Eskiden, büyüklerimiz bir hakikati ifade edebilmek için hikâyeler anlatırlardı. Anlatılacak konuyu, dinleyene en iyi şekilde aktarabilmek için ya yaşanmış veya kurgulanmış bir hikâye söyleyip sonuna da ders verilecek hakikati bağlarlardı. Yani: Hikâye olarak bir hakikat anlatılmış olurdu.
Zamanla bu “hikâye anlatmak” ifadesi “hakikat anlatmak” ifadesiyle özdeşleşmiş ve dolayısıyla Urfa ağzında “hékket anlatmak” olarak telaffuz edilerek gelmiştir.
Geçen gün sosyal medyada bir abimizin Urfa ağzıyla bir cümle paylaşması neticesinde bende bu kanaat uyandı.
O cümle, eskiden Urfalıların geceleri gökyüzündeki berraklığı, yıldızların belirgin bir şekilde görülebildiğini ifade etmek için kullandıkları “Yıldızlar hékket söliy,” ifadesiydi.
Bu cümleyi görünce “hékket” kelimesinin “hakikat” ile aynı kelime olduğu, sadece mahalli telaffuz şekliyle değişikliğe uğradığı kanaati meydana geldi bende.
Evet, “Yıldızlar hékket söliy,” yani: “Yıldızlar hikaye anlatıyor,” deyip gökyüzünün o gece bulutsuz olduğunu, semada berrak bir görüntü olduğu için yıldızların çok net görüldüğünü ifade etmek için kullanılıyordu bu ifade; ama yıldızlar ne diye hikaye söylesinler ki?..
Aslında yıldızlar bir hakikati söylüyor, anlatıyordu bize ve büyüklerimiz bunu ifade edebilmek için “Yıldızlar hékket söliy,” demişlerdi.
Biraz düşününce, dilimize yerleşmiş olan bu deyimin de bir hakikat içerdiğini anlamak hiç de zor değil!
Yıldızlar hékket söliy..
Yıldızlar hakikati söyli…
Yıldızlar bize bir hakikati hikâye ediyorlar.
Yani: Yıldızlara bakıp tefekkür etmek lazım! Onlar uçsuz bucaksız semada, birbirinden farklı hızlarda hem dönüp hem de yüzerek ve dahi birbirlerine çarpmayarak kendi başlarına hareket etmediklerini, dolaşmadıklarını, bir sahipleri olduğunu ifade edip “Mülkün sahibi yalnız ve yalnız Allah’tır,” diyorlar ve bu ulvi hakikati dile getirip söylüyorlar bizlere.
Al-i İmran Suresi 190 ve 191. Ayetlerde buyruluyor ki:
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda aklıselim sahipleri için elbette ibretler vardır.
Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler (ve şöyle derler:) “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!
Ayrıca Mülk Suresi 3 ve 4. Ayetlerde : “Yedi göğü birbiriyle tam bir uygunluk içinde yaratan O’dur. Rahman’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?
Sonra gözünü tekrar tekrar çevir de bak; (kusur arayan) göz aradığını bulamadan bitkin olarak sana dönecektir,” buyruluyor.
Saffat Suresi, 6. ayette: Şüphesiz Biz dünya göğünü ‘çekici bir süsle’, yıldızlarla süsleyip-donattık, diyor.
Nahl Suresi, 12. Ayet bizleri şöyle uyarıyor: Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O’nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır.
Bu ayetler çerçevesinde “Yıldızlar hékket söliy,” ifadesini düşününce evet, eski Urfalılar bu sözü çok manidar ve veciz olarak söylemişler; bize bir hakikatı anlamanın yolunu göstermişler, diye düşünüyor insan.
Allah cümlesinden razı olsun inşallah.
Saygılar sunuyorum.
Mustafa GÜL (06.05.2021)