Hemen hemen her siyasinin dilinden duyulabilecek bir cümleyi duymuştuk seçimin son günlerinde Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’ndan: “Sözüm var, hiç bir kadını bir erkeğe muhtaç etmeyeceğim[1]”.
Bir slogan olarak özellikle hanımefendiler adına çok sempatik duran bu kelimeyi müsaadenizle biraz irdelemek istiyorum. Zira bazı kelimelerin, zihnimize düştükleri anda giyindikleri mana ile onları var eden ortamda yüklendikleri mana aynı şeyi ihtiva etmeyebiliyor. Doğdukları iklim çerçevesinde, onları var eden faktörleri sorgulamadan direk kabul ettiğimizde, onları var eden ancak bizim ilk anda kavrayamadığımız ilişki biçimlerini, değer yargılarını da -onları talep etmiş olmasak da- bünyemize nakletmiş oluruz.
Bu nedenle kanaatimize göre cümle, üzerinde daha fazla düşünülmeyi hak ediyor.
Kadını Hangi Erkeğe muhtaç etmeyeceğiz?
Erkek bazen kocadır, bazen babadır, bazen kardeştir, oğuldur, esnaftır, patrondur, bazen elin oğludur bazen de muhalefet lideridir. Dikkat edilirse, kendisi de bir erkek olan Kemal Beyin, bu cümlesi de, kadınları kendisinin himmetine muhtaç gören bir erkeğin cümlesi değil mi?
Bu noktada sanırım sormamız lazım, cümlede kastedilen, muhtaç olunmaması gereken ancak muhtaç olunan “erkek”, hangi erkektir?
Biraz geriye gidelim. (Çok yüzeysel olarak)
Malumunuz Aydınlanma Dönemi, Kilisenin Tanrı-Oğul-Ruh’ül Kudüs teslisinin (üçlemesinin ) yerine Akıl-Bireysellik-Özgürlük teslisini getirmiş ve kutsal öğreti olarak bunlara tapınmıştır.
Bu süreçte Tanrı’nın yerini Akıl (Neyin, nasıl yapılması gerektiğine, neyin kıymetli olduğuna karar veren merci Tanrı değil, “Bireysel Akıl, Menfaat, BEN’cilik); Oğul/ Hz.İsa’nın yerini Bireysecilik (Tanrının yolunu takip edenlerin birliğinin (cemaatin) yerini, cemaate karşı sorumluluğunu reddeden cemaatsiz birey); Ruh’ul Kudüs’ün yerini Özgürlük (Cebrail/vahiy/El Kitap’ın temsil ettiği ilahi öğretiye göre yaşayan AHLAKLI insanın yerine, ahlaki öğretilere MAHKÛM olmadan yaşayan özgür(?) birey) ilkesi almıştır.
Sürece güçlü erkeklerin uyumu kolay olmuştur. Ancak özellikle maddi imkânları zayıf olan güçsüz erkekler ve kadınların sürece intibakı hiç de kolay değildir. Zira aklına/zevkine geldiği gibi, cemaatin güvenlik alanından çıkarak, cemaate (topluma) karşı sorumluluklarını reddederek, ahlaktan soyunmuş özgür(?) bir hayatın kollarına kendini bırakabilmek için cüzdanın hayli dolu olması gerekir.
Sanırım, İngiltere’de daha 1900’lerin ortalarından itibaren -John Stuart Mill’in ifadesi ile “son 200 yılda ana misyonu cemaatten kopardığı insanları sermayenin hizmetine vermek olan”- bilimin ve Modernitenin, güçsüz erkekleri toplayıp “Akıllı, Özgür bir BİREY” olabilmeleri adına sanayi alanlarına, varoş mahallelerine ve fabrika kapılarına yığmaya başlaması kanıksanmıştı. Ancak kadınlar için süreç çok daha zorlu olacaktı. Bunun için feminist hareketlerin gelişmesi, sermayenin bu hareketlere medya ve ekonomik destek vereceği zamanın gelmesi gerekiyordu.
Kadının, kendi AKLINA uyarak(?), gerek büyük toplum anlamında dini cemaatlerden gerek akraba ve aile temelli daha küçük cemaatlerden kopup dolayısı ile toplumsal sorumluluklarını reddedip BİREY olabilmesi ve ÖZGÜRCE (Özgürlüğün, genel olarak ahlaki sınırlamalar olmadan dilediği ile cinsel beraberlik kurabilmek anlamında kullanılıyor olması, sanırım, sizin de dikkatinizi çekmiştir.) yaşamaya ikna edilebilmesi için feminist hareketlerin önüne çıkan en büyük engel elbette ki babasına, kocasına, kardeşine, çocuğuna yani ÇEVRESİNDEKİ en yakın erkeğe olan MADDİ mecburiyetiydi.
