“Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır”, diyorsunuz ama…
Haşa, iftiradır. Biz öyle bişi demiyoruz”, diye cevap verdi, yaşı ellileri aşmış olmasına rağmen saçı yeni yeni beyazlamaya başlamış, doğu şivesi ile konuşan beyefendi.
“Demiyor musunuz?” diyerek, istihza ile araya girdim. Bendeki gayrı ciddi tonu fark etmemezlikten gelerek, özendiği ciddiyetini muhafaza etmeye çalıştı;
“Biz Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” deriz, diye itirazımı karşıladı, gülümseyerek.
Ha, Kel Hasan! Ha, Hasan kel!.. Ne farkı var da itiraz ettiniz? Diyerek alttan alta istihzaya devam ettim.
“Şeyh”, evin ya da ailenin büyüğüne, ihtiyarına denir. Malumunuz, doğu toplumlarında büyüklere saygı ve hürmet önemlidir. Zira birikmiş tecrübe ve hikmetten faydalanmak akıl sahibi olmanın işareti olarak bilinir. Kur’an’da “Sen öğüt ver. Zira mü’minler öğüt alır[1]” buyurulmuyor mu?
Öğütlere kulak asmazsak, deneyerek öğreniriz ama bu hayvani yöntemdir. Mesela köpek dayak yediği yere bir daha gitmez, tecrübe kazanmıştır. İnsan da başkalarındaki “tecrübe ve hikmete” kulak vermediği zaman feleğin tokadını yiye yiye öğrenir.
Büyüğe yani şeyhe sahip olduğu hikmetten dolayı verilen kıymet nedeniyle mürşid ile sıklıkla karıştırılır. Ama mürşid farklıdır.
Nasıl farklı?
Mürşid, irşad eden demek. Hakkı gösterene, yolu, yani kalbi aydınlatana denir. Onlar her toplumda vardır. Mutlaka vardır. Allah hiçbir topluluğu Hakkı hatırlatacak insanlardan hali kılmaz. Çünkü zalim değildir, HAKKI hatırlatmadan, doğruyu göstermeden kimseye azap yazmaz. Mürşid yani Hakkı hatırlatan bazen kişinin babasıdır, bazen öğretmenidir, bazen komşusudur, bazen hocasıdır bazen yoldan geçen biridir. Mekân, bazen tekkedir, bazen okuldur, bazen evdir, bazen harp meydanıdır.
Eğer kişi derse ki; benim çevremde böyle biri yok!
Bu iddia, o toplumda iyiliği emredip kötülükten nehyedecek, hakka irşad edecek birinin olmadığına değil; o şahsın kulaklarının İRŞADA kapalı olduğuna delildir. İrşad edebilecek, hayrı tavsiye edebilecek, hata ve kusurlarına ayna olacak kimseleri “kibri” ile çevresinden uzaklaştırmış, yanına yaklaştırmıyor demektir. Yani Hakka değil, kibre, kibri tavsiye eden Şeytan’a kulak vermiş, onu rehber, mürşid edinmiştir.
“Mürşidi olmayanın, mürşidi Şeytandır” demek, “Aman ha! Çevrenden irşad edecek, sana iyiliği emir, kötülüğü nehiy edecek insanları uzaklaştırma, Şeytan’ı rehber edinme” demektir.
Bu diyaloğu İsmail Hakkı Bursevi Dergâhının yıkımı esnasında beyefendinin başından geçen bir hatırayı dinlerken hatırladım.
Sonsöz
Bize tecrübelerini nakleden hikmet ve ihtiyar sahibi büyüklere ve Hak yolu işaret eden mürşidlere kulaklarımızı tıkayıp, aklımızı kibrin eline terk ettiğimizde yıktıklarımız, yaptıklarımızı geçiyor. Biz öğüdün kıymetini anlayana kadar bazen bir ömür, bazen bir servet, bazen baba mirası paha biçilemeyecek hazinelerimiz eriyip gidiyor.
Başa dönüp soralım, mürşidlere (irşad edenlere) ya da hikmet sahibi büyüklere kulak vermeyince, gerçekte kimseye kulak vermemiş, ÖZGÜR biri mi olmuş oluruz?
Derleyen: Ahmet H. Çakıcı
Cemaziyelevvel 1444
[1] 51:55 : “Sen öğüt verip hatırlat. Çünkü, hatırlatmak müminlere fayda verir.”