Bu çalışma, Müslüman toplumların kendi modernitelerini oluşturabilme imkânını değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu sebeple öncelikle moderniteyi ve tarihsel gelişimini kısaca açıklayarak bu bağlamda İslam ile arasındaki ilişkiyi analiz etmek daha sağlıklı olacaktır. Modern kavramı kelime anlamı itibari ile hemen, şimdi, çağdaş anlamlarına gelmektedir. Tarihteki bütün dönemler göz önüne alındığında birçok kırılmaların yaşandığı devrimsel nitelikte bir ideolojidir diyebiliriz. Sosyolojik bir çerçevede baktığımızda ise Batı’da özellikle kilisenin egemenliğine karşı çıkan bir süreci ifade etmektedir. Bu süreçte Tanrı merkezli bir dünya ve evren anlayışından, insan merkezli bir dünya ve evren anlayışına geçiş sağlanmaya çalışılmıştır.
Nitekim modernite insan hayatına yeni bir bilinç ve perspektif getirmektedir. Modernitenin oluşturmaya çalıştığı perspektif, tam olarak insan hayatından Tanrı’yı çekip almak gibi anlaşılmamalıdır. Esasında modernitenin yapmaya çalıştığı şey; ortaya koymuş olduğu fikirler ve düşünceler neticesinde Tanrı’ya ihtiyaç duymadan ve referans olarak kullanmadan bir dünya inşa edebilmektir. Bu noktada din, temeli itibari ile insanın kamusal alandaki etkinliğini belirleyen bir olgu olmak yerine kişinin bireysel hayatı içerisine yerleştirilmeye çalışılarak özel hayata indirgenmiştir. Böylece din bütün araçları ve kendi içinde ifade ettiği temel unsurlarıyla kişinin bireysel ilişkileri haline gelerek sınırları daraltılmıştır. Temelde din ile modernitenin gerilim noktalarından biride budur.
Modernliğin değişim esasına baktığımızda ise önüne geçilemez bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü tarih boyunca toplumlar birbirleri ile siyasi, ekonomik ve kültürel açılardan etkileşim içerisinde olmuşlardır. Dolayısıyla bu etkileşimin beraberinde bir değişimi getirmesi kaçınılmazdır. Ancak her toplumun değişimi kendi ihtiyaçları doğrultusunda gerçekleşmektedir. Örneğin ortaçağda batıda yaşanan Rönesans, reform, sanayi devrimi gibi kırılma noktaları ile beraber modern dönemin temelleri atılmaya başlanmıştır. Bu sebeple modernlik batının belirlediği ve hedeflediği bir değişim formudur.
Din ile gerilim içerisindeki ilişkisine baktığımızda modernite, dini ancak modern formlarla kendisini yeniden inşa etmesi halinde tanıyacaktır. Örneğin modernliğin hedeflerinden biri de Batı’nın belirlemiş olduğu bir rasyonelliktir. Yani herhangi bir otoriteden yardım almayan akıl ile bir bakış açısı oluşturmaya çalışır. Bu da modern zamanda dinin sürekli akla uygun konumlandırılmasına yol açar. Ancak bu durumda din eski formunu kaybederek insanlığın geçmişinde kalan bir fenomen haline gelir.