Özellikle kocasına olan maddi mecburiyeti kadın için ÖZGÜR seks imkânını tamamen yok ederken, kadını adeta kocasının seks kölesi(?) haline getiriyordu. Ataerkil düzende babanın, erkek kardeşlerin, erkek çocukların ya da akraba ve mahalledeki diğer erkeklerin namus, şeref, iffet gibi AHLAKİ yapının baskılayıcı denetim unsurları ile kadının cinselliğini baskılamaları ve kadın cinselliği üzerinde kontrol hakkına sahip olmaları da kadının erkeğe olan maddi muhtaciyetinin zorunlu bir getirisiydi.
Erkek (elbette güçlü erkek) toplumda maddi güce sahip olduğu için dilediği kadın ile özgürlüğünü yaşayabilirken(!), maddi özgürlüğe sahip olmayan kadının özgür olamaması ve toplumsal veya cinsel rolleri ile cemaat/toplum sorumlulukları yerine getirmek zorunda olması direk maddi mecburiyetlerle alakalıdır görüşündeler.
Dikkat edilirse kocasının tasallutundan(?) kurtarılan kadınlar sabahın köründe fabrika kuyruklarına, tezgâh arkalarına geçip ömürlerinin en az üçte birini patrona hizmet etmekle geçirdiklerinde özgürlüklerine en küçük halel gelmemektedir. Her ne kadar iş ortamı kendine has bir cemaat olarak kendi kurallarını bireye dayatıyor olsa da, koca parasının cinsellik kısıtlaması getirmesi, patron parası ile cinsellik kısıtlaması gelmemesi, sermaye destekli kadın hareketleri için patronları eleştiriden muaf tutmaya yeterli olmuştur.
Anlaşılan “GÜÇLÜERKİL” (“Paraerkil” de olabilir) düzende kadının muhtaciyetinin, çevresindeki, kadına YAKIN erkeklere karşı kırılması; ancak kadının Patron, Amir, Şef gibi güçlü erkeklere karşı itaat ve hizmetinin kuvvetlendirilmesi ile mümkün olabiliyor.
Bu noktada kadının GÜÇLÜ erkek(patron) karşısındaki emire amade duruşu, ezikliği, karşılaştığı kabalık, nezaketsizlik, anlayışsızlık ve mobingler, işe giriş yıl dönümleri, terfi ve maaş artış günleri gibi özel tarihlerin unutulması kadının ÇOK daha azına razı edildiği anlamına gelir. Zira patronlar bu tür incelikler konusunda fazlası ile kördürler, üstelik trip de kaldırmazlar.
Kadının çevresindeki erkeklere MUHTAÇ olmaması ile kırılan karı-koca, baba-kız, anne-oğul, kardeşlik ve diğer akrabalık bağlarının neticesinde ortaya çıkan tablonun, başta arzu edilen tablonun çok uzağına düştüğü artık Avrupalı çevrelerin de yoğun konuştukları bir konu olduğu kanaatindeyiz.
Zira bizim görebildiğimiz kadarı ile güçlü erkeğin sayılamayacak kadınının olduğu, güçsüz erkeklerin ve güçlü erkeklerin dikkatini çekemeyen kadınların yalnızlık içinde kaldıkları, güçlü erkeklerin dikkatini çekebilen kadınların ise sorumluluk alanı tanımlanmamış bir ilişkiye razı olmak zorunda kaldıkları, erkeği, onlarca hatta yüzlerce kadınla bölüştükleri ve 40’lı yaşlardan sonra bir köşeye atılıp unutulmalarını hazırlayan zemin, sanırım kimsenin hayalini kurduğu bir zemin değildi.
Üstelik kadınların yakındaki erkeklerle bağları kırılıp onlara olan muhtaciyetlerinin ortadan kaldırılmasının kadını özgür kılmaması, tam aksine GÜÇLü erkeklere olan muhtaciyeti ni artırıyor olması; dolayısı ile güçsüz erkeklere olan muhtaciyet ile güçlü erkeklere olan muhtaciyetin arasında ters orantı olması; yakındaki erkeklerle bağı kırılan kadınların güçlü erkeğin yanında kendisine yer bulamadığında sefalet çizgisinin de altına düşüyor olması; güçlü erkeğin desteklediği çok az sayıdaki kadının konforuna karşılık milyonlarca kadının depresyon haplarına, bağımlılıklara, yoksulluğa, sefalete ve yalnızlığa itiliyor olması vs. gibi konular, meselenin hiç tartışılmak istenmeyen yüzleri olarak kenarda durmaya devam ediyor.
Biz meseleye farklı bakıyoruz.
Muhtaç olmayan yalnız Allah’tır [2]. İnsan muhtaçtır, ihtiyaç sahibidir. Bu utanılacak, temizlenmesi gereken bir leke değildir zira bu ihtiyaçlı hali onu insan kılar.
