“Tapınağın çanı sustu Ben hâlâ duyuyorum Çiçeklerden gelen sesi.”
Matsuo Başo
Sınav odaklı eğitim, gençlerin özel yeteneklerinin, dehâ adacıklarının üzerine siyâh tülden perdesini örttü. Genç nesillerin zihinleri köreldi bu sistemde; güdük kaldı sorgulama, araştırma, keşfetme, tahlîl ve inceleme becerileri. Ve özlerinde saklı cevherler, beyâz nilüferler olup su yüzüne düşmedi bir türlü.
“Eğitilmemiş dehâ, işlenmemiş gümüşe benzer.”
Yaratıcılığı ve özgünlüğü katlediyor sınav odaklı eğitim. Bu sistem, öğrenilen şeyi hatırlamaya dayalıdır. Eleme ve dışarıda bırakma yöntemidir. Bu eğitim tarzında iyi ezber yapanlar, müfredâta hâkim olanlar, sağlam not tutanlar, bilgiye kölelik edenler, her gün sıkılmadan masa başında oturabilenler, test kitaplarının önünde diz çökenler, en kısa sürede en fazla soru çözenler, 5’ten birini seçmekte mâhir olanlar sisteme dâhil edilir.
-Ötekiler?
-Ötekiler sistemin dışına itilir.
-Niçin?
-?!
Beş şıktan birini yuvarlak içine almayı yeğleyen sınav merkezli eğitim, topal bir sistemdir. Bu sistemde bütün sâatler o “üç sâate” ayarlı. Bazı şeyler nâkıs kalır bu eğitimde.
Kişinin anlama, kavrama ve algılama yetilerini ölçer; kâbiliyetlerini ölçemez.
Teoriyi ölçer, pratiğe dönüştürmez; akılda tutar.
Araştırılanı ölçer, araştırmaya teşvik etmez; test kitaplarına gömdürür.
Gerçeklere yoğunlaşır, keşif ve îcatların ilk evresi olan hayâl kurmayı küçümser. O yüzden bilimle başı hoş değildir. Mûcit yetiştiremez.
Öğrenileni ölçer, sorgulatmaz, malûma tâbidir. İtâati yüceltir. Şüpheye geçit vermez, kapalıdır eleştiriye.
“Ben olsam, Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere ‘eleştirel düşünme’ dersleri koyardım.” diyen Aliya İzzetbegoviç… Ne kadar haklısın! Evet, “Batı’nın aksine Doğu bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafının kaynağı budur.”
Çok şeyi öğretir, düşünmeyi öğretmez. Felsefeyle irtibâtı sınavda çıkan soru sayısı kadardır. Hikmet, irfân ve bilgelik ezberi yapılan kavramlardan ibârettir.
Var oluşumuzun, dünyâya gelişimizin asıl mâhiyeti üzerinde durmaz. Sekülerdir, öteki yaşamı umursamaz, hesâp verme bilinci uyandırmaz. Deisttir, Yaratıcıyı pasif bir izleyici gibi sunar. Pozitivisttir, “nasıl”lara cevap verir, “niçin”ler üzerinde durmaz. Evreni değişmeyen yasalar ile işleyen mekanik bir sâat gibi anlatır. Tabiî afetleri, illiyet bağıyla sebep sonuç ilişkisi içinde verir.
Bu sistemde, gencin ne öğeleri ayrıştırıp irdeleyen ve öğeler arasında bağlantılar kuran analitik düşünme becerisi adamakıllı gelişir ne özgün, alışılmamış, orijinale yönelten yaratıcı düşünme becerisi gelişir ne de kalıpların dışına taşan, çözüme yoğunlaşıp alternatif yollar üretebilen pozitif düşünme becerisi…
Öyleyse niçin var sınav odaklı eğitim?
Öğretmeni merkeze koyup öğrenciyi pasif/edilgen hâle düşürmek için!
Kurs, özel ders, özel okul, özel hoca ve dershânelere avuç avuç para saymak için!
Genç zihinleri; sınav kaygısı, gelecek endişesi ve aile baskısı altında ezmek için!
Yeni kuşakları düşünmekten âzâde kılıp robotlaştırmak için!
