avrupa’da evlenmek isteyip, evlenemese de fıtratın çağrısının peşine düşüp en azından bir çocuk sahibi olmak isteyen ancak hiçbir erkeği imza atmaya razı edemediği için sperm bankalarının yolunu tutan kadınların sayısının artık yüzbinlerle anılıyor olması[17] ve diğer taraftan Avrupa’da doğurganlık hızının en hızlı düşen ülkesinin Türkiye olması[18] getirilen düzenlemelerin ne kadar etkili olduğuna ve “Kanunlar üzerinden toplumların dizayn edilmesinde” ne kadar başarılı olunabileceğine dair ciddi örnekler olduğu kanaatindeyiz.
Ancak bu işin toplum tarafından hissedilmekte zorlanılan bir tarafı daha var.
……………
Yazının tamamı ve devamı
KAYNAK : https://www.ahmethakancakici.com/2019/09/2-queer-teori-ahlak-sonras-toplum.html
Ahmet Hakan Çakıcı
Zilkade 1444
[1] Bu yazının öncelikle huzursuz aileler için yazıldığını hatırlatmak istiyorum. Bu nedenle saadeti yakalamış çiftler için anlamlı gelmeyebilir.
[2] Bakara 231, 232 ve Nisa 35. Ayet-i kerimeler.
Batı Düşüncelerinin etkisi ile 1400 sene sonra fark edilmiş ve gündemimize girmiş modern zaman tevillerini tartışmaların sanırım yeri burası değil.
[3] Konu hakkında daha detaylı bir yazı için bakınız: “Neden Kadınlar Daha Fazla Boşanıyor?”
https://www.ahmethakancakici.com/2022/05/neden-kadnlar-daha-fazla-bosanyor1.html
[4] Wael Hallaq, İslam Hukukuna Giriş, Pınar Yayınları
[5] https://www.marketingturkiye.com.tr/haberler/bosanma-motivasyonlari/
[6] https://www.yeniakit.com.tr/haber/6284ten-5-yilda-2-milyon-uzaklastirma-955213.html
[7] https://psikoloji-psikiyatri.com/pinar-akdemir-gandur/kardes-kiskancligi/
[8] Nisa 34. Ayet-i Kerime
[9] Batılı Psikologlar bunu şöyle tanımlıyorlar: “Evrim TEORİSİNE” dayandırarak erkeğin binlerce yıllık avcılık süreci ona çok yönlü düşünebilme becerisi sağlamıştır. AVCI toplumda kadının görevi çocuklarını korumaktır. Çocukların korunması mekâna ve zamana bağlı olarak kadının sorumluluğunda olduğu için kadın bu iki boyuta tam hâkim olabilmek adına yeteneklerini bu iki boyut içinde geliştirmiştir. Ancak ailenin karnının doyurulmasından sorumlu olan erkek, avcı olmak zorundadır. Avcılık, hem zamana hem mekâna hem de karşıdakinin hamlelerine hâkimiyeti zorunlu kıldığından 3 boyutlu düşünme güdüsü gelişmiştir.
[10] Bu yazının öncelikle huzursuz aileler için yazıldığını hatırlatmak istiyorum. Bu nedenle saadeti yakalamış çiftler için anlamlı gelmeyebilir.
[11] Batılı Psikologlar bunu şöyle tanımlıyorlar: “Evrim TEORİSİNE” dayandırarak erkeğin binlerce yıllık avcılık süreci ona çok yönlü düşünebilme becerisi sağlamıştır. AVCI toplumda kadının görevi çocuklarını korumaktır. Çocukların korunması mekâna ve zamana bağlı olarak kadının sorumluluğunda olduğu için kadın bu iki boyuta tam hâkim olabilmek adına yeteneklerini bu iki boyut içinde geliştirmiştir. Ancak ailenin karnının doyurulmasından sorumlu olan erkek, avcı olmak zorundadır. Avcılık, hem zamana hem mekâna hem de karşıdakinin hamlelerine hâkimiyeti zorunlu kıldığından 3 boyutlu düşünme güdüsü gelişmiştir.
[12] Cengiz Keleş Bey’e ikazı için teşekkür ederim.
[13] Erkeğin yatağa çağırdığında kadına verilen “erkeği geri çevirme” tavsiyesi, ahmak kadının erkeği cinsellikle terbiye etmeye çalışırken, onu, başka kadınlara ya da zinaya yönlendirmemesi veya kendisinden soğutmaması olarak okunabilir.
[14] Nisa Suresi 34. Ayet-i kerime
[15] Nisa 35. Ayet-i Kerime
[16] Görselde “Eğer Ataerkil düzenin yıkılmasında bazı masum insanların zarar görmesi gerekiyorsa, bu bana göre, kesinlikle ödenmesi gereken bir bedeldir.” (Elbetteki bedeli ödemesi gereken o değil.” Deniyor.
https://nymensactionnetwork.org/2022/04/fathers-the-first-great-reset-victims/?fbclid=IwAR1x0vIAKdSQgz6NOdtXtTKGGLLq7_YVbmmjpgnNck2jxrRvUa2cD8UJogo
[17] https://halktv.com.tr/yasam/41-yasindaki-adamin-tam-550-cocugu-var-daha-fazla-kadini-hamile-birakmasina-yasak-729337h
[18] https://tr.euronews.com/2023/03/27/avrupada-son-20-yilda-dogurganlik-hizinin-en-cok-dustugu-ulke-turkiye