Sadece insan değil toprak da suya muhtaçtır, su buluta, bulut rüzgâra, rüzgâr havaya, hava yeşile, yeşil meyveye, meyve ağaca, ağaç çiçeğe, çiçek arıya, arı kovana, kovan arıcıya, arıcı nakliyeciye, nakliyeci arabaya, araba ustaya, usta çırağa, çırak öğretmene, öğretmen amire, amir işverene, işveren işçiye, işçi esnafa, esnaf müşteriye… Bebek anneye, anne çocuğa muhtaç.
Yani tüm mahlûkat -canlı veya cansız- başka mahlûklara muhtaç.
İnsan insana, kadın erkeğe, erkek de kadına muhtaç. (Cüz-ü kül yekdiğerinden eyler istamdad-ı dad)
Muhtaciyet, hem toplum yaşamının, hem hukukun, hem ticaretin, hem medeniyetin hem de nezaketin varlık nedenidir. “İhtiyaç” olmasa ne insanlık, ne uygarlık, ne din, ne ahlak, ne ticaret var olabilirdi. Hatta insanlık neslinin devam etme imkânı dahi olmazdı[3].
“Sevgi” ve “ülfet” gibi yüce insani değerler ve insana yakışan duygular ancak birbirlerine hizmet ederek, birbirlerine ikram ederek, birbirlerine muhtaç olup birbirlerinin ihtiyaçlarını görerek neşvü neva bulur. Zira “muhtaçlık” insanlar arasında bağ kurar. Yüce insani değerler o muhtaçlık bağları üzerine örülür.
Birbirlerine muhtaç olmayıp, birbirlerine hizmet edemeyen, aralarında muhtaçlık bağı kuramayan, en azından hali ile sana “ihtiyacım var” diyemeyen insanlardan ne dost olur, ne eş, ne yar, ne arkadaş, ne kardeş, ne yoldaş, ne de ortak.
Eğer insanlar kendilerini, birilerine muhtaç görmez ve MÜSTAĞNİ hissederlerse azarlar[4], bencilleşirler, egoistleşirler, vurdumduymaz olurlar. Hatta hiçbir şey yapmazlar, yapamazlar. İcat edemezler, inşa ve imar edemezler, kuramazlar, yıkamazlar bile.
Birbirlerine muhtaç olmayan insanlar, yalnız kalmaya mahkûm edilirler. Birbirlerinin ihtiyaçlarına koşmayan insanlar YALNIZLIKTAN kuruya çatlaya bir köşede perişan olurlar. Ve yalnızlık insana verilmiş büyük bir cezadır, zira Allah’a mahsustur, kulun kaldırabileceği bir HAL değildir.
Kadınları ve erkekleri birbirlerine muhtaç olmamaya değil; birbirlerinin ihtiyacını görmeye, birbirlerinin ihtiyaçlarını görürken birbirlerinin SINIRLARINA dikkat etmeye, birbirlerine SAYGI ve hürmet göstermeye çağırmak daha HAYIRLI bir iş değil mi? Sevgi, hürmet ve huzur ancak böyle gelmez mi?
Galiba siyasiler, feminist SLOGANLARI ne anlama geldiğini bilmeden, toplum üzerinde nasıl bir etki yapacağını hesaplamadan art arda sıralayınca çok iyi konuştuklarını sanıyorlar.
Dilek Hanımdan bir notla bitirelim yazıyı:
“Beni kimseye muhtaç eyleme” diye dua eden bir zata, Hz. Ali (r.a):“İnsan insana muhtaçtır. ‘Beni kimseye yük eyleme Ya Rabbi’ diye duâ et” buyurmuşlar.
Bizdeki hikmet buna yetti, Allah (cc) doğrusunu bilir.
Ahmet Hakan Çakıcı
Zilkade 1444 / ALANYA
Zeyl: Bu yazı Tenkit Medya haber sitesinde Kadını Hangi Erkeğe Muhtaç Etmeyeceğiz? başlığı ile yayınlanmıştır.
[1] https://atasehir.chpistanbul.org.tr/haberler/13-cumhurbaskani-adayi-kemal-kilicdaroglu-sozum-var-hicbir-kadini-bir-erkege-muhtac-etmeyecegim
[2] İhlas Suresi 2. Ayet-i Kerime.
[3] Zuhruf Suresi 32. Ayet-i Kerime: Birbirlerine iş gördürmeleri için, (çeşitli alanlarda) kimini kimine, derece derece üstün kıldık. Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri (dünyalık) şeylerden daha hayırlıdır.
[4] Alak 6: İnsan azar kendini müstağni (kimseye muhtaç olmayan) hissettiğinde.