“Kazanım” diye ağızlarda sakız olan, her defâsında geviş getirmek için “kazanım değerlendirme” şeklinde öne sürülen mit, tüm görkemine rağmen ne okuma alışkanlığı kazındırır ne de yazma… Ürün ortaya koyma hedefi vardır ama bu yıllık planlarda kalır.
Sistem, açığının farkına varıp ufak tefek hamleler yapmış olsa da öğretmen “sınav odaklı ders” işlemeye mecbûr bırakılmıştır. Rüzgâra göre pozisyon alır öğretmen. Sınavda başarısız olmak demek, gencin iyi bir yüksek öğretim kurumunun eşiğinden geçememesi demektir. Ve öğrencinin üniversite sınavındaki başarısı dershânelere, özel hocalara mâl edilirken, başarısızlığı -çoğu kurumda- derse giren öğretmenlere atfedilir.
Her genç özel ve tektir!
Bazı gençler, sayıların gizemli evreninde dolaşır. Bazıları büyülü kelimeler âleminde çırpar kanatlarını. Bir kısmı boya ve şekillerin rengârenk deryâsında yüzer. Bir kısmı sürer atını seslerin, ritmin, melodinin sonsuz göğünde. Biz hepsini alıp kalıp yargılar içinde horozşekeri gibi tek kalıba döküyoruz. Neden?
Her genç özel ve tektir!
Bakarsın kimi genç, gözlem ve deney peşindedir, bilimsel keşif ve îcâtlara ilgi duyar. Kimi birden fazla dile istîdatlıdır. Kimi iyi akıl yürütür, kimi mükemmel yorumlar yapar, kimi sanki doğuştan konuşmacı. Kiminin akademik, kiminin sosyal veya içsel, kiminin görsel, kiminin de analitik zekâsı yüksektir.
Eğitimin hedefi, insânın genetik doğasında var olan eğilimleri işlemek bunu geliştirmek olmalı. Bütün mesele kim neye yatkın, kim neyi daha iyi yapabilir, kim nede daha muvaffak olabilir, sorusuna doğru cevaplar üretmekte. Toplantılarda öğrencinin netleri, sınav puanları değil, her birinin kâbiliyeti ve merâk alanları konuşulmalı. Ve öğretmen buna göre yeni roller üstlenmeli.
Sınav odaklı eğitim; ata et, ite ot dayar!
Albert Einstein şöyle diyor: “Aslında herkes bir dâhidir. Ama siz kalkıp bir balığı, ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız, o da tüm hayâtını aptal olduğuna inanarak geçirir.” Kendini balık gibi hisseden, bilinçaltına “kafam basmıyor” inancını işleyen ne kadar genç var kim bilir.
Her genç özel ve tektir!
Biri diğerinden çok farklı. Öyleyse niçin ikisinden de aynı şeyi yapmasını umuyoruz? Niçin sözcüklerin dünyâsında kanatlanıp sayıların dilini çözemeyen birini matematik anlamıyor diye küçümsüyoruz? Niçin fen-matematik zekâsı yüksek gencin önüne upuzun paragraflar koyup onları çözmesinden yüksek sonuçlar bekliyoruz?
Temâyüller kişinin tabîatında vardır. Aileler, doğuştan gelen eğilimleri kabul etmiyor. Bu yüzden matematik ya da fen alanında yetersiz çocuğa, parayı saçıp özel ders aldırıyor yahut onu özel koleje veriyor ama yine de olmayınca bu kez çocuğun özgüveni yıkıma uğruyor.
Her bir yatkınlığa eşit fırsat verilmelidir. En işlevsel meslekler sayısal alanda yer alıyorsa burada “eğitimde fırsat eşitliğinden” söz edemeyiz.
Her genç özel ve tektir!
Sistem, gencin meyil ve yeteneklerini gün yüzüne çıkarıp onları yönlendiren hamleler başlatmalı ivedilikle. Her birinde sere serpe yatan mâdeni işleyen… Farklılıkları koruyan… Düşünce yapısı eşsiz, dünyâya başka gözle bakıp başka yorumlayan, olağan dışı şeyler ortaya koyan fertleri yetiştiren… Yaratıcı, yenilikçi, eşitlikçi…
Galileo’nun tespitiyle:
“Aslında bir insâna yeni bir şey öğretemezsiniz, siz ona yalnız kendi içinde bir şeyler keşfetmesine yardımcı olabilirsiniz.”