Peki, böyle bir durumda İslam dinini nereye koymalıyız? Müslümanlar olarak yaşadığımız kriz dönemini İslam’ı modernleştirerek çözebilir miyiz? Bu soruları sorduğumuzda çeşitli görüşler ile karşılaşmaktayız. Bir kesim modernliği tamamı ile reddeder. Ancak bütün dünyayı etkisi altına alan bir ideolojiden bahsediyorsak İslam medeniyeti buna tamamen sırtına dönemez. Bunu yaptığımız takdirde ilerleme kaydetmek bir yana gerilemeye hız kazandırmış oluruz. Dünyanın küçülmeye başladığı küreselleşen dünyada etkileşimler çok daha kolay yaşanabilmektedir. Dolayısıyla Batı’ya ve ürettiği ideolojilere yüzümüzü çevirmek bizi hayatın gerçekliklerinden koparır ve Müslümanları daha büyük bir krize sürükler. Bunlara karşın bir kesim ise İslam dünyasının içinde bulunduğu kriz dönemini ancak modernleşerek aşabileceğini savunmaktadır. Ancak modernitenin oluşturduğu din formu İslam ile bağdaşmamaktadır. Çünkü modernite dinin bireysel alana tahsis edilmesini ister fakat İslam dininde ümmet anlayışı ve çok boyutluluk vardır. Üstelik modernliğin rasyonelliğine karşın İslam dini vahiy kökenli bir dindir. Dolayısıyla İslam dinini akla göre değil ilahi kökenine göre konumlandırmamız gerekir. Bu sebeple bu görüşünde Müslümanlar için bir öneri olamayacağını ve kabul edilemeyeceği kanaatindeyim. Bir diğer tavırda modernleşmeden yararlanılması gerektiğidir. Batı’nın ahlakını almadan sadece bilimini alma fikrini öne sürmüşlerdir. Ancak her bir bilim, meydana geldiği toplumun sorun ve ihtiyaçlarını karşılayacak niteliğe sahip olarak oluşmaktadır. Dolaysıyla batıda meydana gelen bir bilimi batının ahlakını dışarıda tutarak almamız pek mümkün değildir. Çünkü o bilim o toplumun ahlakı üzere şekillenir.
Elbette Müslümanlar yeniliğe ve değişime açık olmalıdır. Nitekim burada dinlerin iki boyutundan söz edebiliriz. İlk olarak bir dinin temel sabitelerinin olduğunu unutmamalıyız. İkinci boyut olarak da insanların bu temel sabiteleri her dönemde yeniden okuyarak orta koydukları anlama biçimi olan din anlayışından söz edebiliriz. Dolayısıyla vahyin geldiği dönemdeki İslam anlayışının aynı şekilde muhafaza edilerek günümüzde de geçerli olmasını beklemek doğru değildir. Burada muhafaza edilmesi gereken İslam dininin kendi temel sabiteleridir.
Bugün Müslüman dünyanın temel problemi ise İslam’ın temel konuları ve modern dünyanın birbirleri ile etkileşimi neticesinde kendi kendini yeniden inşa edememesidir. Bununla beraber İslam dininde büyük bir öneme sahip olan âlimlerin yerini aydın kişilerin alması da bu problemin sebeplerinden biridir. Zira Osmanlı’nın son dönemlerinde âlimler İslami ilimler ile sınırlandırılmıştır. Günümüzde bile âlimler sadece bu boyutuyla değerlendirilmektedir. Oysa İslam dininde âlim figürü aydın ve entelektüel bazı nitelikleri de barındırmaktadır. Bununla beraber âlimin İslami ilimler ile birlikte toplumun akışını bilen, sorular soran ve tartışabilen bir boyutu da vardır. Aydın kişiler ise modern dünya ile ilgilidir. Farklı yorumlar getirebiliyorlar fakat dini noktada eksikleri vardır. Dolayısıyla çift yönlü bir noksanlık vardır. Bu sebeple Müslüman toplumlar, sorunlarını aydın kimselerin oluşturduğu yorumlar ile çözümleyememektedir. Dolayısıyla İslam dini modernleştirilemez. Bu yüzden İslam dünyası, âlimlerine aynı zamanda aydın bir kimlikte kazandırmalıdır.
Sonuç olarak Müslüman toplumlar için bir değişiklik veya yenilik gerekliyse bu batıda meydana gelmiş olan modernite ile yapılamaz. Ya da modernlikle ilgilenen aydın kimselerin yorumları ile yeni bir okuyuş geliştirilemez. Ancak İslam dininin kendi dinamiklerine bağlı kalarak değişmesi mümkün olur. Böyle bir değişimi ise Batı’nın ortaya koyduğu kavramlarla ifade etmek doğru olmaz. Çünkü İslam dini aynı zamanda bir medeniyet ise kendi kavramları ile kendini ifade edebilmelidir. Böyle bir değişime ıslahat adını verebiliriz. Tabi bu isimlendirmeler süreç içerisinde geliştirilebilir. Netice itibari ile Müslüman toplumlar vahiy çerçevesinde din anlayışlarını kendi sorunları doğrultusunda entelektüel âlimler ile beraber revize ederek bir ıslahat yapılabilir. İsmet Özel’inde dediği gibi “İslamiyet kuru bir gelenekçilik değil, bir inanç düşünce ve davranış bütünlüğüdür.
Büşra DEMİR 08/05/ 2021