Hepimiz bilmekteyiz ki tüm mezheplerin kaynağı Kur’an-ı kerim ve Hadisi şeriflerdir. Burada farklılıklara yol açan Kur’an-i ifadelerin farklı anlamaktan/yorumlamaktan ve Hz.Muhammed (s.a.v.) değişik yer/zamana bağlı olmaksızın farz olmayarak yaptığı işlerin benimsenmesi ile beraber meşreplere göre dinin daha anlaşılır/kolay şekilde yaşanmasına hizmet gayesinden kaynaklanmaktadır.
Günümüzde mezheplere gerçekten ihtiyaç farklı anlayışların/yorumların kurumsallaşması anlamında, Müslümanların dinini yaşaması adına ciddi öneme haizdir. Her ne kadar Mezheplere ihtiyaç yok diyenlerin ; Kuran’dan: “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin…” Al-i İmran Suresi 103. Ayetini delil olarak gösterseler de bu ehli sünnet alimler tarafından bu ayetin mezheplerin karşıtlığın da kullanılmasını kabul edilmeyip ibadetlerin selameti adına uygun görünmemektedir. Her ne kadar mezheplerin varlığının İslam âleminde birlik oluşturulmasında en büyük engellerden biri olarak görülse de, Mezhep karşıtı olanlar tarafından kullanılmaya çalışılsa da ve Mezhepler arası çatışmaların siyasi, dini egemenlik ya da menfaate dayalı çatışmalara araç olarak kullanılsa da; İnananlar açısından mezhepler bir bütünün parçaları olarak bağlayıcılığı kabul edilmektedir/edilmelidir.
İslam mezhepleri, başlangıçta İlk dönemlerde Hz. Ali ile Muaviye arasındaki iktidar mücadelesi olması ile beraberin İslam toplumunda bölünme Haricilik şeklinde ilk mezhepsel ayrışmayı getirmiştir. Daha sonraki yıllar da, üçüncü yüz yıldan sonra İnanç etrafında yapılan tartışmalarla ibadette, itikadi ve Ameli mezhepleri de ortaya çıkmıştır. Sünniler günümüzde itikatta Maturidilik ve Eşarilik, fıkhi açıdan Ameli olarak da Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbelî mezheplerine bağlıdırlar. Bu dört mezhepten ilki olan Hanefi mezhebi itikad olarak Maturidiliğe diğer üç mezhep ise Eşariliğe bağlıdırlar.
SELEFİ GÖRÜŞÜ
İşte burada Sünniliğe bağlı olduğu halde, Sünnilik’te olan icma-i ümmete, kıyasa ve re’ye başvurulmasını kabul etmeyen, her sorunun çözümünü yalnızca Kur’an’da, Sünnette, sahabe ve tabiunun görüş ve uygulamalarında arayan bir grup daha vardır.
Selefilk; Terimine bağlı olarak iman esaslarıyla ilgili konularda ilk dönem bilginlerini izleyerek âyet ve hadislerdeki ifadelerin zâhiri ile yetinip bunları aynen kabul eden, teşbih ve tecsîme düşmeyen, bunları başka bir anlama çekme (te’vil) yoluna gitmeyen Ehl-i sünnet topluluğunu belirtmek için kullanılır.
Selefiyye anlayışının en belirgin özelliği akaid sahasında akla/ İctihâde rol vermemek, âyet ve hadisle yetinmek, mânası apaçık olmayan, bu sebeple de başka mânalara gelme ihtimali bulunan âyet ve hadisleri yorumlamadan, bunları bilmeyi Allah’a havale etmektir. Bunlar; Selefiyye veya Selefiyyun (geçmişe bağlılar) olarak anılır. Selefilik, sözlükte selef “önceki nesil”, selefiyye de “bu nesle mensup olanlar” anlamı taşır.
SELEF KİMDİR ?
Eş‘arîlik ve Mâtürîdîlik ortaya çıkıncaya kadar, Sünnî Müslüman çevrede hâkim olan inanç, Selef inancıdır, yani Kur’an ve sünnetin verdiklerinden yola çıkarak yaşanan dini anlayıştır. Hanbelî mezhebi, Selefiyye anlayışına en yakın Sünni mezhep olarak tanınır. Hz.Ebubekir ve onun arkadaşları, sahabeler, onlardan sonraki tabiin nesli ve tabiu tabiin nesilleri, Hasan Basri ve arkadaşları ve İmam Şâfiî, İmam Mâlik, İmam Ahmed b. Hanbel -bir kısım görüşleri itibariyle Ebû Hanîfe, Evzaî, Sevrî gibi müctehid imamlar, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Dârimî, İbn Mende, İbn Kuteybe ve Beyhaki gibi hadisçiler, Taberî, Hatîb el-Bağdâdî, Tahâvî, İbnü’l-Cevzî ve İbn Kudâme gibi bilginler Selef düşüncesinin önde gelen isimleri arasında sayılabilir.
Selefi alimler olarak da İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751/1350), İbnü’l-Vezîr (ö. 840/1436), Şevkânî (ö. 1250/1834) ve Mahmûd Şükrî el-Âlûsî (ö. 1342/1924) sayılabilir.