Her genç özel ve tektir!
Biz neden tek tip insân yetiştiriyoruz? Sahada çok başarılı olabilecek sıra dışı zekâları neden sistemin dışına atıyoruz? Neden sınıf temelli eğitimde diretiyoruz? Günümüzde hareketli, kıpır kıpır olduğu için her gün sekiz saat sınıfta tutulamayan, uzun süre sırada oturamayan, dikkatini tekdüze derslere veremeyen öğrencileri “dersin akışını bozuyor” diye “hiperaktif” ambalajıyla hekim hekim dolaştırıyoruz. Bu gençlerin hesabını nasıl vereceğiz biz? Sonuç, verilen ilaçlarla “normal” kalıplara çekilen sıradan tipler…
Hangi donanımlara hâiz bir gençliğin hayâlini kuruyoruz? Veya hangi vasıflarda bir kuşak yetiştirmek istiyoruz? Gencin neyi bilmeye, neyi yapmaya ihtiyacı var? Eğitim-öğretim, sınıf merkezli olmak mecburiyetinde mi? İşte eğitim hamleleri bu suallere cevap vermeli.
Ah heder edilen gençlik! Demokles’in kılıcı her dâim tepelerinde asılı! Yaşam becerilerini geliştirmeye en münâsip, hünerlerinin farkına varmaya en müsâit, gençlik enerjisiyle en dolu, en cıvıl cıvıl, en üretken olduğu zamânlarda, test kitaplarına gömülen gençlerimiz…
İşte, tam da bu yıllarda gençler, sınav baskısına marûz kalmadan bilim ve felsefe söyleşilerine, girişimcilik zirvelerine, sosyal bilim çalıştaylarına katılsın. Bazen bir etkinliği lâyıkıyla tamamlamak, bir sınıf bitirmeye bedeldir.
Bilime hevesli olanlar, araştırma ve geliştirme projeleri hazırlasın. Yapay zekâ alanında kafa yorsun. Hayallerini gerçeğe dönüştürsün. Aygıt tasarlasın. Sayısala olan eğilimini Matematik olimpiyatlarında sergilesin.
Dijital merâklıları, teknoloji- tasarım festivallerine iştirâk etsin.
Spora istekli olan, takım kursun, turnuvalar gerçekleştirsin.
Edebiyat tutkunları bilgi ve birikimlerini sunumlar, panellerle açığa çıkarsın. Münâzara liglerinde tez sunup antitez geliştirsin. Yazar- eser atölyeleri düzenlesin. Sempozyumlarda bildiri sunsun. Belgesel yapsın. Okul dergisi veya gazetesi çıkarsın. Deneme, şiir, hikâye, makale yazsın.
San’ata meyyâl olan bir enstrümanı çalsın, fotoğraf çeksin, ahşâba, alçıya şekil versin, resim yapsın. Bir eseri sahneye koysun, senaryo yazsın veya kısa film çeksin. Kültür-sanat gezileriyle öğrensin.
Çevre hassâsiyeti olanlar, ekip kurup peyzaj çalışmaları yapsın.
Sosyal sorumluluk projelerinde yer alıp insânî özelliklerini geliştirsin. Âcizlere, düşkünlere, kimsesiz çocuklara yardım etsin. Hayvanları koruyup gözetsin.
YÖK’te düzenlemeler yapılmalı. Yüksek öğretim kurumuna yerleşmede, resmî belgelerle, öğrencilerin lise öğrenimi boyunca yaptığı etkinlikler kriter olarak alınmalı.
Ustaya başarısının sırrını sormuşlar… İki kelime demiş: “Doğru karârlar.” Hepimizden farklı olarak sürekli doğru karârları nasıl alabildiğini sormuşlar. Tek kelime demiş: “Tecrübe.” Bu tecrübe denen şeyin sırrı ne diye sormuşlar. Usta derin bir iç geçirmiş ve şöyle demiş:
“Yanlış karârlar.”
Leyla Yıldız