28 Haziran 1925 tarihinde 46 arkadaşı ile beraber idam edilen Şeyh Said’in Kürtçülükle ilgili hiçbir talebi olmamıştır, talepleri/Kıyamı Ümmet ve İslam adına olmuştur. Şeyh said’in isminin, ihanet içersin de olan ayrılıkçı gurupların satılmış işbirlikçiler ve Kripto Ermeniler tarafından kullanılması/anılması ise ayrı bir ihanetin/yalanın ve Şeyh Said isminin Çirkin Politikalarına/emellerine alet edilmesidir. İslam dininin uğrunda şehit olan Arap-Kürt-Türk veya hangi ırktan olursa olsun İslam’ın şehididir.
Bir alevi aşiretine mensup olan, Mehmet Şerif Fırat, kıyam’la ilgili notlarında, “Alevi aşiretler, Şeyh Said kuvvetlerini kuşatarak hayli zayiat verdiler.” diyor. Yani kısaca ve öz olarak, Dersimin alevi aşiretleri, Şeyh Said’in yanında yer alan Sünni Kürdleri öldürdüler demek istiyor.
Şeyh Said efendi , kendince bir içtihatta bulundu ve o içtihadın gereği olarak, Şark Vilâyetlerinde nüfûz ve kuvvet sahibi hemen bütün ileri gelen ulemaya “dinî fetvâ”yı da ihtivâ eden bir “Kıyâma Dâvet” mektubunu gönderdi.
Aslı Arapça olan Şeyh Said’in gönderdiği kıyam mektubunun Türkçe sûreti şöyledir:
“Kurulduğu günden beri din-i mübin-i Ahmedî’nin (sav) temellerini yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti Reisi M. Kemal ve arkadaşları, Kurân’ın ahkâmına aykırı hareket ederek, Allah ve Peygamberi inkâr ettikleri ve Halife-i İslâmı (Abdülmecid Efendi’yi) sürdükleri için, gayr-ı meşrû olan bu idarenin yıkılması, bütün ehl-i İslâm üzerinde farzdır. Rejimin başında olanların ve Cumhuriyete tâbi olanların mal ve canlarının Şeriat-ı Garrâ-ı Ahmediye’ye göre helâl olduğu hususu, birçok ulemâ ve meşâyihin istişaresiyle kararlaştırılmıştır.”
“Onun kıyamı Kürtçü bir kıyam değildi; Hayatı, kıyamın niyetine delildir”
“O zaman Osmanlı yeni devrilmiş ve Türkçülük, Kürtçülük diye bir şey yoktu. Kıyamdan öncesine baktığımız zaman Şeyh Said Efendi nerde oturmuşsa İslam dininin ziyana uğrayacağını anlatmıştır. Yani Osmanlının devrilişinden sonra İslam dinine gelecek zararlardan endişe etmiş ve endişesini de gittiği her yerde ve ortamda anlatmıştır.”
Şeyh Said neden kıyam etmiştir?
Şeyh Said kıyamını bir Kürt isyanı ve İngiliz ajanı iftirası ile anlatanlara tarihi belgeyi paylaşalım.
Şeyh Said ve arkadaşlarının hayatında ne İngiliz ajanı olması ile ilgili zerre kadar bir ispat vardır ve nede zerre kadar da bir ırkçılık belirtisi vardır. Aslında bu iddiayı zaten o dönemin savcısı da yalanlıyor, nitekim savcının iddiası ise şu minval üzerine beyan edilir. Mahkemenin, Savcılığın iddiası ile “sanıkların” son söz ve müdafaalarını dinledikten sonra, ittihaz eylediği 28 Haziran 1341 [1925] tarih ve 341/69 numaralı karar, aynı gün, Mahkeme Başkanı tarafından, açık celsede “sanıklara” tebliğ edildi.
Mahkeme kararında şöyle deniliyordu:
“Din ve şeriatı alet ittihaz ederek, hakikatte `müstakil bir Islam hükümeti´ kurmak maksat ve gayesiyle Şeyh Said’in vukua getirdiği müsellah [silahlı] isyan ve ihtilal hareketlerine muhtelif şekil ve suretlerde karışıp katılarak isyanın devam ettiği haftalar ve aylar boyunca, birçok şehir, kasaba ve köyleri –devlet ve hükümet zabıta ve askeri kuvvetleriyle, kanlı ve harp halinde, çarpışmak suretiyle- zapt ve işgal eden ve ihtilal bölgesindeki en mühim vilayet merkezlerinden Diyarbakır şehrini dahi muhasaraya alan ve orada dahi inat ve ısrarla harp ve kıtalden çekinmeyen ve nihayet uğradıkları acz ve mahrumiyetten sonra tutuldukları günlere kadar birçok asker, zabit ve vatandaşları cerh, şehit, esir eden, sirkatler, gaspler, yağmalar yapan ve yaptıran şahıslardan oldukları iddiasıyla muhakemeleri icra edilmiş olan seksenbir sanıktan; diyerek; isimlerini isyanın asli faillerinden olarak duyurdukları ve “idam cezasına” karar verdikleri 49 kişiyi idam cezasına mahkum ettiler.
Şeyh Said’in Hanımıyla konuşması
Şeyh Said kıyam kararı aldıktan sonra evine döner ve 2 Ocak 1925’te hânımına durumu izâh ederek evden ayrılacağını ve devlete karşı ayaklanacağını söyleyince hânımı karşı çıkar: “Bey bey! Bizi bırakıp da nereye gidiyorsun? Sen gidersen bizim nâmusumuzu kim koruyacak? Bizim nâmusumuzu hiç düşünmez misin?” Ama Şeyh Sâîd’in cevâbı nettir: “Hânım hânım! İslâm’ın nâmusu ayaklar altındadır.” Hânımı, engel olamayacağını anlamıştır. Şeyh Sâîd, şu sözleri söyleyerek hânımından ve evinden ayrılır: “Hânım! Yarın ben qıyâmet gününde Allâh’ın ve Peygamberi’nin huzuruna suçlu olarak çıkmak istemiyorum. O zaman Allâh bana ‘Ey Sâîd! İslâm dîninin hükümleri ayaklar altına alındığında sen niçin sessiz kaldın, gücün ve imkânın olduğu hâlde niye başkaldırmadın?’ diye sorduğunda ben ne cevap vereceğim? Cehennem zebanîleri beni sarığımdan tutup cehenneme çektiklerinde ben ne edeceğim? Hayır! Andolsun Allâh’a ki, yalnız ben ve elimdeki âsâ bile kalsa bâtılın karşısına çıkıp qıyâm edeceğim. Şehîd olana kadar da mücâdelemden de asla dönmeyeceğim. Hem, ne ben Hz. Hûseyn’den daha makbulum ve ne de siz O’nun âîlesinden, Ehl-i Beyt’inden daha makbulsünüz. Ben üzerime düşeni yapmak zorundayım. Allâh’a emânet olun!” Şeyh Sâîd evinden ayrılır.
KAYNAK: Kadir Mısıroğlu
Doğru Haber, İslah Haber, Gözcü Haber,
Hiçbirşeyimhttp://hic1seyim.blogspot.com
Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, 10.Baskı, Istanbul 1990, sayfa 35-71.
Uğur Mumcu, Kürt-Islam Ayaklanması 1919-1925, sayfa 123-144.
Molla Sahap Korkutata, Mehmet Şerif Fırat/ Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Farklı Yayınevi-İstanbul, 2007