SELEF’İYİZ DİYENLER KİMDİR
Genelde kendilerini selefi görüş olarak tanımlayanlar Ehl-i sünnet olmalarına rağmen, güncel/döneme ait yaşayışlara/sorunlara çözüm üretmemenin/ üretememenin olumsuzluğundan kaynaklanan çözümsüzlükle beraber diğer islami görüş/mezhepler ile aralarında mesafe oluşturmuşlardır. Bu Katı yorumlama düşüncesine bağlı olanlar 3.üncü yüzyıldan sonra ortaya çıkan yeni sorunlara çözüm bulmakta isteksiz/ yetersiz kaldıkları için, bulunacak yeni çözümlerin İslam’ın özüne zarar vereceğini/aslından saptıracağını düşündüklerinden kaynağa uygun yaşamı tercih etmişlerdir. İslam’ın kavrayıcı ve kapsayıcı yönlerini bir tarafa bırakarak; İslam’i tebliği ve toplumsal yaşayışı güya tavizsiz! katı yorumları benimseyerek gündelik hayat içersin de uygulamaya/yaşatmaya çalışılması ile bu düşünce sonuç olarak şiddetin kucağına düşmüş/düşürülmüştür. Bundan faydalanmaktan geri durmayan İslam düşmanları da bu örgütlerin söz ve uygulamalarında ki şiddet ifade eden davranışlarını medya ve basında kullanarak İslam’ın ve Müslümanların şiddet yanlısı olduklarını sahnelemek fırsatını kaçırmamışlardır ve bundan sonra da Afgan yönetiminin her olumsuz hareketine de İslam’ın Müslümanları olumsuz imajı olarak sergileyeceklerdir.
Mücahit,şerefli Afgan halkı
Uzun yıllardan bu yana sömürgeciler karşı mücadele eden Yiğit Afganistan halkını ayrı bir yere koyarak devam edelim, Taliban denilen ve şu anda Afganistan’da etkin güç olan Sünni /Hanefi olan yönetimin de inanıştan/itikattan daha çok ameli olarak bazı eksik/yanlış-Katı yorumlamaları vardır. Şu anda ABD, Rusya, Çin, AB, İran her bir ülke ülkenin üzerine çekirgeler gibi saldırmaktalar, bize düşen Emperyalist İslam düşmanı rejimlere karşı Nüfusun büyük ekseriyeti Sünni ve Peştun-Tacik-Özbek-Hazara olan Afgan halkının yanında olmaktır. Bu bizim kardeşlik tarihi görevin yanın da Milli menfaatlerimizi de zorunlu kılmaktadır.
Savaşın ve yokluğun/yoksulluğun bitmediği ülkenin Afganistan halkı ve İslam uğrunda cihat eden Mücahitleri, üç Emperyalist güce de vatanını namusunu terk etmemiştir. Üç yenilmez güç denen Emperyalist sırtlanı da İngiltere(1919)-Rusya(1989)-ABD(2021) tarihlerinde kesin zillet ölçüsünde yenilgiye uğratmış ve şimdi de gelecekte ki hayata refah/barış umudu ile bakan övgüyü/ilgiyi hak eden bir Millettir.
İSLAM MASKELİ TERÖR ÖRGÜTLERİ
İslamın temel kaynağı Kur’an ve Hadislerin hükmü ile hareket ettiğini söyleyerek, her gün değişen hayat şartları ve ilerleyen teknikle birlikte birtakım ortaya çıkan yeni meselelere ve bunlara dinî açıdan bir hüküm verme ihtiyacı doğduğu halde, çözüme yanaşmadan İslam’ı çözümsüzlük dini gibi göstererek, şiddeti öne çıkararak bulundukları toplumları terör bataklığına çeviren örgütler, kendilerine uyanlara cenneti vaad etmektedirler işte bu örgütlerin bazıları.. IŞİD, DEAŞ, Boko Haram, Cundullah (İran), Eş-Şebab.. gibi çözümsüzlük ve şiddet metodunu tebliğ yolu olarak tercih eden örgütlerdir. Bu terör örgütleri İslam’ın ilk üç yüz yılında yaşamış İslam yıldızlarının ne selefi olabilir nede onları temsil edebilecek selefi olarak adlandırıla bilinir. Olsa olsa Batıl dünyanın ve CIA’nın paralı/satılmış askerleri olabilirler.
Hepimiz şunu bir kere daha bilmeliyiz ki, semavi dinler diye bir tanım yanlıştır, din tektir o da İslam’dır. Sadece ve illa ki gönderilen peygambere dinin hayata geçirilmesi manasında şeriat hükümlerin de değişiklikler vardır. İşte bu yolu takip ederek; Dileriz her ne kadar şartlar olumsuz görünse de 42 yıldır savaşan bu ülkeden başlamak üzere, İslam’ın arzı kaplayan engin ilahi ilkeleri ile ayrılıktan beslenen ve biri birilerini tamamlayan mezhep uygulamaları ile barış tüm bölgeye hakim olur, İslam mezhep-meşrep-ırk farklılıkları ile birlikte inanan gönüller de yer bulur ve insanlığın saadetine ve selametine açılan sonsuzluğa götüren Sırât-ı müstakîmimiz olur.
Mustafa Hakkı SEZGİN / 07 EYLÜL 2021
Türkiye Postası Gazetesi /Genel Yayın Yönetmeni